20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti'nden ABD'ye bir göç dalgası olmuş.
Geçenlerde mailime gelen mesajın ekinde 1913'te göçeden Sisam-Samoslu Samuel B.'nin kaydına ilişkin bir fotoğraf vardı. Geminin hangi ülke-limana bağlı olduğu, geminin ismi, geminin limana geliş tarihi, yolcunun koltuk numarası, yolcunun uyruğu, ismi, cinsiyeti, medeni hali, gemiye nereden bindiği kaydedilmişti.
Türkiye'de yaklaşık 3 milyona yakın Suriyeli göçmen bulunuyor.
ORSAM'ın “Rapor No: 195-Ocak 2015” tarih/sayılı “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye'ye Etkileri” raporunda “Kayıt altına alma AFAD ve Emniyet Müdürlüğü tarafından sürdürülmektedir. Ancak halen sığınmacıların dikkate değer bir kısmının kayıt altında alınamadığı görülmüştür” (Orsam, 2015: 34) denilmektedir. Demek ki 21. yüzyıl Türkiye'si “devlet olmak” meselesinde henüz kemâle ermiş değil.
Devlet, “envanter tutan adalet organizasyonu” sayılabileceğine göre mevcut yapılanışımızda bir eksiklik bulunmaktadır. Göçmenlerinin kimliğini bilmeyen devlet “yerlilik” ve “millilik” tanımı yapabilir mi?
Göçmenlerin yerleştikleri ülkelerde kültür ve dil değişmesi süreçlerini tetiklediği bilinmektedir. 1919-1920'li yıllarda İstanbul'a gelen 150 bin Beyaz Rus'un Türkiye toplumunda kültür değişmesine sebebiyet verdiği hatırlanmalıdır. Yüzme bilmeyen, suyla hamam kültürü içinde temas eden Osmanlı kadın kimliği, Rus kadınların mayo ile denize girmeleriyle darmadağın oldu. Muhallebicilik gibi bir meslek, Rus kadınların açtığı “pastane” ile rekabet edemeyecek hale düştü.
Göç, iki kimlik alanının karşılaşması sonucunda kültürleşme (acculturation), kültürel erime (assimilation) ve kültürel uyum (integration) süreçlerini tetikleyen etkiler içermektedir.
Türkiye, henüz kendi iç kimlik karşılaşmalarını ve çatışmalarını halledememişken 3-4 milyonluk yeni bir etnik-kültürel kimlik varlığı ile de başetmek, dolayısıyla “yerlilik”-“millîlik” tanımlarını yeniden yapmak zorunda kalacak. Kalmalıdır. Anadoluculuk yeniden gündeme gelecek.
ORSAM'ın raporunda halkta Suriyeli sığınmacıların çoğunluğunun memleketlerine dönmeyeceği görüşü hâkim görünüyor. Bu nedenle göçmenlerin integrasyonu meselesine acil öncelik verilmiş.
Oysa, on ya da onbeş yıl içinde Türkiye'de Suriye kökenli Arap vatandaşlığın 10 milyonu aşacağı görülecek.
Böylece Türkiye, üç etnik nüfuslu bir yapı kazanacak. Bu üçlü yapının getireceği değişmelere hazır değiliz. Göçmenler integrasyon değil, vatandaşlık meselesinin içinde duruyor.
Sivil Toplum, Suriyeli mülteci akınını hak ve maddi boyutuyla değerlendiriyor. Bu anlamda ele alınan temel başlıkların başında “Mültecilerin hukukî statüsü” geliyor. Mazlumder'in Türkiye'de Suriyeli Mülteciler - İstanbul Örneği: 2013 raporunda “Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi'ne taraftır. Ancak Sözleşme'yi “coğrafi sınırlama” çekincesi ile kabul ettiğinden, Avrupa dışından gelip iltica talep edenlere “mülteci” statüsü tanımamakta; Avrupa dışından gelenlere “geçici sığınma” koruması sağlamaktadır” denilerek bu konuyu mültecilik kavramı altında dile getirmiştir.
Türkiye, Ekim 2011'de İçişleri Bakanlığı'nın aldığı karar ile Türkiye'de kayıt olan Suriyeli sığınmacılara “geçici koruma statüsü” vermektedir.
Mazlumder'in işaret ettiği konu önemli ama Türkiye'nin göçmenlerle ilgili “mülteci-geçici sığınma koruması” kapsamını aşan başka bir ajandası bulunması gereklidir. Zira Suriyeliler evlilik ve yeni doğumlarla hızla vatandaşlık statüsüne hak kazanmaktadır.
Bir de yasa önünde eşitsizlik buhranı doğacak.
Göçmenlerin konut sorunu, yerel halkın gelir beklentisiyle evlerinin üstüne, yanına kaçak, sağlıksız ve düzensiz yapılar inşa etmelerine neden olmaktadır.
Çarpık kentleşme sorunu derinleşiyor. Kent çeperlerinde kanunsuz yapılar haksız sermaye transferine sebebiyet vermektedir.
Ayrıca, göçmen nüfus, belediye hizmetlerinin yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Belediyeler il veya ilçelerindeki “kayıtlı nüfus sayısı” oranında bütçe almaktadır. Oysa, Suriyeli göçmenler “geçici koruma statüsü”nde kabul edilmektedir.
Yine ORSAM'ın raporunda zikredildiği üzere Türkmen şehri olan Kilis'te yerel halk göçmenlerin çoğunluğunun Arap olması nedeniyle; Hatay'da da Arap Alevi nüfus, Suriyelilerin büyük çoğunluğunun Sünni olması nedeniyle azınlık durumuna düşme kaygısı içindedir.
Devletin etnik ve mezhebî farklılıkları aşan bir “adil üst aklı” temsil etmesi gereği daha da belirginleşmektedir.
Kayıtdışılık sürdükçe “Kerim Devlet” varlığa çıkamaz.
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter