Lütfi Bergen

Horasan Türkmen teolojisi Ahîlik

21.11.2016 03:23:52

Ahî Dernekleri ile Esnaf Sanatkâr Odaları'nın sermayenin kazanç yolları hakkında eleştirel bakış getiremediği bir zamanı kovalamaktayız. Ahîlik meselesi, gerek merkezî dini söylemin ve gerek seküler söylemin içinde “esnaf ahlâkı, toplam kalite ve iş güvenliği” kapsamında ele alınmaktadır. Her iki söylem için de “kapitalizmin yayılışı” sorunlaştırılmamaktadır. Hem dinî müesseselerin hem de seküler yapıların referans odağında Ahîliğin yer alması gösteriyor ki Anadolu'da bu hareketi aşan bir siyasî-içtimaî-iktisadî toplumsallaşma ve “birlik tasavvuru” kurulamamıştır.

Kaleme aldığımız metinlerde de görüleceği üzere Ahîliği, Mikail Bayram'ın inşa ettiği paradigmanın dışında konumladık. Ayrıca bu hareketin Ahî Evren'in başında bulunduğu bir esnaf-zanaatkâr-sanayi hamlesi sayılamayacağını vurguladık. Tam aksine Ahîlik, Bacı-Gazi-Fakı-Abdal zümrelerinin uyguladığı programın neticesine bağlı bir “geçim ekonomisi hamlesi ve Rum diyarında pazar hâkimiyeti arayışıdır” dedik. Dolayısıyla Ahîler, zaten ahî (ikişer ikişer kardaş) olarak hayatı yürüten topluluklardır; onlar, ovalarda rençber, yaylalarda çoban, mezralarda değirmen sahibi, izbelerdeki dergâhlarda zakir olarak karşımıza çıkarlar, dedik. Yazılı kültür, şehirlerde karşımıza çıkan Ahîleri Mikail Bayram'ın çalışmalarında dile getirdiği “Ahî Teşkilatı” adıyla anmaktadır, diye de ekledik. Bu anlamda Ankara'da siyasal istikrarsızlığın (fetret devrinin) koşullarında ortaya çıkan “Ahî Devleti”, Ahîlerin esnaf-zanaatkâr koludur; bizatihi kendisi değildir, demek istedik.

Ahîlerin eşya tasarruflarına baktığımızda en zengin ile en fakiri arasında bir debdebe farkı bulunmamasına da dikkat çektik. Ahîler, satışını ve/veya üretimini yaptıkları mamülün muhatabını borçlandırmasından sarf-ı nazar eylediler, dedik. Bu zaviyeden bakıldığında örnek olsun diye veriyorum, bir ahînin 150-200 bin TL değerinde otomobillerin, 900-1500 bin TL değerinde dairelerin alım-satımını yapmasının imkânsızlığı ortaya çıkacaktır. Ahîler kendi elleriyle imal ettikleri, zanaatlarını konuşturabildikleri, göz-nuru verebildikleri “eşya”ları imal ederek içinde bulundukları toplumun garibanlarıyla muhatap olmayı özellikle tercih etti. Somuncu Baba'nın pazarda “somunlarım var” diyerek ekmek satmasını dinleyen müteahhitin “Abi biz de ahî felsefesiyle çalışıyoruz” beyanını tutarlı sayamıyorum. Hacı Bayram'ın medreseyi bırakıp burçak ekmesi karşısında, günümüzdeki esnaf-tacir-sanayici burjuva Müslümanlığının söyleyebileceği bir söz bulunmuyor.

 

Bugün, siyaset kurucularının aydın zümrenin önünde yürüdüğü gerçeğiyle muhatabız. Siyasete baskı aracı kurumlar olarak kabul edilen “sivil toplum”un düşünce üretemediği ortadadır. Siyaset kurucular, muhafazakâr aydınların dillendirmesi gereken konuları onlardan önce düşünüp dile getirmekte ve aydınımızın kalibresinin bu toplumun önünü açacak düşünce üretmeye kifayet etmediği şüphesine kapılmamıza meydan vermektedir.

Siyaset kurucular, “muhafazakâr gençliğin burjuvalaştığını”, “inşaatta insanı bireyleştirip yalnızlaştıran dikine büyümelere izin verilmeyeceğini” gündeme getirdiler. Kapitalizmin eleştirisinin siyaset üretici alanda yükselmesi aydının ayıbıdır. Daha önce de Türkiye'nin önde gelen sermaye grubunun temsilcilerinden biri “Vahşi kapitalizm son bulmalı” uyarısında bulunmuştu. Aydınlara hangi kitabı okuyacağını “öğreten” siyaset ve sermaye dinamiğinin “Türkiye'de derin ve kapsamlı bir aydın sorunu bulunduğu”nu fâş ettiğini düşünüyorum.

