Önceki iki yazımızda İbn Haldun'un “bedâvet” kelimesine verdiği anlamlandırmaların çelişkilerine değindik: 1. Bedevîler, hayırda hadarîlerden üstündür; 2. Bedevîler ziraatla ve koyun-sığır güdücülüğüyle uğraşırlar; 3. Bedevîler şehirde oturmadıklarından vahşidir. Kur'an'da (9 Tevbe 97) ayeti “bedevîlerin hayırda hadarîlerden üstün olduğu” fikrini yanlışlamaktaydı. Diğer iki önermenin de Bozkır toplumları tarihi nazarından yanlışlanabileceğine değindik.
İbn Haldun'un söz konusu kavramı Kur'an'dan değil de “bedâ-büdüvv” kökünden aldığını iddia eden Süleyman Uludağ'ın tezine karşı ise şunu söyledik: Eğer bedâvet kelimesi “Bedâ ve büdüvv (başlama, ortaya çıkma, ilk olma, verme) kökünden” gelmekteyse bunu “Bir toplum zaruri ihtiyaç maddeleriyle yetinmek zorundaysa bedevî ve göçebedir” şeklinde anlamlandırmak imkân dışıdır. Çünkü böyle bir anlamlandırma, Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa'yı şehirsiz-vahşi (a'rab-bedevî) peygamberler derekesine düşürür. Zikri geçen peygamberlerin bir kısmı çoban ya da çiftçidir. Hz. İbrahim ise şehir dışında tek başına yaşamış ve karısı Hacer ile oğlu İsmail'i de Kâbe'nin yanında yapayalnız bırakmıştır. Ashab-ı Kehf de mısır'ı terk ederek mağaraya sığınmıştır. Diğer taraftan Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Zülkarneyn ve Hz. Peygamber “duvar” inşa etmişlerdir. Duvar inşa etmek şehirle ilgilidir. Bu durumda “Bedâ ve büdüvv” kelimelerinin İbn Haldun'un paradigmasını tasdik edecek şekilde anlamlandırılması doğru değildir.
Kuyruğu Düğümlü Atlar:
Eyüp Akman makalesinde “İnsanlık tarihinde hayvan terbiyesinde önce ren geyiği, sonra at ehlileştirilerek insanlık hizmetine sunulmuştur. Alman âlimi Potratz ‘Eski Çağda At' isimli eserinde, yapılan kazılardan hareketle atın altı bin yıl önce Türkler tarafından ehlileştirdiğini söyler” ifadesine yer vermiştir (Eyüp Akman, Türk Kültüründe ve Azerbaycan Destanlarında At, Kastamonu Eğitim Dergisi, s: 233-248, Cilt: 11, Sayı:1, Mart, 2003).
M.Ö. 4-3. yüzyıllar arasına tarihlenen Orta Asya'daki “Pazırık Kurganı” adı verilen mezarda ele geçirilen halıda kuyruğu bağlı at figürü bulunmaktadır.
Nebi Bozkurt Ansiklopedi'ye yazdığı “Halı” maddesinde “Pazırık Halısı” hakkında bilgi verir: “Günümüze ulaşmış en eski düğümlü halı örneği, Rus arkeologu S. I. Rudenko tarafından 1947-1949 yılları arasında Pazırık'ta bir kurganda bulunan ve halen Hermitage Müzesi'nde muhafaza edilen halıdır. 1.89 x 2 m. ebadındaki halı don sebebiyle pek bozulmadan zamanımıza kadar gelmiş ve bu konuda çok önemli bir belge oluşturmuştur. Milattan önce V- IV. yüzyıllara tarihlenen ve santimetrekarede otuz altı Türk tarzı düğüm içeren bu halının büyüklüğüne rağmen bir eyer örtüsü olduğu sanılmaktadır. Halının ikisi geniş, üçü dar beş bordürü vardır ve zemin dama tahtası gibi eşit ölçüde karelere bölünmüştür. Karelerin içinde yıldız biçiminde dört yapraklı birer çiçek motifi, bordürlerde ise aslan- grifon, kuyruğu bağlı ve yelesi kesilmiş at üzerinde süvari ve sığın (Orta Asya geyiği) tasvirleri görülmektedir” (Nebi Bozkurt, Halı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 15, ss: 251-262, 1997: 253). Geyik ile Türkmenler arasındaki ilişkinin Anadolu'da da sürdüğü bilinmektedir: Geyikli Baba.
