Lütfi Bergen

Hürriyet, özgürlük, nefs-i emmare

17.10.2018 00:12:31

Hukuk felsefesinin temel konusu “adalet” ilkesinin incelenmesidir. İnsan hak ve özgürlüklerinin devlet veya toplum tarafından hangi ölçüde sınırlandırılabileceği veya serbes (t-siz) ([1]) bırakılabileceği hususu “hukuk felsefesi” kapsamında değerlendirilir.

Kanun ile özgürlükler arasındaki ilişki dolaysızdır. Duguit'e göre bir kuralı hukuk kuralı yapan şey, onun kaynağı ya da kökeni değil hizmet ettiği amaçtır. Bu amaç, “toplumsal dayanışma” olarak belirir (Kozak, 2014: 10).

Hukuk kuralını diğer sosyal düzen kurallarından ayıran özellik, hukuk kuralının ihlali halinde ortaya çıkan yaptırım (müeyyide) unsurudur. Müeyyidenin gerçekleştirilmesi için devlet organına ihtiyaç vardır.

Hugo Krappe, “yasa” kavramını, “ister yazılı ister yazısız olsun, insanların neyin doğru olduğu yolundaki duygularından veya sezgilerinden kaynaklanan genel veya özel kural” olarak tanımlamıştır. Krappe için devletin görevi hukuk oluşturmak değil toplumun hak ve adalet ideallerine uygun kuralların tespit edilip bunlara “yazılı yasa” statüsü kazandırmaktır. Böyle olduğu için yasalar sadece halkı değil devleti de bağlayıcı sayılmalıdır (Kozak, 2014: 10-11).

İoanna Kuçuradi'ye göre üç çeşit “özgürlük” bulunmaktadır:

Antropolojik özgürlük: Kuçuradi, özgürlükten ne anladığımıza bağlı olarak insanın özgür olduğunun veya olmadığının söylenebileceğini ifade eder. Ancak bu tartışmaların David Hume'a verdiği referansla aşılabileceği kanaatindedir: “Özgürlükten yalnızca istemenin belirlenmelerine göre eylemde bulunma ya da bulunmama gücünü anlarsak, özgürlük vardır. Ama özgürlükten isteme belirlenmeden eylemde bulunmayı (nedensiz eylem, rastgele eylem) anlarsak, özgürlük yoktur” (Kuçuradi, 1994: 2). Kuçuradi, Hume'un fikirlerini Kant'ın anladığını da ekler. Kant'ın “etik yasa” ve “pratik buyruk” ile ilgili önermelerini hatırlatır:

Kant'a göre özgürlük bir ‘ide', yani insan aklının ürettiği bir fikirdir. İnsanın istemesini, eğilimleri, çıkarları belirleyebileceği gibi, saf aklın ürünü olan etik yasa da belirleyebilir. ([2]) Etik yasa bize eylemde bulunurken, herkes için genel bir yasa olabilecek bir ilke ile eylemde bulunmayı isteme tarzı geliştirmemizi emreder. Bu, belirli bir durumda ne yapılması gerektiğini değil her durumda neyin istenmesi gerektiğini dile getiren bir yasadır. Böylece belirli bir durumda ne yapılması gerektiğini, her defasında bireyin kendisi bulmak zorundadır.

Neyin istenmesi gerektiğini ise Kant, “pratik buyruk” ile gerekçelendirir. ([3]) Bu, eylemde bulunurken kendimizi de başkasını da eğilimlerimizi, çıkarlarımızı gerçekleştirmek için araç görmemeyi; başkasına yaptığımızı insan olmanın bilinciyle yaptığımızı ve onun için yapmamızı bize emreden buyruktur. Böylece Kant'ta “özgürlük”, eylemde bulunurken yukarıdaki kapsamda “istemek” anlamına gelir; eylemlerimizin değil istemelerimizin özelliği “özgürlük” olur (Kuçuradi, 1994: 3).

