“Siyasetnâme” teriminin “seyis” (at bakıcısı) kelimesinden gelmesi tesadüf değildir. Kök-Türk devlet felsefesinin etkisi altındaki bu metinler atlı-devlet düzeninin değişik yorumlarıdır. Osmanlı'da reâya savaş atına binemezdi.
Sencer Divitçioğlu, Oğuz boy düzeni içinde kesilen koyun ya da atın hangi parçasını hangi obanın alacağının belli olduğuna işaret ediyor: “Oğuz Yabgusunun (örneğin Kün Han'ın) ülüşü, hayvanın (koyunun, atın) başı, ucası ve bağrıdır (…) Oğuz Yabgusu kesilen hayvanın hem baş tarafını hem de kıç tarafını alır. Ne öndedir, ne de arkada. Bu, onun henüz siyasal erki ve otoriteyi temsil etmediğini simgeler” (Divitçioğlu, Oğuzdan Selçuklu'ya, Yapı Kredi Yayınları, 2000: 54). Divitçioğlu etin paylaşımını listeler: Üç Ok'lardan Bayındır: Uyluk-kalça, Çavuldur: Yanbaş-böğür, Salgur: Aşıklı Ülik-kalça, Alayundluğ: Umaca-kuyruk kemiği, Igdır: karı ilik-kolun üst kısmı, Yıva: Yağrın-yağır-Ön kolla baş arası, alır. Boz Ok'lardan ise Avşar: Uyluk-kalça, Yazgır: Yanbaş-böğür, Kayı: Aşıklı Ülik-kalça, Dodurga: Umaca-kuyruk kemiği, Alka Evli: karı ilik-kolun üst kısmı, Beğdili: Yağrın-yağır-Ön kolla baş arası, alır.
Divitçioğlu, boyların toplanıp kağanlarını seçtiklerini belirtir. Kağan seçme, at-koyunun sırtlarından kesilerek çift taraflı yeminleşmekle gerçekleşir: “(boylar) Camuha'yı kağan seçmeye karar verdiler. Bir aygır, bir de kısrak keserek karşılıklı ant içtiler” (Divitçioğlu, 2000: 55). Bahaeddin Ögel'de de “yabgunun henüz siyasal erki temsil etmediği” fikri bulunmaktadır: “Yabgular (…) Hun hakanından sonra gelen bir memuriyet (…) Hun çağında Yabgu unvanını daha çok, Hunlara bağlı Batı Türkistan ve Fergana kralları taşıyorlardı” (Ögel, 2016: 322). Halk askerî bir düzenle yaşadığından obalar arasında yerleşme düzeni baştan belirlenmiş olmaktaydı. Ögel, Büyük Hun Devleti'nin görünüş bakımından sivil; fakat gerçekte ise askerî bir teşkilata sahip olduğunu belirtir (Ögel, 2016: 315).
Devletin ve ordunun sol kanadının Doğu'yu temsil ettiğine daha önce temas etmiştik. “Sağ kanat, yani devletin Batı bölgesiyle (Batı) ordularını da Hun İmparatorunun kardeşleriyle yakın akrabaları idare ediyorlardı. Sivil ve askerî idare diye bir ayırım yoktu” (Ögel, 2016: 315).
Öğel'e göre “Her boyun devlet içindeki durumu ve derecesi, o boyun sahip olduğu güç, kuvvet ve nüfus çoğunluğuna dayanırdı (…) Kim devlet ve askerlik gücüne ne kadar katkıda bulunursa, onun devlet içindeki değeri de o kadar yüksek olurdu” (Ögel, 2016: 319).
Anlaşılacağı üzere Kök-Türklerin boy düzeni, İbn Haldun'un bedevî toplumlarıyla bağdaşmamaktadır. O halde, Osmanlı yöneteni İbn Haldunculuğu niçin önemsedi?
