Boşanan erkeğin en büyük kâbusu, boşandığı kadına yıllar boyunca ödeyeceği “yoksulluk nafakası”dır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda bu konuda bir düzenleme bulunmaktadır:
- TMK madde 175: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
Mevzuattaki bu düzenleme gereğince koca aleyhine iki kriter getirilmektedir.
Kocanın maddi imkânsızlığı veya işsiz olması onu yoksulluk nafakası ödemekten kurtarır mı? Kocanın işsiz olması veya maddi durumunun kötü olması kadın lehine “yoksulluk nafakası” hükmedilmesine engel teşkil etmemektedir. Aşağıdaki Yargıtay kararında bu yönde içtihatta bulunulduğu görülmektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2011/ 13625 Esas 2012/ 9291 Karar: “Davalının çalışmasına engel bedeni ve fikri bir maluliyeti bulunmamaktadır. Mali gücünün zayıflığı, yoksulluk nafakasıyla sorumluluğuna mâni değildir. Nafaka yükümlüsünün mali gücü nafakanın miktarına etkilidir. Davacının boşanmada bir kusurunun bulunmadığı ve herhangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, bu sebeple boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. Öyleyse davacı yararına, davalının mali gücüyle orantılı uygun miktarda yoksulluk nafakası (TMK.md.175) taktiri gerekirken, isteğin yasal olmayan gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır."
Boşanan kadının asgari ücretle çalışması eski kocanın yoksulluk nafakası ödemekten kurtarır mı? Boşanan koca/erkek aleyhine ikinci kriter de bu soru kapsamında ortaya çıkmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun yerleşik kararlarında “asgari ücretle çalışılmakta bulunulması” boşanan koca aleyhine “yoksulluk nafakası” yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Aşağıdaki Yargıtay kararında da bu husus açıkça hükme bağlanmıştır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2008/11154 Esas 2008/14633 Karar: “Davada; tarafların 20.01.2006 tarihinde boşandıkları, davalı lehine 200 YTL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, ancak boşanma kararından sonra davalının sigortalı olarak çalışmaya başladığı ve yoksulluktan kurtulduğu ileri sürülerek nafakanın kaldırılmasına karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davalının yoksulluğunun kalktığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. TMK'nın 176. maddesine göre; yoksulluğun ortadan kalkması halinde mahkemece nafaka kaldırılabileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir. Ancak Hukuk Genel Kurulu'nun yerleşik kararlarında “asgari ücretle çalışılmakta bulunulması” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemiştir. (HGK 07.10.1998 gün ve 1998/2-656 E ve 1998/668 K, 26.12.2001 gün ve 2001/2-1158 E ve 2001/1185 K sayılı kararları gibi). Yine; Hukuk Genel Kurulu'nun 28.02.2007 tarih ve 2007/3-84 ve 95 K sayılı kararında da asgari ücretle çalışılmakta bulunulması yoksulluğu ortadan kaldıran bir durum olarak kabul edilmemiştir. Bu durum ancak nafaka miktarını tayinde bir etken olarak dikkate alınmalıdır. Yukarıda ki açıklamalar doğrultusunda davalının asgari ücretle çalışıyor olmasının onu yoksulluktan kurtarmayacağı dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.”
*
Yukarıda da ifade edildiği üzere mevzuat boşanan erkek aleyhine iki kriter getirmektedir.
- Erkek işsiz kalsa dahi nafaka ödeme yükümlülüğü sona ermiyor.
- Kadın asgari ücretle işe girse dahi “yoksulluktan kurtulmuş” sayılmıyor.
Bu durumda boşanmış erkek/eski koca, eşiyle 1 gün dahi evlilik bağıyla birlikte olsa “ömür boyu nafaka”ya yükümlü kılınmaktadır.
Boşanmış kadın, başka biriyle evlenmediği takdirde eski kocasından süresiz nafaka talep edebilmektedir. Bu uygulama kadınların resmi olmayan (evlilik dışı) ilişkilere girebilmesine kapı açmakta veya genç yaşta rahibeler gibi yaşamak gibi bir sapma oluşturmaktadır. İslâm'da ruhbanlık (rahibelik) memnudur. Ömür boyu nafaka alan kadın aldığı nafaka ile “kısırlaştırılmaya” uğramaktadır.
Diğer taraftan kadın hareketi yıllardır “kadınların kendi ayakları üzerinde durmaları” söylemini ileri sürmektedir. Boşanmış kadına ömür boyu nafaka kurumu ile kadın, eski kocasının emeğini onunla hiçbir manevî/içtimaî/beşerî münasebeti kalmadığı halde ele geçirmekte, adeta erkek emeğini istismar etmektedir. Boşanmış kadınlar, yoksulluk nafakası kurumuyla emeksiz bir geçim yoluna sevk edilmektedir.
28 Temmuz 2018 tarihinde bir internet sitesinde yayınlanan yazıda boşanmış kadınlara yasa gereği yoksulluk nafakası bağlanması yolundaki mahkeme kararlarına karşı çıkan söylemlerin “din sömürüsü” olduğundan bahis edilmiştir. Bu yazıyı kaleme alan yazara göre ömür boyu nafaka karşıtı söylem, “Ataerkinin kadını güçlü kılan her uygulamayı tersine çevirmek için kullandığı, dini sömürü örneklerinden birisi”dir.
Yazar, ömür boyu nafaka talebini kadının sermaye transferine ihtiyacı kapsamında savunur ve gerekçelendirir: “Medeni kanun bizim örfümüz haline gelmiştir. Medeni kanunun tanıdığı haklardan eski Arap kültürü gerekçe gösterilerek geri gidiş kabul edilemez. Nikah gibi boşanma usulleri de ataerkil erkeğin azgın zorbalığını dizginleme aracı olarak girmiştir. Boşanmaların kolay olduğu ortamda erkek, ayrıldığı kadına karşı mali sorumluluk üstlenmediği takdirde, ataerkil zihniyetteki erkekleri sınırlayacak başa bir güç yoktur. Ekonomik eşitsizlikle baş etme yollarından biri olan nafaka, kadını güçlendirmektedir. Nafaka hakkı istemediği evliliğe mahkûm yaşamayı önlemek bakımından kadının boşanma hakkını kullanabilmesinin teminatıdır.”
Kadının ekonomik güçsüzlüğünün giderilmesini, evlendiği ve boşandığı eşi tarafından “evlenmek hatası” nedeniyle ömür boyu nafaka ile çözmenin adalet olmadığı ifade edilmelidir.
Önceki pek çok yazımızda da ifade ettiğimiz gibi dini gelenekte “mehir” ve eski Türk töresinde “kalın” müesseseleri, kadına ilahi bir pay ve armağan olarak getirilmiş ve fakat kocanın mal ayrılığı rejimi sayesinde malı/emeği üzerinde sınırsız hakkı kabul edilmiştir. Örfü inşa eden değerler İstanbul Sözleşmesi değil kadim gelenektir. Bu kapsamda biz evlilik akti içinde nafaka mecburiyetini, evlenmeden önce kadının mehir hakkını, karı-koca arasında mal ayrılığı rejimini, boşanan kadınların nafaka yükümlüsünün kendi baba/kardeşleri olduğunu savunmaktayız.
Feminist teoriyle İstanbul Sözleşmesi ekseninde hareket eden kadın kuruluşları ise kadının boşandıktan sonra kocasının nafaka alacaklısı olduğu fikrini sürekli gündemde tutmaktadır. Bu yaklaşım büyük problemler oluşturmaktadır.
Nafakayı ödemeyen koca, İcra İflas Kanunu'nun (İİK) “Nafakaya İlişkin Kararlara Uymayanların Cezası” başlıklı 344. maddesi gereğince İcra Ceza Mahkemesi'nden alınacak bir kararla üç ay tazyik hapsi cezası alabilecektir.
İİK m. 344 (Değişik madde: 18/02/1965 – 538/136 md.; Değişik madde: 31/05/2005-5358 S.K./15.mad):
“Nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra kararın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir.”
*
Eski kocanın nafaka borcunu ödememesi halinde mahkeme kararının yerine getirilmesi için İcra Müdürlüğü'ne başvurularak icra takibi başlatılır. Nafaka borçlusuna icra emri tebliğ edilerek birikmiş nafaka alacakları faiziyle birlikte talep edilir.
Nafaka borçlusu, borcunu ödemediği takdirde, adına kayıtlı malvarlığına, maaşına ve hatta diğer alacaklardan farklı olarak emekli maaşına haciz konulabilir.
Tazyik hapsi cezasında borçlu borcu ödeyerek hapis cezasından kurtulmaktadır. Ancak ödenecek meblağ sadece nafaka bedeli olmayıp birikmiş borca icra takip masrafları, faiz ve karşı taraf vekâlet ücreti de eklenmektedir. Nafaka borçlusunun üç aylık cezasını cezaevinde geçirdiği süre içinde yeni gelen aya ilişkin nafaka borçları doğar. Nafaka yükümlülüğü bitmedikçe bu yeni borçlar hakkında da yukarıdaki prosedür yeniden işletilerek tazyik hapsi talep edilebilecektir.
Tazyik hapsi cezası, disiplin cezası olup şartla salıverilme hükümleri uygulanamaz veya cezanın ertelenmesine gidilemez. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bir kararında bu karara varmıştır:
T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006/16-304 Esas 2006/273 Karar:
“Yakınanın 05.07.2005 tarihli şikayetinin, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ilişkin ödenmeyen nafaka alacağını kapsadığı ve üç aylık yasal şikayet süresi içinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. O halde suç, şikâyet tarihinden bir ay öncesindeki cari nafaka borcunun doğmasıyla 01.06.2005 tarihinden sonra oluşmuştur. Yerel Mahkemece sanığın tazyik hapsiyle cezalandırılması isabetlidir. Öte yandan, CGK'nun 14.11.2006 gün ve 220-231 sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bir tür disiplin hapsi olan hapsen tazyik yaptırımı, 5237 sayılı TCY'da düzenlenen yaptırımlardan farklı niteliktedir ve CMY'nın 223. maddesinde belirtilen niteliğinde değildir. Hapsen tazyik yaptırımında amaç, bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak olduğundan, alt sınırdan belli bir ceza belirlenmesi gerekmemekte, yükümlülük yerine getirilene kadar ve en çok 3 ay süreyle kişinin yükümlülüğüne uygun davranması için zorlanması söz konusu olup, kararda belli bir sürenin öngörülmesi, yaptırımın bu niteliğine aykırı olacaktır. Bu nedenle Yerel Mahkemece 3 aya kadar verilen tazyik hapsi, 5271 sayılı CMY'nın 232. maddesine aykırı değildir.”
Boşanan kocaya eski karısı nafaka artırımı davası açarak her sene yoksulluk nafakası miktarını yükseltebilecektir.
Erkekler boşandıkları eski eşleri tarafından nafaka yükümlülüğüne mahkûm edilmektedir. Mevzuat erkeğin de boşandığı eski karısından nafaka talebini kabul etmektedir. Bu konuda bir Yargıtay kararı aşağıdadır:
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2016/6525 Esas 2016/16201 Karar:
“Mahkemece davalı-karşı davacı erkek lehine aylık 250 TL yoksulluk nafakasına hükmolunmuştur. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının doktor olarak çalıştığı aylık 9.000 TL gelirinin, evi ve arabasının olduğu, davalı-karşı davacı erkeğin ise herhangi bir işinin, gelirinin ve malvarlığının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı-karşı davalı erkek lehine takdir edilen yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.”
*
Mevzuatın düzenlediği eşler arasında eşitlik ilkesinin erkekler tarafından eski eşlerine karşı uygulanması talebini toplum sağlığı açısından tutarlı görmemekteyiz. Bugüne dek erkeklerin ömür boyu nafaka yükümlülüğü, nafaka ödememe suçu kapsamında cezaevine sevki konusunda kadın talepleriyle şekillenen bir içtimai yapı oluşturulmuştur. Erkeklerin mevcut mevzuatı “misilleme” olarak kadınlara karşı kullanması bir çözüm değildir. Mevcut mevzuat uygulaması son tahlilde erkeğin yaptığı ikinci yasal evliliğindeki kadının mağduriyetine sebebiyet vermektedir. Toplumun “ömür boyu nafaka” düzenlemesinden büyük yaralar aldığı, yüz binlerce erkeğin ve ailenin bu düzenlemeden mağdur olduğu ortadadır.
Boşanmış erkeğin de şiddete maruz kalabileceğinin kabulü gerekmektedir.