Türkiye'nin en önemli “aydın-yazar” derneklerinin, yazar birliklerinin yayınladığı kitaplar çoğunlukla bir elin parmağını geçmeyen yazarın telif-eserlerinden oluşuyor. Bu pratikten de anlıyoruz ki yüzlerce yazarın üye olduğu yazar derneklerinde etkin/dinamik/kurumsal anlamda fikir üreten epistemik bir cemaat bulunmuyor. Aydınlar diyelim ki kültürel hegemonyanın değişmesi adına başka meselelerle uğraşmaktadır; bu halde bile ülkenin geleceğini belirleyen süreçleri kentleşmeyi, kapitalist yayılmayı, toplumsal değerlerdeki ahlâkî aşınmayı görerek söz söylemeleri gerekirdi. Muhafazakâr aydınların “şehir” meselesi var mı?

Siyaset kurucularının medyaya yansıyan demeçlerine göre Türkiye'nin haritası 38 ilçenin il ilan edilmesiyle değişecektir. Biz de yıllardır “Anadolu'ya 15-20 şehir kurulması gerektiği” konusunda fikir beyan etmekteyiz.

38 ilçenin il olması mutlaka bir içtimaî hareketlilik getirecektir. Fakat bin yıldan beri Anadolu'da şehir kurucu zümrelerin aydın-ahî zümreler olduğu hususu hatırdan çıkmamalıdır.

Hacı Bayram-ı Veli'nin “Çalabım bir şar yaratmış / İki cihan aresinde … Nâgehan ol şara vardum / Ol şarı yapılur gördüm / Ben dahi bile yapıldum / Taş ü toprak aresinde” mısraları şehir kurucu zümrenin fikir adamları içinden çıktığına delildir.

Anadolu'da varlık sebebimiz Horasan irfanıdır. Horasan'dan gelen Türkmenler varlık binasının temel kazıklarını bu topraklara çaktılar. Şehir kurucu teolojinin/irfanın/fütüvvet mayasının taşıyıcıları ve temellendiricileri Horasan erenleridir. Seyyid Harun'un Horasan'dan gelip de daha önce bilmediği, adımını bile atmadığı bu topraklarda, Seydişehir'i kurması da gösteriyor ki Ahilik egzotik bir figürasyon değil, toplumun bütününü kucaklayan ve belirleyen nizam sisteminin uzamıdır.

Ahilik, şehir ve kır hayatını belirleyen, kontrol eden; hakları, meslekî mensubiyetleri ve ahlâkî değerleri koruyan bir içtimaî harekettir. Bir hicret ve Medine inşası programıdır.

Türkmenler Bu Ülke'ye hicretle gelip şehir=Medine inşa ederek Hz. Peygamber (asv)'in Mekke'den Medine'ye doğru gerçekleştirdiği “hicret ve şehir” sünnetini yeniden ihya etmiştir. Bu sünnetin toplumsallaşmasında “Müslüman pazarın tesisi” konusu da başat bir durak noktası, bir merhaledir. Müslümanlar Medine'de “Yahudi Pazarı”na karşı “Medine Pazarı” tesis ederek iktisadî anlamda ihtiyar/hürriyet kazanmış oldular.

Pazarın özgürleştirilmesi, pazarda kimsenin tekelleşmemesi ile ve pazar yerinin şahsi mülklere dönüştürülmemesi ile mümkündür. Anadolu'ya gelerek Pazar sistemini yeniden tanzim eden Horasan Erenleri'nin bazı meslek erbabını vakıf mülkü olan sukk-Çarşı'larda konumlaması nedeniyle Ahîlik, yanlış olarak esnaf teşkilatı zannedilmiştir.

Oysa Ahîlik, ikişer ikişer kardeşleştirilen (muâhât) toplulukların “hayat hamlesi”, Roma düzeninin kapitalist (yığmacı-tekasürcü) pratiğine yönelik “İsyân Ahlâkı”dır.

Ahiliği meslek ahlâkı içinde tanımlayarak kapitalist sürece eklemlemek, işçi kültürüne dönüştürmek şeklindeki yaklaşımlar Anadolu Nizamı'na ait değildir.

Çünkü ahilik işçi kültürü de, sermaye birikimi hareketi de değildir; küçük işletmeler toplumudur. Kapitalizmle birlikte sermaye birikiminin önü açılarak Anadolu'ya ait “el kasibu habibullah” şiarlı yapının tasfiye edilmesi iki sonuç ortaya çıkarıyor: 1) Serbest emek, “kendi için emek” proleterleşmekte ve “meta emeğe” dönüşmektedir; 2) Türkiye halkı proleterleşirken toprağını kaybetmekte ve giderek ülkenin Batısına süpürülmektedir.

Bugün ülkenin Doğusundaki şehir nüfuslarına bakıldığında Türkmenlerin sanki tarihte Malazgirt'te, Diyarbakır'da, Urfa'da hiç yaşamamış gibi varlıklarının silindiğini görüyoruz.

 

Lütfi Bergen

[email protected]

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter

YORUM YAP