Bütün dünyayı saran feminist ideoloji, “kadının erkek egemen bir yapı tarafından ezildiği”ni iddia etmekte, erkeği kadınla eşitlemeye dönük algı oluşturmaktadır. Erkekler beş konuda kadınlar tarafından eleştirilmektedir:
1) Kadın işsizliği erkeklere göre yüksek boyuttadır. Çalışan kadınlar da erkeklere nazaran daha düşük statüde istihdam edilmekte veya düşük ücret almaktadır;
2) Ev içi emeği (yemek yapmak, çamaşır, bulaşık, temizlik, çocuk bakımı) bütünüyle kadına bırakılmış ve ücretlendirilmemiştir; 3) Kadının özne olmasına, kendi kararlarını kendisinin almasına izin verilmemektedir. Kadın da “birey”dir ve kendi hayatı hakkında kocası/babası/erkek kardeşinden daha fazla hak sahibidir.
Bu nedenle kadın da tıpkı kocası gibi “emr-i bil maruf, nehy-i anil münker” vazifesini yerine getirmek için seyahat edebilir, geceleyin toplantılara katılabilir; 4) Kadının tesettürü kimliğini izhar etmekte iken erkek “seküler” bir görünümle toplumda yer almaktadır. İslâm'ın görünürlüğü “tesettürlü kadın bedeni” üzerinden gerçekleşmektedir. Erkekler “örtülü kimlik mücadelesi” vermedikleri için meslekî kariyerleri kesintiye uğramamıştır.
Bu nedenle kadın örtüsü hakkında konuşma hakları yoktur; 5) Kadınların İslâm fıkhındaki talak, miras gibi “eşitsizlik” içeren hükümleri karşısında maddi özgürlüklerini kazanmaları, kendi ayakları üzerinde durmaları gerekmektedir. Erkekler, evliliklerinin bir aşamasında eşlerini boşayarak onların iktisaden mağdur olmalarına neden olmaktadır.
Kadınların yukarıdaki söylemine karşı “erkek evin reisidir” şeklinde verilen cevaplar muhatabı ikna etmemekte, getirilen eleştirilerin gerçek hayat hikâyelerinden hareketle dile getirilmesi söylemi güçlü kılmaktadır. On yıllık, on beş yıllık bir evlilik boşanma veya erkeğin terki ile sona erdiğinde kadınların evleri için yaptıkları fedakârlıkların karşılığı olmamaktadır. Boşanmış kadınların ana-baba evine dönmesi de ya maddi yoksunluklara bağlı olarak ya da örf/âdet gibi kültürel nedenlerle mümkün görünmemektedir.
Diğer taraftan İslâmî feminist algıda “erkek” kimliği, “başörtüsü mücadelesi” sırasında kadınları yalnız bıraktığından “kahramanlık mitosu”nu yitirmiştir. Kadınlar kendi içlerindeki dayanışma ruhu ve mücadelelerle diplomalarına ve mesleklerine ulaşabilmiştir. Yaşadıkları maddi-manevî mağduriyetler sonunda iktisadî özgürlüklerini kazanmışlardır. Dolayısıyla “Kadınlar çalışıp para kazandığına göre erkek artık ‘kavvam' değildir” görüşü, hâkim bir tez olarak kabul görmektedir. Çalışan kadınlar bu tezden hareketle, geleneksel fıkhın kabul ettiği içtihatların modern toplumla uyuşmadığını ileri sürmektedir.
Kadın söyleminin arka planında yer alan bu dinamikler, kadının istihdamını, toplumsal alanda rol üstlenmesini, statü kazanmasını her geçen gün daha belirgin kılmakta ve kamusal görünürlük arttıkça politik taleplerde bulunmasına yol açmaktadır.
Sürekli gelişen, kendini yetkinleştiren bir “cinsiyet tavrı”, iktidar ve öteki saydığı kimliğin boşalttığı yere geçmeye talip olmaktadır. Bu gelişme ve yetkinleşme arayışının kimi örneklerinin “tesettürde yeni tarzlar, moda tutkusu, seçkin-elit sınıf tarzı, savurganlığa varan tüketim kalıpları, servetin teşhiri, tesettürlü cinselliğin aşırı vurgulanması” şeklinde tezahürü eleştirilse dahi, kadın hakları savunucuları meseleyi “bitmemiş bir süreç” olarak değerlendirmektedir. Böylelikle İslâmî feminizm kendine yeni hedefler/idealler belirlemekte, dinamizmini korumaya çalışmaktadır.
Zikri geçen dinamizm nedeniyle, ideallerini koruyan kadın çevreleri sıklıkla “Erkekler kadınlar hakkında konuşmasın” diskuruyla “kendilerine mahsus alan” için tek söz sahibinin kendileri olduklarını beyan etmekte; “Erkekler, kadınlar hakkında konuşacaklarına kendileri hakkında konuşmalı; erkek tesettürü, ev içinde adalet-şura ve merhamete dayanan bir idare konusunda hamle yapmalıdır” demektedirler.
Gerçekten de erkekler kadınlar hakkında artık konuşmamalıdır. Artık konuşma nikâhla bağlanılan kadın ile ve sözleşme kapsamında olmalıdır. Nikâh şahitli ve mümkünse yazılı bir akit olduğuna göre, kadının çalışıp çalışmaması, tesettürü, ev içi görevlerinin tayini, evin nafakası, mal ayrılığı rejimi gibi konular nikâhın kıyılması sırasında belirlenmelidir.
Erkekler kendi görevlerini ve haklarını tayin eden bu sözleşmeyi yazılı olarak tespit ettiğinde kadınların erkekler hakkında konuşmasının maddi temeli kalmayacaktır.
yazarın, neden kadınların kamusal görünürlüğünden ve politik taleplerinden rahatsız olduğunu anlayamıyorum.
yazarın çok sert ve fıkıh diliyle bir yazı kaleme aldığını düşünüyorum. kadınlar ne zaman erkekler hakkında konuştu ki?Genelde sessiz çoğunluk kadınlardır. Yıllar içinde zoraki elde ettikleri birkaç temel hak içinde bu kadar sorun çıkarmaya gerek yok.
yazı neredeyse bir manifesto gibi.Başlığından son cümlesine kadar.Yazıdan, kadınlar hiç bir hak iddia etmesin, çünkü tüm dayanaklarında haksızlar gibi bir anlam çıkarıyorum.Yazıda Müslüman erkeklerin, kadınlar tarafından ezildiğini ya da mevcut popüler dünya görüşlerinin bunu yapmaya çalıştığı tezi savunuluyor ve Müslüman kadınlar, kapilalizmin kölesi olmaya gönüllüymüş ve uğurda her şeyi yok edecekmiş gibi bir algı uyandırılıyor.
Devir nisa tayfasının devri hepimizi kucaklayıp götürüyor hayatı kıyamete. Evlilik sayısı kadar boşanmanın olduğu toplumda evlilik saçmalık hale geliyor. Erkek arvattan kadın heriften mahrum. Çocuklar ebeveynler den sevgisiz saygısız örf adet gelenek görenek bilmeyen vandallar yolda geliyor