Gordon Childe'a göre kentler Nil'in Dicle ve Fırat'ın ve İndüs Nehri'nin alüvyon vadilerinde, zamanımızdan beş bin yıl kadar önce bazı nehir kıyısı köylerinin dönüşmesiyle ortaya çıktı. Toplum, çiftçileri, kendi ev ihtiyaçlarının ötesinde yiyecek maddeleri fazlası üretmeye zorladı ve bu artı-ürünü bir yerde toplayarak, onu uzman zanaatçılardan, tacirlerden, rahiplerden, memurlardan oluşan kentli nüfusunu beslemekte kullandı. Yazı da bu kent devriminin zorunlu bir yan ürünü olarak ortaya çıkmıştır (Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, Kırmızı Yayınları, 2009: 37).
Gordon Childe, insanın daha önceki dönemde yırtıcı bir hayvan gibi, doğada ne bulmuşsa onu toplayarak diğer varlıklar üzerinde asalak gibi yaşadığını ileri sürer. Bu toplayıcılık ekonomisinin belki 500.000 yıl önce başladığını ve insanın gezegenimiz üzerindeki ömrünün hemen hemen yüzde 98'ini tutan bir zaman kesimi boyunca, tüm insan topluluklarının başlıca geçim yolu olduğunu savunur.
Bu tarih okumasında insanlığın başlangıçta ‘barbar - vahşi' olduğu, tarımı ve yeni teknolojileri öğrenerek uygarlığa geçtiği, kentlerin ise tarım faaliyetinin sonucunda artı ürüne el koyan üretici olmayan sınıfların ortaya çıkmasıyla belirdiği yargısı vardır. Bu yaklaşım ilerlemeci bir tarih fikri getirmektedir.
Gordon Childe, köylerin su kenarlarında kurulmak zorunda kaldığına da işaret eder:
Sürekli yerleşme yalnızca bir nehrin ya da yıl boyunca kurumayan bir kaynağın yanında mümkündür. Tarım geniş ölçüde sulamaya bağlıdır. Her yıl ekinin, zeytinlerin, incirlerin ya da üzümlerin aynı aylara rastlayan hasat zamanlarını beklemek, bu bitkilerin yetiştikleri yere bağlı kalmak için güçlü bir nedendir. Sulama kanallarının kazılması ve bakımı, savunma surlarının yapılması ya da yolların döşenmesi bir bütün olarak toplumun ortak çabasıyla gerçekleşebilir. Diğer taraftan kanallara alınan suyun onu kullanacak kimselere paylaştırılması, suyun yönetimini kaçınılmaz kılar. Suyun yöneticileri kullanma kurallarına uymayanları kanaldan yararlanmaktan men edebilir (Childe, 2009: 86). Bununla bir işbölümü doğmuştur. Bir tarafta köylüler, diğer tarafta tarımsal artığa el koyan bürokratik - yönetici zümre.
Childe, merkezî yönetimin zuhurunu, yani ‘kent devrimi'ni yazının icadıyla birlikte beliren bilgi disiplinlerinin (aritmetik, geometri, astronomi, tıp, teolojinin) ortaya çıkışına bağlar. “Mısır biliminin kesin olarak Nil Vadisi'ndeki şehir devriminin koşullarından esinlenmiş olan en büyük başarısı, bizim takvimimizin en yakın atası olan bir güneş takviminin icadıdır. Firavunun memurları, vergiyi hasattan önce Nil taşkınının düzeyine göre koydukları için, hasadın ne kadar olacağını belirleyen Nil taşmalarının bu yüksekliğini her yıl ölçüp kaydettiler. Elli altmış yıllık bir zaman dilimi içinde, iki taşkın arasındaki sürelerin ortalamasının 365 gün tuttuğunu buldular. Bu temele dayanarak, çiftçilere tarım işlerine ne zaman başlayacaklarını gösteren resmi bir takvim düzenlediler; Mısır'da tüm tarım dönemi taşkın ekseni çevresinde döndü. Böylece İÖ 3000 dolaylarında, bir ekonomik devrim, Mısırlı zanaatçılara yalnızca geçim olanakları ve hammaddeler sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda yazının ve öğretilmiş bilimlerin ortaya çıkmasına yol açtı ve totaliter devleti inşa etti.” (Childe, 2009: 86).
Childe'ın kent teorisi beş kriteri ihtiva ediyordu: 1) Büyük nüfuslu yerleşimlerin örgütlenmesi, 2) Meslekî ihtisaslaşma, 3) Kamu sermayesi ve yatırımları, 4) Kayıt tutma ve bilim, 5) Ulaşım ağları ve ticaret (Rana A. Aslanoğlu, Kent Kimlik ve Küreselleşme, Asa Yayınları, 1998: 20-21).
Rana A. Aslanoğlu, Jane Jacobs'un, Kentlerin Ekonomisi (The Economy of the Cities) kitabında, tarımdaki artı değere el koyan sınıfın bilim ve teknolojiyi kullanarak kentleri kurduğu düşüncesini reddettiğine değinir. Çatalhöyük'teki kazılardan elde edilen bilgilerle kentlerin tarımdaki gelişmeler sonucu ortaya çıkmadığını, önce kentlerin kurulduğunu, sonra kırın (köylerin) doğduğunu ileri sürer. Bu yaklaşımda tarımda gelişme, kentleşmenin sonucu olarak ele alınmaktadır. Jacobs, New-Obsidyen adını verdiği hipopetik (muhayyel) kentinde avcı grupların arasında ticaret yapıldığını, ticaretin en önemli kaleminin de yiyecek olduğunu savunur. Taze yiyecek bulmanın en kolay yolu, ehlileştirilmiş canlı hayvanların beslenmesidir. Hayvanların beslenme zarureti, tarımı doğurmuştur. Böylece tarım, kentten çıkmıştır. Pazar yeri, kentsel yerleşmede ve ardından tarımın gelişmesinde anahtar rol oynamıştır (Aslanoğlu, 1998: 19).
Murray Bookchin, Kentsiz Kentleşme kitabında Jacobs'un görüşünü reddeder. “Jane Jacobs'un iddiasının aksine, kent tarıma geçişte rol oynamamıştır” der. Bookchin'e göre basit tarım şekilleri köylerde eski zamanlardan beri biliniyordu. “Kentin gerçek habercisi saban değil, tapınakla çevrelenen mezardı. İlk kentsel merkez, bir pazar yeri değil tanrılara ve güçlere tapınılan tören bölgesiydi” (Murray Bookchin, Kentsiz Kentleşme, Ayrıntı Yayınları, 1999: 52).
Kentlerin kuruluşu hakkında daha farklı teoriler de bulunmaktadır. İslâm vahyi insanlığın ana kentini ‘Ümmü'l-Kurâ' olarak tanımladığına göre (6 Enam 92; 42 Şura 7) bütün kentlerin Âdem'in inşa ettiği Mekke'den esinlenerek kurulduğu söylenebilecektir. Kabil'in fazıl şehir'den ayrılarak kurduğu kent, oluşu değil bozuluşu ifade etmektedir.
Hz. Âdem'in ilk topluma hâkemlik yaptığı, yeryüzünün gördüğü ilk toplumun hacc ve kurban ibadetini bildiği ve amel ettiği düşünülürse, Âdemoğullarının şehir bilgisini peygamberden aldıkları kesindir.