Lütfi Bergen

Kamusal alanda kıyafet

28.08.2017 05:49:53

 ‘Kamusal Alan ve Başörtüsü' konusunu mesele haline getiren Alev Erkilet haklı olarak ‘Kamusal alan' kavramı için Habermas'a müracaat ederek O'ndan şu alıntıyı yapar: “Özgür vatandaşların ortak kullandığı (koine) polis'in alanı, tek tek şahıslara ait olan (idia) oikos'un alanından kesin olarak ayrılmıştır. Kamusal hayat, bios politikos, pazar meydanında, agora'da cereyan eder. Fakat mekânsal olarak bağlanmış değildir. Kamu, mahkeme ve meclis görüşmeleri biçimine de bürüebilen müzâkerelerde de oluşabileceği gibi (lexis), savaşta ve savaş oyunlarındaki gibi ortak eylemlerde de (praxis) oluşur… Kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak, özel hayat alanında özerk olmaktır. Özel alan, (Yunanca) adı itibariyle de eve bağlıdır; dolaşım halindeki bir servete ya da emek gücüne sahip olmak, ev ekonomisi ve aile üzerindeki egemenliğin ikamesi olamaz…Yani polis'te bir şahsın konumu, oikos'taki despotluğuna bağlıdır. Hayatın yeniden üretimi, kölelerin çalışması, kadınların hizmeti, doğum ve ölüm oikos despotluğunun şemsiyesi altında cereyan eder” (Habermas, 1997: 60; Erkilet, Eleştirellikten Uyuma, BüyüyenAy Yayınları, 2015: 8).

Alev Erkilet'in Habermas'tan aktardığı bu parçayı yeterince analiz etmediği kanaatindeyim. Çünkü alıntıda açıkça ‘oikos'un reisi'nin ‘kamusal alan'a katılma hakkına işaret edilmektedir. Bu, sadece ‘pater familias'ın siyasal, ekonomik, toplumsal statüsünün tanınması anlamına gelmektedir. Roma hukukunda oikos'a bağlı yaşayan ‘aile fertleri' kadın ya da erkek olsun Baba'nın ‘patria potestas' yetkilerine boyun eğmek zorundadır. Kamil Doğancı-Fulya Kocakuşak'ın makalesinde de ifade edildiği üzere “Pater familias  aile fertlerini açıkta bırakabilir, evlenmelerine engel olabilir, boşayabilir, onları satabilir veya öldürebilirdi. Pater familias'ın mutlak hakimiyeti vitae necisque potestas  (=hayat ve memat) yetkisine dayanıyordu. Bu yetkiye dayanarak aile fertlerini Roma sınırları içinde öldürebilirdi. Diğer yandan aile fertlerinin işlemiş olduğu bazı suçların (hırsızlık, hakaret vb.) cezası da pater familias tarafından veriliyordu. (‘Baba') Patria potestas'ı altındaki kişileri veya kendi çocuklarını mancipatio yoluyla satabilirdi.” (Doğancı-Kocakuşak, Eski Roma Ailesinde ‘Pater Familias' ve ‘Patria Potestas' Kavramları, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 16, Sayı: 27, 2014/2). Habermas da Erkilet'in alıntıladığı parçada aile reisinin ‘despot' bir kimlik olduğuna ve ‘özel hayat alanında' kendisini sınırlandıran tüm hiyerarşilerden, mahkemelerden, meclis (yasama) gücünden ‘özerk' olduğuna işaret ediyor. Bir an için Roma hukukunun kadının da ‘aile reisi' olmasına izin verdiğini düşünelim. Onu kamusal alana taşıyan bu hukuk, kadını, ‘aile fertleri'nin alım-satımına, öldürülmesine karar vermeyi gerektirecek bir başkalaşıma uğratacaktı.

Erkilet, Batı'nın başlangıçta biricik olan tarihsel deneyiminde burjuva toplumun oluşumunu ve yapılaşmasını çözümlemede kullanılan sosyolojik kavramların Doğu-İslâm toplumlarına uyarlanmasının sömürgeci niyetlerle ilişkisine işaret etmiştir (Erkilet, 2015: 10). Ancak son tahlilde Batılı sosyolojinin kavramlarını ‘Doğu-İslâm' toplumlarının ‘kadın sorunu'na uyarlamaktan kaçınamamaktadır.