Ögel, Hükümdar hakkında bir ayrıntı verir: “Türk yazıtına göre, hükümdarın olduğu kadar vezirinin de bilge ve alp olması gerekiyordu. Hükümdar ile halktan gelen vezir, ‘birbirini tamamlayan' (…) özelliklere sahip idiler (…) Büyük Hun Devleti'nde ‘bilgelig', ‘alp' olmaktan daha önce gelen bir özellik idi. Nitekim Bilge-Kağan'ın buyruk'u, yani veziri de Bilge Tonyukuk unvanını taşıyordu” (Ögel, 2016: 316). Ögel'in vurguladığı bu ilkelerin Farabi'nin Medinetü'l Fazıla adlı eserinde yer aldığını görüyoruz: “Fazıl şehrin reisi gelişigüzel bir adam olamaz.” Farabi'nin reisi, bilge ve “Harp yorgunluklarına bedenen mütehammil ve harp sanatının esaslı ve tâli özelliklerini bilen” biridir. “Hikmet, riyasetin şartı olmaktan çıktığı gün –diğer şartlar bulunmuş olsa da- fazıl şehir reissiz kalır” (Farabi, Medinetü'l Fazıla, MEB Yayınları, 1990: 90). Farabi, şehri – toplumu ‘reis' fikrine göre inşa ediyordu: “Fazıl şehir de böyle olmalıdır: bütün cüzüler, derece ve mevkilerine göre, ilk sebebin maksadını güdecek yolda yürümelidirler (…) Tabiat ve doğuşunda riyasete müstaid olan kimsenin yapacağı sanat herhangi bir sanat olamaz. Zira şehirdeki sanatların çoğu, riyasete değil, hizmet etmeye mahsustur. Zaten insanların çoğu hizmet etmek için yaratılmışlardır” (Farabi, 1990: 84). Farabi, Türktür.
Ögel'in verdiği bilgilere göre “her hükümdar değiştikçe komutanların da değiştirilerek yerine yeni tayinler yapılması” söz konusu olmaktadır (Ögel, 2016: 322). “Orta Asya'da (Mete'nin askerî dehasıyla kurulmuş) temel düzen, daha sonraki yüzyıllarda da durmadan devam etmiştir (…) Mete'nin kendisi de başlangıçta tümen komutanı idi (…) Mete, Yüeçilerden kaçtıktan sonra babasının yanına gelmişti. Babası (…) Mete'nin emrine bir tümen vermişti. Büyük Hun Devleti'nin temeli bu tümenle başlamıştı (…) Hun Devleti'ndeki esas ordu ve savaş birimi Tümen idi: On bin atlıdan meydana gelen Hun savaş birliklerine Çin tarihleri de büyük önem veriyorlardı” (Ögel, 2016: 323). Ögel, Hunların ordu teşkilatıyla Oğuzların boy teşkilatını karşılaştırır, benzerlikler saptar: a) Hun İmparatoru = Oğuz Kağan; b) Hun: Sol / Sağ Bilge Prenslikleri – Devletin Doğu / Batı bölümleri = Oğuzların Bozok / Üçok boyları; c) Hun: Altı Köşe Komutanlıkları = Oğuz Kağan'ın Altı Oğlu; d) Hunların Yirmi dört Tümen'i = Oğuzların Yirmi dört boyu (Ögel, 2016: 323). Kök-Türklerde tüm obalar atlıdır ve halk-ordu komutanlıklarıdır.
Mahmut Arslan, Kağan'ın meşruiyetini Han-Hakan sülalesinden gelmekle aldığını ifade etmektedir: “Çoğunlukla hükümdar adayı, ölen kağan'ın en büyük oğlu, o yoksa aynı sülalenin yaşça en büyük erkeği oluyordu. Mete, Bumin, Kutluğ Kağanlar bu usule göre seçilmişlerdir (…) Cengiz Yasa'sında şöyle denmektedir. “Cengiz'in erkek evlâdı ahfadından olmayan hiçbir kimse, kendini Han ilan edemez. Bu ahfadı da ancak kurultay'ın kararı ile Han olabilir” (Mehmet Arslan, Eski Türk Devlet Anlayışı ve Kutadgu – Bilig, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, c: 1, 1986).
Doğu'da oturan Timur'un Batı'da oturan Yıldırım Bayezid'in üstüne gelmesi ‘töre'nin bozulmasındandır. Bayezıd, Doğu'nun topraklarında hâkimiyet aradı, Sultan-Kağanlık iddiasında bulundu. İbn Haldun'a Osmanlı'nın teveccühü Türkmenlerin a'raplaştırılmasına meşruiyet sağlayan teorisinden kaynaklanıyor. Nitekim Türkmenler attan indirilince (tımar düzeni bozulunca) a'rablık kaçınılmaz oldu.