Yaşar Çoruhlu'nun makalesinde Pazırık Kurganı'nda bulunan halı hakkında şu izaha yer verilir: “Halı Türkmen halılarındaki motif ve renk anlayışı ile uygunluk taşımaktadır. Orta kesimde bulunan motifleri Türk damgalarıyla, lotus (nilüfer) çiçeği süslemeleri ile Türk halılarındaki Göl denilen motiflerle karşılaştırmak mümkündür. Ayrıca bu motifi dört yön sekiz bucak motifi olarak ele almak da mantığa uygundur. Geyik figürleri (N. Diyarbekirli'ye göre) İç Asya'da yaşayan ‘Alces Machis' denen bir türdür. Bu cins geyik İran ve Ön Asya'da bulunmamaktadır. Geyik üzerindeki şekiller Türk hayvan üslubuna ait tasvirlerde de yer almaktadır. Atın yanında yürüyen veya üzerine binmiş halde yer alan süvariler İç Asya'da soğuklarda giyilen türden bir başlığa, ayrıca çizme ve pantolona sahip olarak Orta ve İç Asya kıyafetiyle karşımıza çıkar (…) Atkuyruğunu bağlama veya kesmenin mitolojik, dinî ve sembolik anlamları yüzyıllarca Türk toplulukları arasında yaşamıştır” (Yaşar Çoruhlu, Hun Sanatı, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365844).
Canan Parla da makalesinde Melik Şah'ın Diyarbakır'da yaptırdığı Zafer Anıtı'ndaki kuyrukları düğümlü/bağlı olarak tasvir edilmiş dörtnala koşan at figürlerini Dîvânü Lugâti't Türk'te yer alan “Kuyruğu iyice bağladık, Tanrıyı pek çok övdük, Dizginleri çekip atı mahmuzladık, Aldatıp yana kaçtık” dörtlüğünden hareketle şöyle yorumlar: “(Bu dörtlük) Göktürklerin seferden önce zafer için dua etmeleri ve Malazgirt Savaşı'na başlamadan evvel Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın dua edip, asker ve komutanlarına son kez hitap ettikten sonra Türk töresi gereğince bizzat atının kolanını sıkarak kuyruğunu bağlaması, ardından tüm komutan ve askerlerinin de atlarının kuyruklarını bağlamaları, Türklerde başlangıçtan beri savaş öncesinde dua edildiğini ve atkuyruklarının bağlandığını gösteren delillerden sadece bir kaçıdır. Koşumlu at figürlerinin dörtnala koşmakla Sultan Melik Şah'ın enerjisini, batıya doğru durdurulamaz ilerleyişini ve hızını anlattıkları, Melik Şah zamanında Diyarbakır için yapılan iki yıllık savaşı hatırlatarak Diyarbakır'a ve Büyük Selçukluların Orta Asya kökenlerine atıfta bulundukları ileri sürülmüşse de, Melikşah Burcu'nda kuyrukları düğümlü/bağlı olarak verilmiş dörtnala koşan at figürlerinin öncelikle Sultan Melik Şah komutasında her zaman savaşa hazır, hızlı süvari birliklerinden oluşan Büyük Selçuklu ordusunu temsil ettikleri ve Büyük Selçuklu askeri gücünün simgesi olarak burada bulunduklarına hiç kuşku yoktur” (Canan Parla, Büyük Selçuklu Sultanı Melik Şah'ın Diyarbakır'da yaptırdığı Zafer Anıtı İki Burca İkonografik Yaklaşım, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 9/10, p. 865-884, 2014).
Türklerin kuyruğu düğümlü atları'na işaret ettik. İbrahim Kafesoğlu da İbn Haldun'un (Türkler göçebedir) paradigmasını at ve demirin ekonomisi üzerinden eleştirir.