Kuçuradi, Sartre'a da “antropolojik özgürlük” bahsi içinde yer verir. Sartre'da kişi eylemde bulunurken, onları kendisinin koyduğu bir amaç için, tasarımladığı ama henüz varolmayan bir şeyi gerçekleştirmek üzere ortaya koyar. Bu anlamıyla eylem, özgürlüktür. Burada özgürlük belirlenmemişliktir. İnsanın varoluşunu önceden belirleyen hiçbir şey bulunmamaktadır. İnsanın özgürlüğü, eyleminin belirlenmemişliği, henüz olmayan bir şeyi gerçekleştirmek için istemeyi, varolmayan şeyi gerçekleştirmeyi amaç olarak belirlemesi ve bu varolmayan (amaç veya tasarı) tarafından eylemesi özgürlüğünü ifade eder. Kişi için bu özgürlük olgusal zorunluluktur. İnsan, olanaklara doğru yönelmek ve kurduğu tasarıları gerçekleştirmek için eylemde bulunmak zorundadır. Bu iki anlamda gerçekleşir: 1) “İnsanın varoluşu ve olduğundan önce gelir” (existentia'sı, essentia'sından önce gelir) sözü uyarınca, insan önce varolmalı ve sonra seçip yaptıklarıyla insan olmalı (özgür olmalı)dır; 2) Bir insanın “olduğu insan olması”, sürekli bir “kendini meydana getirme” oluşturmalıdır. Yani, belirli bir anda olduğunun ötesinde var olmaya mahkûmdur. İçinde bulunduğu durumda değil gerçekleştirmek üzere seçtiği amaçlar tarafından belirlenmeye, hep eylemde olmaya mecburdur. “Özgür olamamada özgür değiliz” sözü de bu anlama gelir (Kuçuradi, 1994: 4-5).

İoanna Kuçuradi, ontolojik özgürlük anlamında “özgürlük” için, onun tür olarak insanın bir özelliği olduğu kanaatindedir. Ancak tür olarak insan için özgürlük bir olanak olarak (yaşamda bazı kişilerin gerçekleştirebileceği bir imkân olarak) mevcuttur. Yaşamda bazı kişilerin gerçekleştirdiği bu olanak, insanın onu diğer canlılardan ayıran özelliğidir. Böylece özgürlük insanın değeri olarak, yani diğer eylem olanakları arasında değerli eylemde bulunma olanağı olarak görünür (Kuçuradi, 1994: 4-5).

Etik özgürlük: Kuçuradi'nin işaret ettiği ikinci özgürlük, bir kişi değeri veya etik bir değer olarak özgürlüktür. Etik özgürlüğe sahip kişi, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” çelişkisinden arınmış bir tutarlılıkla hayat sürdürmektedir. Doğru değerlendirme yapabilen ve değer bilgisini hesaba katarak yaşayan kişiler “etik özgürlük” çabası içindedir. Bunlar, işlerini en iyi şekilde yapan ve olaylar karşısında gereken tavırları ortaya koyan kişilerdir (Kuçuradi, 1994: 10-11).

Toplumsal Özgürlük: Bu özgürlük, bir ülkedeki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde ve yürütülmesinde geçerli ilkelerin özelliğidir. Bu ilkeler, ülkenin eğitim işlerinin planlanmasında, yasaların yapılmasında, adalet işlerinin düzenlenmesinde ve genel olarak yönetimde geçerli kılınmış ilkeleri ifade eder. Toplumsal özgürlük ile etik özgürlük arasında koparılamaz bir ilgi bulunmaktadır. Çünkü toplumsal özgürlüğü etik olarak özgür kişiler sağlayabilir. Toplumsal özgürlük hukukî alandadır.

Toplumsal özgürlüğün kavramsal içeriğini çeşitli özgürlükler oluşturur. Ona iki açıdan bakılabilir: Kişi açısından, devlet açısından. Kuçuradi, bu noktada “temel haklar” ile “özgürlükler” arasında tefriki temellendirir: temel hakların taşıyıcısı kişilerdir; temel özgürlüklerin taşıyıcısı ise devlettir.

Kişiyi merkeze alarak toplumsal özgürlük:

Kişi hakları iki hak kategorisinden oluşur: Kişinin temel hakları (her kişinin sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu haklar) ve yurttaşlık hakları.

Kişinin temel haklarının birinci kısmı, kişilerin bazı etkinliklerini gerçekleştirirken engellenmemeleri istemiyle ilgilidir. Bunlar, kişiye, bir eylemini, istemini gerçekleştirirken “hiç kimse” tarafından dokunulmaması isteminde bulunma hakkı verirler. Bu istemler hukukî geçerliliği olan bir belgeye konulduğunda ya da yasa haline getirildiğinde “özgürlük” olur. Örnek olarak “düşünce özgürlüğü” adıyla çeşitli belgelerde yer alan hak, anayasada yer aldığı zaman teorik olarak herkesin ama pratikte bunu yapabilenlerin bir bilgi veya fikir getirme hakkına saygı gösterileceği güvencesi verir.

Kişinin temel haklarının ikinci kısmı, devlet tarafından kişilere (yurttaşlara) çizilen sınırlarla ilgilidir ve dolaylı olarak korunan haklar olarak belirir. Devletler ülkede yurttaşların içinde serbestçe hareket edebilecekleri sınırları çizer. Bu kişi hakları, bütün insanların eşit olduğu haklar değil ülkedeki ilgili yurttaşların eşit olduğu haklardır. Örneğin emeklilik hakkı ülkeden ülkeye farklılık gösterdiği gibi, ülke içinde de belirlenmiş çalışma yıllarına ait primlerin ödenmesi şartıyla kişi tarafından kullanılabilir. Dolaylı olarak korunan hakların “özgürlük” olabilmesi için, bütün ilgili yurttaşların bu haklarının aynı derecede korunabilmesinin sağlanması yeterli değildir. Özgürlük olabilmesi için insanlık onuruna yakışır derecede korunma olanaklarının sağlanması gerekir. Örneğin eğitim hakkının özgürlük olabilmesi için çocukların bütününün okumalarının sağlanması yetmez; bütün yurttaşlar için daha yüksek öğretim görme olanaklarının da sağlanması ve herkesin yeteneğine/ilgisine/etik değerine göre kendisini geliştirebilmekte engellenmemesinin sağlanması gerekir (Kuçuradi, 1994: 12-16).

Devleti merkeze alarak toplumsal özgürlük:

Bunlar kamu özgürlükleri olup devletin organları ve kamu kurum, kuruluşları ile oluşturulur. Devletin yapabileceği şey, ancak bu imkânı sağlamaktır. Gerisi kişilerin bu imkânı kullanmasına bağlanmıştır. Bu imkân sağlandığı halde yurttaşlar onurlu bir yaşam sürmeyebilir. Zira, onurlu yaşam, toplumsal özgürlükten önce kişilerin etik özgürlüğüne bağlıdır. Bu özgürlüklere örnek olarak kitle iletişim araçları verilebilir. Bu kurumlar kişilerin temel hakkının ya da haklar demetinin korunması için vardır (Kuçuradi, 1994: 17-18).

Kuçuradi'nin yukarıda özetlediğim “özgürlük” tasnifi başka bir yaklaşımla yeniden ele alınmalıdır. Bunun sebebi, “özgürlük” ile “hürriyet” arasındaki anlamsal farktır. Özgürlük/ freedom ile “Hürriyet” kelimesinin farklı anlam dünyalarını kurduğu ifade edilebilecektir. Bedri Gencer'in işaret ettiği üzere “hürriyet”, birinci olarak, Aristo'nun da anladığı şekilde, “kötü huylarını bastırarak kendine hâkim olma” ve ikinci olarak “kişinin Allah'a has kulluk haklarını tam anlamıyla yerine getirerek, başkaları tarafından güdülmekten kurtulma makamı” anlamına gelmektedir. Böylece “hürr” kişi birincisi, nefs'in, ikincisi insanların esiri olmamak halinde yaşayan kişidir (Gencer, 2005: 177).

Muhammed İkbal ise “Hürriyet, hayır veya iyilik için ilk şarttır” demektedir. İkbal'e göre “Hayır demek, insanın kendi rızasıyla ahlâkî bir kanun ve ideali takip etmesidir” (İkbal, 1984: 120). Buna göre nefs-i emmare ile hareket etmek özgürlük tasavvuruna aittir, denilebilir.

Gökhan Özcan'ın da benzeri bir tefrike işaret ettiğini görmekteyiz: “Özgürlük, bir durum olan ‘hürriyet'in değil, bir eylem olan ‘ihtiyar'ın karşılığıdır. İhtiyar ile kastedilen, pek çok değil, fakat sadece iki şık, yani iyi ve kötü arasında yapılan seçimdir. Çünkü ihtiyar kelimesinin anlamı ‘hayr'a bağlıdır. Dolayısıyla ihtiyar, iki alternatif arasında daha iyi olanı seçmektir. Özgürlük sorunu açısından bu nokta son derece önemlidir; zira iki seçenekten kötü olanı seçmek ihtiyar, yani özgürlük değildir, zulümdür” (Özcan, 2017).