Erkiletin metninde eleştirdiğimiz ilk husus, ‘Aile Reisi – Pater Familias' olmayan fakat ‘Patria Potestas'a tabi erkeğin ‘eril iktidar' karşısında cinsiyetinin tartışılmamış olmasıdır. Alev Erkilet ‘Modernleşme ve Özel Alan-Kamusal Alan Dikotomisi Açısından Müslüman Kadının Dönüşümü' makalesinde “Wagner'in vurguladığı gibi aslında erkek egemen bir yapı arzeden ve kadınları özel alanlarına iterek dışlayan burjuva konusu”nu ele alırken  ‘Pater familias' yani ‘aile reisi' olmayan ‘erkek cins' hakkında söz söylememektedir. Böylece feminizmin “Bütün erkekler ‘kamusal alana' rahatlıkla girdi, kadınlar giremedi”  iddiasına yakalanmaktadır. Bu, kadınların ‘Kamusal alan'a katılmasına eğilen tüm yazıların problemidir

Bir: Eğer ‘kamusal alan'da hak ve yetki sahibi kılınan ‘pater familias' ‘erkek' ise bu erkeğin despotluğuna maruz kalan cinsiyet (sex) nasıl tanımlanacaktır? Genellikle bu tür yazılarda ‘kamusal alana çıkamayan erkek' kategorisi bulunmamaktadır. Osmanlı'da tımar sisteminde çiftçilik yapmak durumunda kalan ‘Türkmen-erkek köylü' Habermascı anlamda ‘kamusal alan oyuncusu' olamamıştır. Nurettin Topçu, köylülerin Kızılay'a giremediğini yazmıştır.

İki: Kadıncı söylemler tarih boyunca ‘eril iktidar' ile şekillendirilen ‘kamusal alan'ın despotik ve şedid özünün ‘erkek egemen' olduğunu iddia ettiler. Acaba bu erillik, erkekler efendilik-kölelik imal ettiği için mi; yoksa hegemonya, erkekleri bu işe ayarttığı için mi ortaya çıkmaktadır? Eğer erillik, şiddet-hegemonya içeriyorsa Habil niçin Kabil karşısında ‘hegemonik-eril' davranmadı? Hz. Peygamber (asv) niçin Mekke'nin fethi günü amcasını şehid eden ekibi (Ebu Süfyan, Hind, Vahşi) infaz etmedi? Bu durumda ‘tarihsel erillik' yaklaşımını kabul edemeyiz.

Üç: Erken Cumhuriyet döneminde ‘köylü millet' kendisini ifade edemezken, kadınlara yer açılmıştı: “Türkiye'de kadının kamusal alana çıkışı ve siyasal haklarını kazanması olağandışı koşullarda ve tepeden inme biçimde gerçekleşmiştir. Kadın, toplumsal yapının Batılı modele göre değiştirilmesini sağlamak amacıyla yerli seçkinler tarafından ‘modernleşme gereği' olarak kamusal hayata katılmıştır. Ancak ulusal politikaların kadının kamusal alana çıkışını desteklemesi bir özgürleşme olmamış, devlet-toplum karşıtlığının doğurduğu çatışmaların nesnesi yapmıştır.” (Erkilet, 2015: 14). Erkilet, Türkiye'nin bu özgün tarihsel deneyiminin sosyolojik çözümlemeye yansıtılması gerektiğini teklif eder. Fakat Türkiye'yi analiz ederken bu kez Doğu'da rastlanmayan ‘sivil toplum' kavramına başvurur: “Müslüman toplumlarda kadının kamusal alana çekilmesi, kendiliğinden bir toplumsal değişimin sonucu olmayıp, devletin sivil topluma müdahalesinin başlıca alanlarından birini oluşturmaktadır” (Erkilet, 2015: 14).

Müellif, kamusal-özel alan dikotomisini kullanmakta, ‘sivil toplum' kavramına başvurmakta ve Cumhuriyet modernleşmesinin ‘kadın' politikasını ‘özgün çakışma' olarak vermektedir. Bu durumda Türkiye'nin ‘özgün'lüğü daha geçmiş tarihine giderek ortaya çıkarılmalı değil midir?

Osmanlı toplumunda özellikle ‘nesep asabiyeti'nin kırıldığı devirlerden itibaren ‘kamusal alan' ‘erkek'lere değil, ‘devşirme-cariyelere' açılmıştır. Osmanlı yıkılıp Cumhuriyet kurulduğunda ‘devlet' mekanizmasının ‘seçkin' tanımı da değişmiştir. Diğer değişle ‘kamusal alan'a çıkarılacak kadroların yeniden tanımlanması kaçınılmaz olmuştur. Cumhuriyet seçkinlerinin 1946'ya kadar kadının kılık ve kıyafetine dair bir yaptırımı yoktu. Ancak erkeklerin kıyafeti hakkında iki kanun çıkarıldı.

YORUM YAP