Muzdarip olduğumuz bir konu var. Daha önceki yazılarımda da yerini buldu ama içinden geçtiğimiz süre içinde dillendirilmesi, konuşulması ve gerekiyorsa mağduriyete sebep olanlar hakkında işlem de yapılmalı.
Anayasamızın 17.maddesine göre; Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz. 13.madde ise Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Medeni Kanunu Madde 24 ise; “… kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” demektedir.
Tababet ve Şuabatı sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 70.maddesi: “tabipler, diş hekimleri ve dişçiler yapacakları ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar…” hükmünü zorunlu kılar.
Hasta Hakları Yönetmeliği ise, 5, 22, 24, 25, 26. maddesi ise Sağlık hizmetlerinin uygulanması gereken ilkeleri belirlerken; 22. madde, “KANUNDA GÖSTERİLEN İSTİSNALAR HARİÇ OLMAK ÜZERE, KİMSE, RIZASI OLMAKSIZIN VE VERDİĞİ RIZAYA UYGUN OLMAYAN BİR ŞEKİLDE TIBBİ AMELİYEYE TABİ TUTULAMAZ…” hükmünü taşımaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24/1 maddesinde ise “TIBBİ MÜDAHALELERDE HASTANIN RIZASI GEREKİR. HASTA KÜÇÜK VEYA MAHCUR İSE VELİSİNDEN VEYA VARİSİNDEN İZİN ALINIR…” hükmü yer almaktadır.
Şimdi bu gerek anayasa, gerek kanun maddelerini ve gerekse yönetmelik maddelerini bir tarafa koyalım.
2012 yılında başlayan süreçte bir çok ailenin hakkında çocuklarına Sağlık Bakanlığının belirlediği aşıları yaptırmayan aileler hakkında Çocuk Koruma Kanunu dayanak gösterilerek “Sağlık Tedbiri Kararı” verilebilmesi amacıyla davalar açıldı. İşleyen mevzuata göre “sağlık tedbiri kararı” alınabilmesi için aileleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın gözlemesi ve çıkabilecek neticeye göre davaya müdahil olabilmesi gerekiyordu.
Sağlık Bakanlığının ve tıp çalışanlarının kanun okumayı bilmemesi ve yorumlayamamalarından dolayı bir çok aile, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca temel insan haklarını hiçe sayan bir uygulamaya maruz kaldı. Özellikle Kocaeli, Balıkesir, Sakarya,Yalova, Hatay,Uşak birimlerinin öne çıktığı, insanların çocuklarının velayetlerinin ellerinden alınabileceği ile korkutulduğu bir süreç yaşanmaya başladı. Süreç içinde kimin ne söylediğine bakılmadı. Genellikle mütedeyyin kimselerin aşı yaptırmaktan kaçındıkları görülüyor ve bu kişilerin dini sebeplerle aşı yaptırmadıkları, gerici oldukları gibi yaftalarla medyamız tarafından servis ediliyordu. Ama en önemlisi hiç bir zorunluluk olmamasına rağmen aileler çocuklarının velayetlerinin kendilerinden alınacağı belirtilerek zorla aşı yaptırmaya ikna edilmeye çalışılıyor, ikna edilemeyenler ise mahkemeye verilerek aşıları yaptırmaya zorlanıyorlardı.
Bir çok aile süreç içerisinde mahkemelerle başının belaya girmemesi amacıyla “ikna” edildi. İkna edilemeyenler ise bir hukuk mücadelesi içine girdi. Aslında hukuk mücadelesi diye bir şey olmadığı da açıktı. Çünkü mahkemeler gıyaben yapılıyor ve aileler mahkeme sürecinin başladığından habersiz oldukları için davaya müdahil olamıyordu. Müdahil olabilmenin yolu yine bir Yargıtay kararı ile oldu. Mayıs 2014'te bozulan bir mahkeme kararına istinaden ailelerin mahkemelerden haberdar olarak savunma yapabilmesinin önü açıldı.
Anayasada ve mevzuatta herhangi bir hüküm bulunmamasına rağmen gerek aile hekimlerince, gerekse aile bakakanlığınca ailelere karşı yürütülen bu hukuksuz mahkeme süreçlerine yol açılması aklımıza çeşitli sorular getirmekteydi. 2009 yılında Sağlık Bakanı olarak görevini icra eden Recep Akdağ'ın bile “kimseyi icbar edemeyiz” sözüne rağmen ailelerin aşı dayatmalarına icbar edilmesi iyi niyetle, çocukların üstün yararının gözönünde bulundurulmasıyla açıklanabilmesi mümkün değildi. Hukukun bilirkişisi konumunda olan savcı ve hakimlerimizin de bu konuda ailelere yapılan baskılarda müdahil olabileceği tamamen akıldışıydı. Mevzuatta ve hukukta yerini bulamayan bir konuda dayatmalarını ailelerin üzerinde “Demoklesin Kılıcı” gibi sallandıran hakimlerin birilerinin adına bu baskıları yaptığı, hükümetin itibarını yapılan dava başvuruları ve hatalı kararlar ile yoketmeye yönelik bir girişim olduğu aşikardır.
Bu kapsamda açılan davaların başlamasına neden olan ve dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ adına imzalanan Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 4 Ağustos 2011 tarih ve 25316 sayılı yazısına imza atan bürokratın; temel insan haklarına aykırı olan bir fiilin altına nasıl imza atabildiğinin incelenmesi ve FETÖ terör örgütü ile bir bağlantısının olup olmadığının irdelenmesi elzemdir.
Yukarıda bahsettiğimiz yazıyı gözönünde bulundurarak hiç bir sorgulama yapmadan, muhakeme yeteneğini kaybederek aileleri aşıya zorrlayan aile hekimlerinin, davayı açan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevlilerinin, davalarda “sağlık tedbiri kararı” uygulanmasına hükmeden hakimlerin ve kaybedilen davaların peşini bırakmayan Hazine Avukatlarının da FETÖ kapsamında sorgulanması gerekmektedir. Aşıların zorla yaptırılmasına yönelik olarak halkımızı hükümete karşı kin ve nefrete sürükleyecek hakim ve savcıların süreçte rol oynadıkları muhakkaktır.
Darbecilerin hükümete ve devlete karşı verdiği mücadelede her yolu kullandıklarını artık biliyoruz. Bu dayatmalarla halkın hükümete kin ve nefret duymasına yol açmaları da bir psikolojik savaş örneği olarak akıllardan çıkarılmamalıdır.