Bu halde “hürriyet” kavramını Kuçuradi'nin tasnifinden istifade ederek yerine oturtabiliriz:

Hürriyet üç çeşittir: 1) Ontolojik hürriyet: Bütün insanlar yeryüzünde hayvan/bitki gibi bir varlık olmamayı seçmekte hürriyetle hareket ettiler. İnsanlar kesb (amellerinin iyi ve kötü sonuçlarını kazanmak) bakımından fiillerini seçmeye ve yapmaya muktedir kılındılar; 2) Din-ahlâk-değer seçme hürriyeti: Her insan ahlâk üzere yaşamak (hür olmak, iyilikte sebat etmek) veya özgür olmak (serbes kalmak, başı boş bırakılmak, nefsine/hevasına tabiyet) konusunda seçme kabiliyetine sahiptir; 3) Toplumsal hürriyet: İnsanlar beraber yaşamak mecburiyeti nedeniyle aralarındaki ilişkileri ilkelere/kurallara bağlarlar. Bu ilkeler de üç alan açar: 3a) Yasa, 3b) Hukuk, 3c) Adalet. Toplumsal hürriyet de “ahlak” ile “özgürlük” arasında çatışma üretir.

“Hürriyet”, hayr kavramı ile ilişkilendirildiğine göre bir talep “hayr” olmadığı halde “özgürlük” kapsamında olabilir. Örneğin, sigara içmek özgürlüktür, hürriyet değildir. Sigara içmek birinci olarak sağlığa zararlı, ikinci olarak israf kapsamında değerlendirildiğinde “hayr” kapsamının dışında kalmaktadır.

Özgürlük kavramına bağlanarak ileri sürülen “hak”lar da “hayr” olmayabilecektir. Örneğin bir malikin “mülkiyet hakkım var, göğe dilediğim gibi çıkabilirim” iddiasını haklı/yasal/hukukî sayanlar olabilir. Fakat bu hak, sınırsız şekilde ileri sürülerek başkalarının manzara/güneş görme hakkını kısıtlayabilir mi, yani “hayr” mıdır?

Yasa/hukuk/justice kavramlarının kendisinden neşet ettiği “özgürlük temelli hak”ların “hürriyetten doğan hak”larla çakışmayabileceği görülebilecektir. Örneğin Osmanlı toplumunda ev, arsa, tarla, bağ, bahçe vb. mülklerin satışı söz konusu olduğunda sırayla yakın komşuya (el-câri zî'l-kurbâ: mesken olarak yakın komşu) ve sonra aynı sokaktaki uzak komşuya (el-câri'l cunub) satın almada öncelik tanınır, komşular alamayacağını beyan ederse, satış mahalleye girmek konusunda kefil bulmuş hariçten birisine yapılırdı. Nisa suresinin 36. ayetinde geçen “yakın komşu” ile “uzak komşu” kavramlarından beslenen “hak” tasavvurunun, ahlâk/mahremiyet değerleriyle mahalle sistemi inşa ettiği görülmektedir. Özgürlük/freedom kavramından beslenen “hak” tasavvurunda ise mülkiyetin önünde komşu dahi olsa başkasının satışı kayıtlayan iradesine yetki verilmemektedir.

 

  • Gencer Bedri, XIX. Asır İslam Dünyasında Hürriyet Telakkisi, Liberal Düşünce Dergisi, sayı: 40, 2005
  • İkbal Muhammed, İslâm'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, Bir Yayıncılık, 1984
  • Kozak İbrahim Erol, Hukuk Felsefesi, Palet Yayınları, 2014
  • Kuçuradi İoanna, Uludağ Konuşmaları-Özgürlük Ahlâk Kültür Kavramları, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 1994
  • Özcan Gökhan, hafızanın Unutkanlığı, Yeni Şafak, 13.03.2017

 

 

[1] Serbest: Farsça, Ser: bağlı, Best: baş demektir. Serbest, “başı bağlı” demek olmalıdır. Ancak Şemseddin Sami'nin sözlüğünde dahi “serbest” kelimesine “azade, gayr-ı mukayyed, hür, muhtar, mahcup olmayan” anlamları verilmiştir (Şemseddin Sami, Kamûs-i Türkî, TDK Yayınları, 2015: 1067).

[2] Kant'ın etik yasası: “Öyle hareket et ki, senin istemeni belirleyen ilke, aynı zamanda, genel bir yasamada da ilke olarak geçerli olabilsin.”

[3] Kant'ın pratik buyruk'u: “Öyle hareket et ki, eylemde bulunurken, her defasında kendine ve başkasına sırf araç olarak değil aynı zamanda amaç olarak da muamele edebilesin.”

YORUM YAP