İbn Haldun'un bir diğer yanılgısı şehirler hakkındaki ifadelerinde görülür. Müellife göre devletin kuruluşu şehrin kuruluşundan önce olup şehir ve kasabalar ancak devletin ikinci döneminde kurulmuştur: “Bina inşa etmek ve şehir kurmak, refah ve rahatın icabı olan hadârî temayüllerdendir. Bu işe bedevilikten ve onun gösterdiği hususiyet ve temayüllerden sonra gelinir. Ayrıca şehirlerde ve kasabalarda âbideler, muazzam eserler ve büyük binalar mevcuttur. Bu gibi yapılar, özel kişilere değil, umuma mahsustur. O halde bu çeşit binalar birçok elin bir araya gelmesine ve çok sayıda kişinin yekdiğerine yardımcı olmasına ihtiyaç gösterir. Bu gibi şeyler, herkes için aynı derecede şiddetle ihtiyaç duyulan (umumi belva kabilinden) zaruri hususlar olmadığı için, halk ona gönüllü ve hevesli olarak veya mecbur bir şekilde yönelmez. Daha açıkçası halkı buna zorla sevk etmek icab eder. Ya hükümdar, asâsiyle kahır ve cebir yoluyla onları buna sevk eder veya mülk ve hanedanlıktan başka kimsenin altından kalkamayacağı çok miktarda ecir ve sevapla, (ücret ve karşılıkla) buna teşvik edilirler. Şu halde şehirlerin inşa edilmesi ve kasabaların kurulması için mülkün, (hanedanlığın) ve devletin mevcudiyeti şarttır. Sonra belli bir şehir kurulup bu şehri kuranın güttüğü maksada, orada mevcut hava ve toprak (coğrafya ve iklim) şartlarının icabına göre şehrin inşaatı ikmal edilince, bundan sonra hanedanlığın ve devletin ömrü o şehrin de ömrü olur, şehir hanedanlık kadar yaşar. Şayet hanedanlığın ömrü kısa olursa, hanedanlık sona erince, o şehirdeki hayat da durur. Umran geriler ve şehir harap olur. Şayet hanedanlığın ömrü uzun, müddeti geniş olursa, orada durmadan yeni iş yerleri (imalathaneler) açılır, çok sayıda ve miktarda geniş binalar yapılır, surların teşkil ettiği daire (ve çarşı ve pazarın tuttuğu saha) büyür ve uzak yerlere kadar yayılır. Böylece şehrin kapladığı alan genişler, bir baştan öbür başa kadar olan mesafe uzar gider, yüzölçümü hadsizce genişler.” (İbn Haldun, Mukaddime, Dergâh Yayınları, c: 2, 1991: 811-812).
İbn Haldun'un “şehirleri devletlerin kurduğu fikri” Mekke'nin insanlık tarihindeki yeri nazara alınırsa kabul edilemeyecektir. Bilindiği üzere Kur'an “Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur'ânen arabiyyen li tunzira ummel kurâ ve men havlehâ / Böylece biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarasın” (42 Şura 7); “Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârakun musaddıkullezî beyne yedeyhi ve li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ / İşte bu (Kur'an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke'yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır” (6 Enam 92) ayetlerinde “şehirlerin anası- ummel kurâ” kavramına yer vermiştir.
İmam Mâtûrîdî bu kavramı şöyle izah etmiştir: “Denildi ki, Ummukurâ'dan maksat Mekke'dir. İki sebepten dolayı Mekke'ye Ummukurâ denmiştir. Birincisi, çünkü Mekke şehirlerin aslı ve öncüsüdür, müfessirlerin belirttiğine göre yeryüzünün yaşamaya elverişli hale getirilmesine Mekke'den başlanmıştır. İkincisi, ona Ummukurâ denilmiştir. Çünkü insanlar hac sırasında oraya giderler, hac ibadetlerini orada yaparlar, orayı gaye edinir ve orasını ana sayarlar, namazlarında oraya yönelirler, hâsılı orası şehirler halkının yöneldiği yerdir” (Ebû Mansûr el- Mâtûrîdî, Tevîlâtü'l Kur'an, Ensar Yayınları, c: 5, 2016: 162).
