Havalimanında fahiş fiyatlarla su satanlara tokat gibi yazı
Atatürk Havalimanı'nda su almak için BTA büfesine gidiyorum. Suyun fiyatının dört TL olduğunu öğrenince şaşkınlıkla “Nasıl olur?” diyorum. “Ben görevliyim” diyor asgari ücret ile çalıştığını tahmin ettiğim 20 yaşlarındaki genç. “Birinci geçişi geçince 6 TL, ikinci geçişi geçince 8 TL” .
Sattığım fiyattan geri alamam bahanesinin arkasına saklanarak yüzde beş yüz zam yapmaya kalkanların hepsine kızgınım. Ama suya ve ekmeğe fahiş zam yapanların iflah olmayacağını söylemek isterim.
Her milletin kendine mahsus mayası, kendine mahsus bir dokusu, kendine mahsus hayat üslubu vardır. Bizim medeniyetimiz fakirin açlığını ve susuzluğunu dindirmek üzerinden ilerledi. Ekmeği nan-ı aziz, suyu ab-ı leziz olarak adlandıran ecdadımız, yolcular için çeşmeler yaptırmış, bir ekmeğe muhtaç olunmaması için gücü yeten insanlarımız ellerinden geleni esirgememiştir.
Diyeceksiniz ki havalimanında dükkanların fiyatı dolar üzerinden olduğu için kısa sürede aşırı bir kira ödemesi ile karşılaşan mal sahibinin, satmakta olduğu mallara zam yapmanın dışında bir seçeneği yok. Bu itiraza tek şart ile hak verebilirim. Suya zam yapmamak şartıyla. Suyun fiyatı bu kadar fahiş olmamak zorunda. Yolcular diğer ürünleri almayabilir. Ama şeker hastası, böbrek hastası, migren hastası olan yolcular su ihtiyacını karşılamak zorunda. Yolcuların yanlarındaki sular, güvenlik gerekçesi ile geçirilmiyor. Peki bu durumda yolcu 4 TL verip yarım litre suyu alacak mı? Ki yarım litre su şeker hastası ya da böbrek hastalarına, uzun beklemeler için asla yeterli olmayacaktır.
Bu durumda zebercet değerinde satılan o yarım litre su alınamayacak. Uçak saati gelip de uçağa bininceye kadar susuzluk ile başa çıkmak zorunda kalınacak.
Atatürk Havalimanı'nda yarım litre suyun 4 TL olmasının şaşkınlığını üzerimden atlatamadan Anadolu'nun küçük bir havalimanında suyun 5 TL olması gerçeği ile karşılaştım. “Nasıl olur?” dedim şaşkınlıkla. Duvardaki fiyat listesini gösterdi görevli kibirli kibirli. Geçerken söylemiş olayım son seyahatimde Anadolu esnafının dilini çok kaba ve hoyrat buldum. Birkaç ay önce nazik davranan esnafın, Türk Lirası'nın değer kaybetmesinden sonra müşterilerine davranış şeklini gördüm ve çok üzüldüm.
Türk Lirası'nın dolar karşısında değer kaybetmesiyle hepimiz bulunduğumuz durumun “fakiri” haline geldik. Bir ürünün fiyatını sormadan, fiyatı sorulan ürünün birkaç ay önceki etiketi hatırlanıp mukayese yapılmadan alış-veriş yapabilme imkanına sahip olanların sayısı giderek azalıyor.
Esnafın kibri ile niye ilgiliyim? Her ne kadar AVM'ler, küresel markalar, esnafa çok büyük zarar vermiş olsa da, Türkiye'nin toplumsal mayası esnaflar üzerinden yürür. Esnaflar bulundukları ilin, ilçenin fakirini fukarasını ahilikten gelen edep ile korurlar. Bir kişiden kazanacakları bin liranın bazen bir kişiden kazanacakları bir liradan daha değersiz olduğunu bilirler.
Ahi edebi aldığıyla övünen muhafazakar esnafların, müşterilerine kaba davranışını görünce, kazanç bol iken ahi ahlakını dile getirmek kolay, işler zora binince o edepten bir şey göremiyorum demek zorunda kaldım.
Su fiyatlarının fahiş bir şekilde artışı küresel su markalarına bağlanıyor. O zaman soru şu, onu yapamadık bunu yapamadık da en azından Hamidiye Suyu'nu havalimanlarında mecburi kılabilirdik.
II-
İşte yine yoldayım... Yine havalimanında birinci geçişte su fiyatına takıldım.
Bir saat kırk dakika süren yolculuktan sonra Kosova Adem Yaşar Havalimanı'na indik.
Turing'in, bursiyer öğrencileri için düzenlemiş olduğu “Balkanlar'da Osmanlı İzleri” temalı seyahat kapsamında üç gündür bir ülkeden bir ülkeye geçiyoruz. Ülkelerin sınırları değişiyor, dili değişiyor, değişmeyen tek şey var, sokaklarda akan çeşmeler ve çeşmelerden akan suyun lezzeti.
İstanbul'da akan çeşme görmek mucize gibi bir şey. Cevaplamamız gereken soru şu: Nasıl oldu da “su medeniyetinin” mensupları olan bizler küresel su markalarının kölesi haline geldik? Ecdadın emaneti olan akan çeşmeleri suyu çekilmiş kör çeşmeler haline getirdik?
Fatma Barbarosoğlu, Yeni Şafak