Osmanlı'nın ilk dönemi ile Cumhuriyet arasında bir süreklilikten söz edemeyiz. İlk dönem için zikredilen “Kerim Devlet” kavramıyla “Yarınki Türkiye” inşa edilecekse 1299-1453 arası dönemin temel alınması kaçınılmazdır. Kerim Devlet, gelirlerini “adaletle dağıtan” ve serveti belli bir sınıfa tahsis etmeyen “yönetim pratiği”dir.
Servetin belli sınıflara tahsis edilmemesi için halka bazı konularda kolaylık sağlanmalıdır. Halkın, 1) Üretim araçlarına sahip bulunması, 2) Ev-hane oluşturmak için barınak inşa etmesi, 3) Üretilen ürün ve emtianın kazancı temin edecek bir pazara sunulması gerekmektedir.
“Barınma, geçim ve pazara mal sürme” emniyet altına alınmalıdır.
Osmanlı, 1299-1453 arası tımar sistemi ve İhya`ul Mevat uygulaması ile halkın üretim araçlarına sahipliğini temin etmiştir. Üretilen ürün ve emtianın pazara vergisiz, haraçsız sunulması hakkında da Osman Gazi'nin fermanı bulunmaktadır. Osman Gazi ev ve pazar konusunu da Karacahisar'ı fethedince düzenlemiştir: Osman Gazi Karacahisar'ı fethedince şehrin evleri boş kaldı. Germiyan ilinden ve başka yerden hayli adamlar geldi. Osman Gazi'den ev istediler. Osman Gazi de verdi. Az zamanda mamur oldu. Kadı konuldu. Subaşı konuldu. pazar kuruldu ve hutbe okundu. Bu halk kanun ister oldular” (Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Ötüken Yayınları, 2011: 30-31). Osman Gazi ile pazarın vergisini almak isteyenler arasında tartışma yaşandı. Sonunda Osman Gazi: “Bir yük getirip satan herkes iki akça versin. Satamayan bir şey vermesin. Kim bu kanunumu bozarsa Allah onun dinini de, dünyasını da bozsun. Kime bir tımar verirsem elinden sebepsiz yere almasınlar. O ölünce oğluna versinler” (Âşıkpaşaoğlu, 2011: 30-31). Osman Gazi, İslam Şehri'nin iktisadî-içtimaî yapısını “Medine”nin vasıflarına uygun olarak yeniden ihya etti.
Kütüb-i Sitte'de ise İhya`ul Mevat uygulaması hakkında şu rivayet nakledilmiştir: “Resulullah (sav) buyurdular ki; “Sahibi olmayan bir araziyi kim ihya ederse, bu araziyi herkesten ziyade o hak kazanır.” Zübeyr, “Hz. Ömer (ra) halife iken bu hadisin hükmünü tatbik etti” dedi.”
Dikkat edilirse her iki uygulamada da halkın maişetini kazanması öncelenmiştir. Devlet, egemenliği temsil eden kendi mülkiyet hakkına, halkın maişetini temin için bazı sınırlamalar getirmektedir.
Kerim Devlet'te milli kaynaklar yöneticilere emanet verilmiştir. Sahip olunan servetin nasıl sarfedileceği konusu önem arzeder. Kerim Devlet, “sadaka veren”, “iane - yardım temin eden devlet” şeklinde kodlanmamalıdır. Böyle bir kodlama, halkı “minnet bekleyen”e dönüştürür. Dilenmek de tembellik gibi illettir. Diğer taraftan halk çalışsın diye “ceberrut devlet”e dönüşmemek gerekir. Allah'ın kulları hürdür.
Halkın üretim araçlarına sahip kılınması, bu sağlanamıyorsa üretim araçlarına düşük bedelle kiracı kılınması temin edilmelidir. Osmanlı, kırsalda tımar sistemiyle devlet arazileri üzerinde “kiracılık” tatbikatını uygulamış, şehirlerde de vakıflar aracılığı ile esnafın düşük kira bedelleriyle dükkân açmasına fırsat vermiştir. Her iki uygulama da devletin ianeci değil, iaşeci olduğunu kanıtlamaktadır. Çiftçi, esnaf ve zanaatkâr üretim araçları üzerinde kiracı kılındığından kapitalist bir sınıf doğmamıştır. Sadaka beklentisiyle hayat süren bir halk ruhen zavallılığa itelenir. Ekmeğini taştan çıkaran, bileğinin emeği ile ekmeğini kesbeden kişi azizdir.
Diğer taraftan, vergi veren, devlete kira ödeyen toplum servetin israf edilmemesinin de denetçisi olur. “İsraf”, hangi ideolojiden hareketle meseleye bakılırsa bakılsın “münker”dir. Hiçbir toplum millî kaynakların israf mallarının üretim ve tüketimine tahsis edilmesini istemez. Ancak kapitalist pazar sistemi, ferdin tüketimini “ihtiyaç” haline getirmekle meşguliyet içinde olduğundan yanlı ve kötü niyetlidir. İsraf mallarının piyasada satılmasından rahatsızlık duymaz. Örneğin tütün saçıp savurmadır, süt yeniden üretimin hammaddesidir. Halkı hangisi için seferber etmelidir?
İsraf, ihtiyaç diye farzettiğimiz harcamaların içinden doğmaktadır. Kerim Devlet, ancak imtiyazlı sınıflar (debdebe içinde yaşayanlar) zayıfladıkça varlık kazanabilir. Kapitalist bir zümrenin çıkmaması için gayret gösterilmelidir.
Kemal Tahir'e göre Anadolu halkının didişmesi, devleti Kerim Devlet haline getirme mücadelesidir. Bunun sembolü Hz. Ömer'dir. Anadolu'daki devlet, aristokrasiye-feodal tabakalaşmaya gitmek yerine, zenginliklerin belli ellerde toplanmasını engelleyen çareleri uygulamıştır (Tahir Kemal, Notlar/Sosyalizm- Toplum ve Gerçek, Bağlam Yayınları, 1992: 184).
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter