Günümüz İslâmcılığı “yerli-millî İslâmcılık” ve “ümmetçi İslâmcılık” kavramlarıyla belirlenen iki düşünce bloğuna ayrışmış görünmektedir.
En son “İttihad-ı İslâm”cı bir yazar bu ayrışmayı tescilleyerek şöyle yazdı:
“Filistin, Bosna, Suriye, Ümmet, İslam Birliği demeye mecburduk. Miladi 12'nci asırda Anadolu'dan binlerce Türk ve Kürt, Bilad-ı Şam topraklarındaki Haçlı istilasını sona erdirmek ve Kudüs'ü kurtarmak için Arap kardeşlerinin yanında sefere koşarken, ‘Hepimiz aynı gemideyiz' şuuruyla hareket ediyordu. Bu şuurdan yoksun bir “yerlilik” de “millilik” de olmaz olsun! Nureddin Zengi'ler “Kudüs, Kudüs” deyip durmasalardı, Anadolu mu kalırdı? Burası Lehistan yahut İrlanda değil; daracık bir alanda istiklâl türküleri söylemekle yetinemeyiz, Fransız İhtilali'nin vatan-millet anlayışına teslim olamayız.”
İslâmcılık düşüncesi Kudüs, Filistin Meselesi, Siyonizm gibi kavramlara duyarlı söylemlerle siyaset üretiyor.
23 Temmuz 1980'de Kudüs, İsrail'in başkenti olarak ilan edildi; 30 Temmuz 1980'de İsrail parlamentosu bu kararı onayladı. Bu gelişme üzerine Milli Selamet Partisi, 6 Eylül 1980'de Konya'da “Kudüs'ü Kurtarma Mitingi” düzenledi. Bu mitingin 12 Eylül 1980 darbesinin gerekçesi olduğu dile getirilmiştir.
30 Ocak 1997'de Sincan belediyesinin düzenlediği “Kudüs Gecesi” de 28 Şubat'a giden günlerin gerekçelerinden biridir.
Erbakan Hoca “Mukaddes Kudüs şehri bir İslâm şehridir, inşallah yeniden bir İslâm şehri olacaktır” demekte, Kudüs davasını sahiplenmekteydi.
“Yerli-millî İslâmcılık” düşüncesi Yavuz Sultan Selim'i, “İttihad-ı İslâmcılık” düşüncesi ise Selahattin Eyyübi'yi kendine örnek almaktadır. Bu iki hükümdar-komutan Kudüs meselesinde benzer “çözümler” uygulamışlardı.
Aşağıya konuyla ilgili üç alıntı yapacağım. İslâmcılık (“yerli-millî İslâmcılık” ve “ümmetçi İslâmcılık”) kendi tarihine dönerek meseleyi tartışırsa, yarına yekvücut çıkabilir.
Birinci alıntı:
“1099 yılında Kudüs, Haçlı Orduları tarafından işgal edilmiş ve burada bir “Kudüs Latin Krallığı” kurmuştur. Ancak, bu krallık uzun süre yaşayamamış, bölgenin güçlü devletlerinden Eyyubilerin hükümdarı Selahaddin Eyyubi tarafından 1187'de ele geçirilmiş, Filistin toprakları tekrar İslam egemenliğine girmiştir. Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü aldıktan sonra bütün Yahudilere Kudüs'e dönmeleri için çağrıda bulunmuş, birçok Yahudi de bu davet üzerine Mısır, Suriye, Mezopotamya, Güney Avrupa, Fransa ve İngiltere'den Kudüs'e geri dönmüşlerdir (…) Eyyubilerin siyasi otoritesinin zayıflaması üzerine (…) komutan Aybek Mısır'a gelmiş, 1250 yılında Eyyubi Devleti'nin toprakları üzerinde Memlük Devleti'ni kurmuştur. Bu dönem Yahudiler için sıkıntılı bir dönem olmuş, fakat Yavuz Sultan Selim'in 1517 yılında Ridaniye Savaşı'nda Memlükler'i yenmesi üzerine Yahudilerin sıkıntıları son bulmuştur (…) Filistin topraklarının Türk egemenliğine girmesinden sonra, bu topraklara özellikle de Kudüs'e Avrupa ülkelerinden Yahudi göçü başlamış, ilerleyen yıllarda da bu göçler giderek artmış ve Yahudiler 18. yüzyılın ortalarında Kudüs'te nüfusun çoğunluğunu meydana getirmişlerdir” (Murat Gül & Bekir Ali Yüksel, İsrail'in Dış Politikasını Anlamak: Tevrat, On Emir, Vadedilmiş Topraklar Ve Üstünlük, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 6, Say: 1, 2016: 341).
İkinci alıntı:
“1099'da Papa II. Urban'ın çağrısı üzerine Avrupa'dan kutsal toprakları kurtarma inancıyla gelen Haçlılar, Kudüs'ü ele geçirerek burada Kudüs Latin Krallığı'nı kurmuşlar, Hıristiyanlığı yaymaya uğraşmışlardır. Haçlıların Selahattin Eyyubi'nin yönetimindeki Müslüman ordusu tarafından 1187'de bu topraklardan çıkartılmasından sonra Kudüs yeniden İslam egemenliği içerisinde kalmıştır (…) Yahudilere yine belli ölçülerde özgürlükler tanınmış, Kudüs'e dönmeleri sağlanarak burada yaşamalarına müsaade edilmiştir. Selahattin Eyyubi'nin ölümü üzerine Haçlı orduları 1193'te bu bölgeyi tekrar ele geçirmişler ancak Haçlıların Eyyubi'den sonra Mısır'da iktidara gelen Memluklara 1291'de yenilmeleri ile kutsal topraklar üzerindeki hâkimiyetleri sona ermiştir (…) Osmanlı İmparatorluğu'nun 1517 yılında bölgeyi kontrolü altına alması ile 200 yıl süren Memluk hâkimiyeti sona ermiştir. Osmanlılar bölgeyi hâkimiyetleri altına almalarının ardından idari olarak dört alt bölgeye bölerek Şam'a bağlamışlardır. Yüzyıllardır ihmal edilmiş ve sefalet içindeki Kudüs ve çevresinde düzen tesis edilmiş, tüm dinlere mensup halklara özgürlük tanınmıştır. Bu ortamın etkisiyle bölgedeki Yahudi varlığı ve kültürü yeniden yeşermiştir” (Sedat Kızıloğlu, İsrail Devleti'nin Kuruluşuna Kadar Geçen Süreçte Yahudiler Ve Siyonizm'in Gelişimi, Kırıkkale Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı: 1, 2012).
Üçüncü alıntı:
“Bugün İsrail dediğimiz topraklarda Yahudilerin yaşaması Romalılarca yasaklandı. Onun için diaspora var (...) Romalılar, topraklara hâkim oldular ve (…) burası bundan sonra Yeruşalim, Yehud ya da başka bir yer değil, sizin bildiğiniz yerlerden değil; burası ‘Palestina' dediler. Filistin adı oradan geliyor (...) ve onların orada yaşamalarını yasakladılar (...) Bu kaide Yavuz Sultan Selim'in Doğu seferi sırasında ihlal edildi ve Yahudilerin Kudüs'e dönebilecekleri kabul edildi (...) Yahudiler o hadiseyle beraber Kudüs'e gidebilen insanlar oldular” (İsmet Özel, Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklâl Yürüyüşü, c: 1, Tiyo Yayınları, 2012: 56-57).
Yahudilere Kudüs'ü açan, Selahaddin Eyyubi ve Yavuz Sultan Selim olmuşken, zikredilen iki İslâmcılık birbiriyle Kudüs-Filistin meselesi üzerinden kavga ediyor.