Türk düşüncesinde İbn Haldun'un bedavet-göçebelik konusunda yazdıklarından etkilenmeyen fikir adamı bulmak pek mümkün görünmüyor. İbn Haldun'un görüşlerinin Türk düşüncesini bu derece etkilemesinin sebebi ne olabilir?
Bir: Osmanlı Devleti, kendisini kuran marifet topluluklarından kopunca 1402'de Timur tarafından yıkıldı. Bu savaşta (Ankara Savaşı), Türkmenler ve Anadolu Beylikleri Timur'u desteklediler. 1453'te İstanbul fethedilince Sultan II. Mehmed'in de Türkmen asker-kadı ve ulemaya kesin bir tavır koyduğunu görüyoruz. Bu siyaset, 1453-1500 arasında tımar sistemini yapısal anlamda değilse de psikolojik olarak etkilemiş olmalıdır. Nitekim bu siyasetin memnun etmediği Türkmen topluluklar Erdebil Tekkesi'nin devletleşme sürecine katkıda bulunmak üzere Anadolu'dan İran'a tersine göç hareketi geliştirdiler. Sadece bu hadise dahi İbn Haldun'un tezlerini çürütmektedir.
Safevî Devleti'nin kuruluşunu (1501) Türkistan-Horasan'dan Anadolu'ya yönelen Türkmen nüfus hareketinin İran coğrafyasını beslemesiyle ilişkili düşünüyoruz. Böylece Anadolu ile İran coğrafyası aynı nüfus yapısına dayandığı halde, Selçuklu havzası olduğu halde parçalandı. Bu parçalı yapı nedeniyle Osmanlı, (1511) Şahkulu, (1519) Bozoklu Celal'in isyanıyla yaklaşık yüz yıllık sürece yayılan Türkmen isyanları dönemine girdi. Bu iki olay (tersine göç ve Yüzyıl İsyanları) Osmanlı'nın kurucu marifet topluluklarını kaybetmesiyle sonuçlandı.
İbn Haldun'un aydınlar üzerindeki ilk etkisi bu tarihsel arka plan ile okunmalıdır. Devleti yeniden inşa etmek için hangi asabiyete dayanmak gerektiği sorusu, önce Osmanlı'yı ve ardından Safevî devletini kuran Türkmen Atlı Ordu yerine ücretli-piyade-devşirme Yeniçeri ordusunu cazip gösteriyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devleti tarihini yekpare düşünenler İbn Haldun'a referans verdiler.
Osmanlı'da ilk güçlü Batılılaşma, kardeş katlini uygulayan ilk padişah olan Yıldırım Bayezid (1389 – 1403) zamanında görüldü. Yıldırım Bayezid, Sırp Kralı'nın kızıyla evlendi. Timur'a karşı çıkarılan Osmanlı Ordusu'nun ¼'ü (yaklaşık 20.000 nefer) Sırp askerlerinden oluşturuldu. Yıldırım Bayezid'ın annesinin Bulgar Kralı'nın kızı Maria, eşinin ise Sırp Kralı'nın kızı Prenses Olivera olduğu düşünüldüğünde Türkmenlerin, Anadolu Beylikleri'nin ve Timur'un tepkilerini anlamak kolaylaşır.
İbn Haldun'un asabiyet tezleri Osmanlı yöneticilerinin Batılılaşmasını meşrulaştıran “ilahi kanun” iddiası içeriyordu. İbn Haldun, “keşfettiği” “ilahi kanun”la devletlerin ikinci devrede “soy asabiyeti”nden “bağlılık asabiyeti”ne geçtiğini ilan ediyordu. Osmanlı yöneteni için bu “tarihsel ve toplumsal kader” okuması, müsebbibinin kendisi olduğu meseleleri meşrulaştıran eşsiz bir izah modeli oluşturuyordu. Nitekim Celalî isyanlarından yılmış topluma “Bozuklukların Düzeltilmesi için Düstur” yazan Kâtip Çelebi'nin dahi Yeniçeri ordusuna karşı tımarlı sipahi (Atlı Ordu) düzeni öneremediğini ve İbn Haldun'un tezlerini savunduğunu görüyoruz.
İki: İbn Haldun'un tezlerinin sürekli gündemde kalmasının diğer sebebi, aydın-bürokratların Osmanlı-Türkiye'nin Batı karşısında “geri kalmışlığını” tarım toplumuyla ilişkilendirmeleridir. Bu teze göre Osmanlı (ve Türkiye) Batı karşısında “tarım toplumu” olmakta ısrar ettiği için varlık gösterememektedir. İbn Haldun'un “Bir toplum zaruri ihtiyaç maddeleriyle yetinmek zorundaysa bedevî ve göçebedir” fikrini alan aydınlar Türklerin tarih boyunca göçebe yaşadıklarını, Anadolu'ya geldiklerinde de kurdukları düzenin “köylülük” olduğunu ifade ettiler. Medeniyet “Londra-Paris gibi kentler yapmak, ağır sanayiden yüksek teknolojiye varan bir üretim düzeni kurmak” idealiyle mitleştirildi. Mukaddime'yi tercüme eden Süleyman Uludağ dahi İbn Haldun'un tezlerini “geri kalmışlık & gelişmişlik” kategorileri kurarak anlamlandırdı: “Şöyle de söylenebilir: Geri kalmış cemiyetler ilk, basit ve zaruri ihtiyaç maddelerini, gelişmekte ve kalkınmakta olan cemiyetler hacî ve lüzumlu ihtiyaç maddelerini, gelişmiş ve kalkınmış cemiyetler kemâlî ve lüks ihtiyaç maddelerini tüketirler. Böylece üretim ve tüketimin cemiyetlerin bünyeleri, yapı biçimleri ve içinden geçtikleri değişme süreci üzerindeki tesiri kısa ama özlü bir şekilde İbn Haldun tarafından gösterilmiştir” (Süleyman Uludağ, İbn Haldun-Mukaddime içinde dipnot, Dergâh Yayınları, c: 1, 1988: 415).
Bu yaklaşımda İbn Haldun'un fikirleri yirminci yüzyıl iktisat teorilerinin gelişmeci-ilerlemeci paradigmalarına indirgendi. Diğer taraftan asıl tartışılması gereken konu İbn Haldun'un paradigmasının kendisidir. İbn Haldun,“Maişetlerini davar ve sığır gibi (arazide güdülen) yayılan hayvanlardan sağlayanlar göçebedir” (1988: 418) ve “Bedeviler geçimlerini şehir haricinde ve arazide sağlayan köylü ve göçebeler(dir. Bunlar) Çiftçilik yapmak ve hayvan beslemek suretiyle tabiî olan bir geçim yolunu tutmuşlardır” (1988: 417) demekteydi. İbn Haldun'a göre maişetlerini davar ve sığır gibi arazide güdülen ve yayılan hayvanlardan kazanan Türkler, Türkmenler ve Kürtler göçebedir (1988: 418).
İbn Haldun'un tezi şudur: bedevîler (1. göçebeler, 2. ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlar) ihtiyaç maddeleriyle yetinirler. Hadarîler ise maişetlerinde, âdetlerinde refah ve kemâl nevinden olan lüks maddelere itina gösterir. Badiye (bedevîlerin yaşadığı kırsal, dağlar, köyler), şehir ve kasabaların köküdür. Bedevîlik, hadarîliğin aslıdır ve ondan önce gelir. Bedevîlik hayra yakındır. Onlarda hadarîlikteki kötü huylar, çirkin âdet ve alışkanlıklar, fena melekeler, şerler bulunmaz (1988: 419-421).
İbn Haldun'un bedevîlerin hadarîlere nazaran daha hayırlı olduğu iddiası Kur'an nazarından reddedilmiştir: “El a'râbu eşeddu kufran ve nifâkan ve ecderu ellâ ya'lemû hudûde mâ enzelallâhu alâ resûlihî, vallâhu alîmun hakîm / Bedevîler kafirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter hem de Allah'ın Rasul'üne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındırlar” (9 Tevbe 97). İbn Haldun, bedevîler hakkında açık hüküm varken konuyla hiç alakası olmayan bir ayete dayanarak “Bedevîler, hadarîlerden (ve şehirlilerden) hayra ve iyiliğe daha yatkındır” dedi (1988: 421). Delil gösterdiği ayet şuydu: “Hayır, Kim ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o takdirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever” (3 Al-i İmran 76). Ayetlerin bağlamından kopuk olarak delil alındığı söylenebilecektir.
İbn Haldun'un fikirlerine ikinci itirazım ise Türklerin davar-sığır güdücü olduğu meselesidir. Türkler davar güdücüsü değil at yetiştiricisidir. Tarihi at merkezli okursak paradigma değişir.
İbni haldunu eleştirmek için niye tövbe 97 ile kıyaslayıp 99 cu ayeti es geçiyorsunuz aklıma takıldı doğrusu saygılar.H.B. Çantay Tövbe suresi 99 -“Bedevilerden öyle adam da vardır ki Allaha ve âhiret gününe inanır, harc edeceğini Allah yanında yakınlıklara ve o peygamberin dualarına (vesîle) edinir. Haberiniz olsun ki bu, onlar için gerçek bir yakınlıkdır. Allah, onları rahmetine koyacakdır”. Şübhesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir. “