Ülkemiz yaklaşık altı ay önce çok önemli bir badire atlattı. Halkın değerlerine, fikirlerine ve seçimlerine değer vermeyen, kendini yetkin hisseden bir grup; hem halka hem dine yöneltilen belki de gelmiş geçmiş en büyük ihanete imza attı.
Her ne kadar üzerlerinde taşıdıkları üniformalar devleti temsil etse de; hiç bir zaman bu milletin değerlerine saygı duymadıkları ortadaydı. Dünyanın diğer yarısından yönetildikleri ve güneydeki küçük ülkeye de hizmet ettikleri de belliydi.
Son bir kaç yıldır ilaç tröstleri tarafından yönlendirilen “Aşı Çalışma Grubu” aracılığıyla, Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hiçbir yasal hükme dayanmadan çocuklarına aşı yaptırmak istemeyen aileler üzerine baskı oluşturuyorlardı. Bu baskılar da 2015 yılında Anayasa Mahkemesinin almış olduğu karar ile sona ermişti. Karara göre aşıların zorla yapılmasıyla; çocuğun maddi ve manevi varlığının korunması ile geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmişti.
Herhangi bir nedenle çocuğuna aşı yapılmasına müsaade etmeyen aileler artık rahat bir nefes almıştı. Anayasa Mahkemesinin kararı neticesinde gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, gerekse Sağlık Bakanlığı resmi yazılar yayımlayarak hukuki bir müeyyideye uğramamak için geri adım atmışlardı. Zaman zaman Sağlık Eski Bakanı Mehmet Müezzinoğlu yasal düzenlemeler yapılacağını beyan etse de bunun mümkün olmayacağı da gerek Anayasa hükümleri gerekse uluslararası sözleşmeler nedeniyle aşikar.
Gördüğümüz kadarıyla bazı bürokratlar Çocuk Koruma Kanunu'nu bahane ederek Hükümet ile halkı karşı karşıya getirmeye çalıştılar. Kanun maddelerini yanlış yorumlayarak halkı yıldırma politikaları uyguladılar. Elbette ki bu yıldırma çabalarını korku salma, yıldırma eylemleri olarak gördüğümüzden dolayı terör faaliyeti olarak görmek de yanlış olmayacaktır. Bu terörist uygulamalar mermi yerine mevzuatın yanlış yorumlanması ve mahkeme kararları ile yapıldı.
Uzun zamandır aileler üzerinde aşılar üzerinden yapılan faaliyet yok(tu). Yerel mahkemelerden dönmüş bir kaç “sağlık tedbiri istemi”nin bazen feraset sahibi hakimler tarafından, bazen Anayasa Mahkemesi kararları gerekçe gösterilerek bazen de hukuku doğru yorumlamalarından dolayı reddedildiğini biliyoruz. Ancak geçen hafta İskenderun 2.Aile Mahkemesi tarafından basiretsiz bir karar alınmış ve hem hukuki mevzuat yanlış yorumlanmış, hem de Anayasa Mahkemesi kararları hiçe sayılmıştır.
Hakkında sağlık tedbiri kararı istenilen çocuğun ebeveynlerinin dosyada sundukları Anayasa Mahkemesi kararı, hakimin keyfi uygulaması sonucunda yok sayılmıştır. Anayasa Mahkemesi kararının varlığını bile bile “sağlık tedbiri kararı” vermek 15 Temmuzdaki teröristlerin askeri üniformaların değiştirilerek hakim cübbesi giymesi olarak nitelendirilebilir. Yayımlanan bazı KHK'lar ile terör örgütüne üye oldukları için mesleğinden ihraç edilerek cezaevlerinde bulunan pek çok (eski) hakimin olduğunu biliyoruz. Bu nedenle hukuku uygulayan, Türk Milleti adına karar veren hakimlerimizin arasında hala halk ile devleti karşı karşıya getirmeye çalışan teröristlerin var olabileceği akıllardan çıkarılmamalıdır.
Milletin hak arayacağı yerlerde hukuku uygulayan hakim ve savcıların bulunması gerekiyor. Millet hukuka olan güvenini kaybederse ve adalet arayışı yara alacak olursa vicdanlarda geri dönülmez yaralar açılacaktır. Ancak unutulmaması gereken başka bir şey daha var ki; halkın memuru olanların da işlerinin gereğini yaparken hukukun dışında hareket etmemesi gerekir. “Sağlık tedbiri uygulaması” kapsamında bakacak olursak gerek Sağlık Bakanlığı'nda görev yapan sağlık çalışanlarının, gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nda görev yapan sosyal çalışmacıların ve bürokratların ve devlet adına davaları takip eden Hazine Avukatlarının daha dikkatli olmaları gerekmektedir.
Hukuka rağmen yapılacak uygulamalar terörist bir faaliyetin uygulamaları olabilir. Bir referandum sürecine girmişken yapılacak uygulamalar kin ve nefrete neden olabilir. Azami ölçüde dikkatli olmak gerekiyor.