XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın ilk yarısında işgal, “civilisation” kavramıyla fiilen toprağa el koyarak gerçekleşti. Batılı civilisationcular (İngiltere, Fransa) “insanlık namına”, insanlığın tarihsel gelişiminden geri kalmış ülke halklarına “uygarlık taşımak için” işgal politikası geliştirdiler. Bu nedenle Renan'ın “İslâm terakkiye manidir” ifadesi Hint, Afrika uygarlık havzaları için de geçerli bir iddiadır.
Tuncer Baykara'nın yaklaşımına göre “civilisation”un anlamı Osmanlı aydınları için XVIII. ve XIX. yüzyıl Fransa ve İngiltere'sinin cihana meydan okuyan güç ve mükemmeliyetlerini ifade etmektedir. Namık Kemal'in “Medeniyet” makalesinde Londra ve Paris'in “medeniyetin timsali” ilan edilmesi bir rastlantı değildir. Necip Fazıl'ın Paris “Kaldırımlar”ından kendini kurtarınca Türkiye'de teklif ettiği şey de Batı kentini model aldığını ‘zımnen ikrar' etmekteydi: “İşte (Bodler) ve onu takip eden büyük şairlerin farkında olmayarak, bazı mütefekkirlerin de bile bile haber verdikleri ve dehşet belirttikleri bu büyük şehir vâkıası, müsbet olan her müessiri semerelendirdikten sonra, menfî olan bütün saikleri ve müessirleriyle tasfiye edilip, Hak ve hakikate giden kahraman insanların şevk ve muvazene bucağı olmak hayatiyetini, İslâm inkılâbının şehir telakkisinde bulacaktır” (Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 2010: 242). Necip Fazıl'a göre makine de “ruh emrine” verilmelidir. “Karasabanı traktöre ve öküzü motora tercih ettirecek son derece ahmak bir anlayışa saptırılması mümkün olan” zihniyetin doğurduğu felaket ve belâlardan sakınmak gerekir. Necip Fazıl'a göre “makineyi ihmalden doğacak felaket, onu azizleştirmekten gelecek musibetten eksik değildir” (Kısakürek, 2010: 480).
İstiklal Marşı'nda “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”, dizesinde bu “civilisation”cu tavrın reddinden doğan başka bir “zihniyet” bulunduğu da tartışmasızdır. “Çelik zırhlı duvar” karşısına “iman dolu göğsüm gibi serhaddi” koyan Akif, Necip Fazıl ile uzlaşmaz.
Tuncer Baykara, Osmanlı'nın Fransa etkisiyle yürüttüğü “medeniyet” yolundaki çabalarının sonradan darbe aldığını ifade etmektedir. Baykara, Fransa'nın Prusya'nın Orta Avrupa'da güçlü bir devlet olarak doğuşuna (1713-1867) ve büyük bir Alman Devleti'nin (1871-1918) kuruluşuna engel olmak için giriştiği savaşa işaret eder. Prusya ordusu, Fransız ordusunu mağlup edince (1870) “O zaman Türkler ve bütün dünya gördü ki, ‘medeniyet' de yenilebilir.” Fransa/Almanya (Prusya) arasındaki çekişme 1871'den sonra da devam eder. “Fransa, ‘Medeniyet' ve ‘Kültür' kavramlarından ‘Medeniyet'in sahipliğini iyice benimsedi (…) Batı Avrupa'daki küçük milletler müstesna, Fransa ve İngiltere, ‘Medeniyet'e kıskançlıkla sahip çıkarak başka milletleri [aralarına] sokmuyorlardı (…) XX. yüzyıl başlarında dünya siyasi hayatı, Fransa ve Almanya'nın karşılıklı hasım durumundan doğan kutuplaşmayı (…) bu ise, aynı zamanda ‘Medeniyet' ve ‘Kültür' etrafındaki kamplaşma(yı gösterir-LB)” (Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2007: 76-77).