İbn Haldun da Ummukurâ'dan bahsetmiş, ancak bu kavramı “şehir” tasavvuruyla izah etmemiştir: “Mekke'ye Ümmu'l-kura, (köylerin anası, kasabaların merkezi, bk. En'am, 6/92), yüksek olduğu için Kâbe de denilmiştir. Zira Kâbe, yüksek demek olan “Ka'b”dan gelmektedir. (Kâbe, o bölgedeki binaların en yükseği olduğu için bu ismi almıştı). Mekke'ye, Bekke de denilmiştir. Buraya Bekke adının verilmesi hususunda Esmai, ‘Çünkü halk oraya ulaşmak için yekdiğeriyle kakışırlardı, (bekke, kakmak demektir), yani birbirini def ederlerdi', demiştir. Mücahid ise, ‘Bekke kelimesindeki B harfi, M şekline dönüştürülmüştür, nitekim mahreç yakınlığı sebebiyle lazım kelimesini lazibır şeklinde de telaffuz ederlerdi', diyor. Nehai ise; ‘Bu kelime B ile okunursa, beyt (Kâbe), M ile söylenirse, belde manasına gelir', demiştir. Zührî, B ile Bekke mescidin tümüne, M ile Mekke ise Harem'e (sacred precinct) denir', diyor” (İbn Haldun, c: 2, 1991: 829).
İbn Haldun, Beytu'l Makdis, Mekke-Kâbe ve Medine'deki mescidi yeryüzünün en faziletli üç temel mabedi saymakta, ancak bu mabetleri şehri oluşturan temel saik saymamaktadır. Ümmu'l-kura kavramını, “köylerin anası, kasabaların merkezi” olarak ele almakta ve kavrama “şehir” anlamı vermemektedir. Diğer taraftan Kâbe'nin Hz. Âdem tarafından inşa edildiğine işaret ederek Mekke'nin tarihini insanlığın başlangıcına götürmekte, ancak buradan bir şehir teorisi çıkaramamaktadır: “Mekke: Söylendiğine göre bunun evveliyatı şöyledir: Âdem (a.s.) bunu (semadaki) Beytu'l-mamur'un hizasında ve karşısında olacak şekilde inşa etmiş, ama bir müddet sonra Tufan onu yıkmıştır. Bundan bahsedenler, bu fikri mücmel olan şu ayetten iktibas etmişlerdir: İbrahim ve İsmail, Kâbe'nin temellerini yükseltirlerken (Bakara, 2/127)” (İbn Haldun, c: 2, 1991: 824). Allah Mekke'yi niçin “şehirlerin anası” saymaktadır?
Sözlüğe göre Şehîr: Şöhret kazanmış, Medîne-i kebîre, Şâr, Medîne. (Şemseddin Sami, Kâmus-i Türkî, TDK Yayınları, 2015: 1129, 1133). Hacı Bayram-ı Veli'nin meşhur şiirinde de “şar” kelimesi bulunmaktadır. Şiirin ilk dizesinde şehri yaratanın Allah olduğu zikredilir: “Çalabım bir şar yaratmış.” Sonraki iki dizede şehir-pazar ilişkisi kurulur: “Âşıklar canı satılır / Ol şarın bazaresinde.” Şiirin son dizeleri ise şöyledir: “Hacı Bayram kendi banlar / Ol şarın minaresinde.” Banlamak: “ezan okumak.” Böylece anlamaktayız ki, şehir “Pazar kurulan, kurtuluşa çağrılan” beldedir. İbn Haldun, şehrin bu anlamından çok uzaktadır.