Tuncer Baykara, Mehmet Akif'in umumi fikir hayatında ‘Medeniyet'e dair büyük sempatiye rağmen ‘Kültür'ün yanında yer almasını Fransa'nın Cezayir'e ve İtalyan'ın Libya'ya (Trablusgarb) asker çıkarmasına bağlar. Bu iki işgalci devlet, bu toprakları ‘Medeniyet'e dâhil olmayan Türk'ten ‘Medeniyet' namına kurtarmaya kalkmıştır. Bu kavramın Osmanlı ülkesine saldırı gerekçesi olması sonraki yıllarda devam etmiştir. Birinci Cihan Harbi'nde Fransa ve İngiltere “medeniyet için savaştıklarını” ifade ederken Çanakkale'ye bütün güçleriyle saldırmaktaydılar. Osmanlı, Çanakkale'de “medeniyeti durdurmuş” ise de öteki topraklarında durduramamıştı. Medeniyetçi Batı'nın İzmir'e Yunanlıların çıkmasına izin vermesi de “medeniyet” içindi. 1918 Mondros Mütarekesi ile “Medeniyet bu savaşlardan galip çıkmış”tı. Buna göre “Millî Mücadele, ‘Medeniyet'in Türklüğü yıkmak ve yok etmek için giriştiği saldırıya karşı yapılmıştır” (Tuncer Baykara, 2007: 78). Tuncer Baykara, Mehmet Akif'in bu tarihsel gerçekliği esas alarak kavrama yaklaştığını ileri sürer: “Bu olayların içindeki Mehmet Akif, İstiklâl Savaşı'na ‘medeniyet'e karşı olumsuz havanın etkisini yansıtmıştır” (Tuncer Baykara, 2007: 78).
Tuncer Baykara'nın tespiti doğru olabilir ama eksiktir. Çünkü Mehmet Akif'in Berlin'de olmasının asıl sebebi, Alman İmparatorluğu'nun Wünsdorf-Hilal kampındaki İngiliz, Fransız ve Ruslardan alınan esirler arasındaki çok sayıda Müslüman'ın bilinçlendirilmesini amaçlayan propaganda çalışmalarıydı. Teşkilat-ı Mahsusa, Sebilürreşat gazetesi başmuharriri İslam şairi Mehmet Akif Ersoy ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin tanınmış şahsiyeti Şeyh Salih Et-Tunusi, Abdülaziz Çaviş, Abdürreşit İbrahim, Halim Sabit, Alimcan İdris gibi önemli şahsiyetleri Almanya'nın şark siyaseti gereği Berlin'de görevlendirdi. “Bu kişiler vasıtasıyla esir kampındaki Müslümanlara hitabeler veriliyor kendi dillerinde çıkartılan gazetelerle bilgilendiriliyorlardı. İslam dünyasına yönelik olarak da Berlin'de dışişleri bakanlığı bünyesinde oluşturulan Şark İstihbarat Birimi (Nachrichtenstelle für den Orient/NfO) ağırlık sömürge ülkeleri olmak üzere dünya Müslümanlarını Alman-Osmanlı ittifakı lehine kazanmayı hedefliyordu” (Nazım Elmas, Berlin'de Bir Milli Şair - Mehmet Akif Ersoy, TYB internet sitesi, Erişim Tarihi: 17.12.2012; http://www.tyb.org.tr/doc-dr-nazim-elmastan-berlinde-bir-milli-sair-mehmet-akif-ersoy-9189h.htm).
Tuncer Baykara, “Milli Mücadele ile ‘Medeniyet'in Türklüğü yok edemeyeceği ortaya çıkmıştır (…) 1923 sonrasındaki yeni dönemde artık ‘Medeniyet'e karşı olumsuz hava kaybolmuş, aksine (…) Türkiye'yi daha ileriye götürme çabaları başlamıştır. Artık bu yeni dönemde Türkler, ‘Medeniyet'e sahip çıkacaktır” der (Tuncer Baykara, 2007: 78).
Fakat Müslümanların “medeniyet” ve “kültür” kavramlarıyla yaşadığı buhran atlatılamamıştır. Batı'nın XXI. yüzyılda “civilisation” kavramından bir “İnsan Hakkı” söylemi olarak “culture” kavramına dönmesi, diğer yandan dünyanın tamamını dehşete, kitlesel ölümlere duçar bırakan silah ihracatı bu buhranı derinleştirmektedir. Kültür kavramı yükselirken Batı “sivilizasyon”unun teknolojisi araçlaşmaktadır.
Silah Ticareti Antlaşması (Arms Trade Treaty) 2 Nisan 2013 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yapılan oylama ile kabul edildi. Anlaşma, biyolojik, kimyasal veya nükleer nitelikli silahları kapsamı dışında bıraktı. Çin, Rusya, Hindistan, ABD de anlaşmayı onaylamamıştır.
Batı, silah satıyor, “Yaşama Hakkı”nı ihlal ediyor, yetmezse, devletleri yıkacak etkideki “Kültür Hakları”nı teklif ediyor. O da yetersizse biyolojik, kimyasal, nükleer silahları tehdidiyle coğrafya ve nüfusların işgali planı yürürlüktedir.