Lütfi Bergen

Horasan’ın marifeti

12.04.2017 08:52:13

 “Horasan = Anadolu = Güneşin doğduğu yer” anlamdaşlığı nedeniyle “Horasan” dediğimizde “Anadolu” demiş oluyoruz. Bu yaklaşımın neticesi olarak Türk düşüncesinde Anadoluculuk fikri, Edirne-Ardahan-Sinop-Anamur arasındaki coğrafyadan taşan, Selçuklu havzasına yayılan marifet topluluklarının ahîlik ve fütüvvet programlarına işaret eder. İmam Cafer-i Sadık (702-765), İmam Musa el-Kazım (745-799), Ebu'l Hasan Harakânî (963-1033), Yûsuf Hemedanî (1048-1140), Ahmet Yesevî (1093-1166), Hacı Bektaş-ı Veli'nin (1209-1271) yürüttüğü Ahîlik-Fütüvvet programı, marifeti bu coğrafyaya getirmiştir.

Hz. Peygamber'in fethini işaret ettiği İstanbul bu coğrafyada olduğu gibi, peygamberlerin bir kısmının kimseden ücret-mansıp beklemeden sözü söylediği muhataplar da bu coğrafyadadır. Türkmenlerin Roma ülkesine gelmesini Moğol zulmünden kaçışla ilişkilendirerek izah etmenin eksik bir tarih paradigmasının zihin faaliyeti sayılacağı ifade edilmelidir. Oğuz, İslâm'ı kabul edince “Türkmen” oldu, bütün kütlesiyle Anadolu'ya yöneldi. Arap-İslâm fetih hareketi Kuzey Afrika'da yani Roma-Bizans'ın kolonilerinde kendine alan açarken, Türkmenlerin hedefi doğrudan Roma-Bizans'ın kalbine yöneldi. Ehl-i Beyt'i bağrına basan Türkmenlerin Anadolu'da tatbik ettiği marifet'in etkisi nedeniyle İspanya'da doğan, Şam, Bağdad, Mekke'de dolaşan Muhyiddin İbn-i Arabî (1165-1245) Konya'ya geldi ve Sadreddin Konevî'nin dul annesiyle evlendi. Sadreddin Konevi'nin babası Mecdüddîn İshak ile hocası Evhadüddîn Kirmanî, Abbasi Fütüvveti'ne ait programı yürütmekteydi. Bu programın Moğol istilası sırasında Anadolu'da dağıldığını söyleyebiliriz. Hacı Bektaş-ı Veli'nin yürüttüğü Ahîlik (musâhiplik)-Fütüvvet programı ise göçer-evli marifet topluluklarının Ehl-i Beyt'in belirlediği esaslarla örgütlenmesine dayandı, Balkanlara çıkarak İstanbul'u çepeçevre kuşattı.

Horasan Erenleri, Türkmen topluluklarını Rum-Bizans (Roma) ülkesinde Ahîlik (musâhiplik)-Fütüvvet programıyla örgütledi. Bu program bir taraftan Bizans'ın diğer taraftan Haçlıların Müslüman toplumlara ve Doğu halklarına yönelik zulmünü, şiddetini püskürtmeyi hedefledi. Yunan-Roma'da temellenen “Epistemoloji”nin Horasan Erenleri tarafından Anadolu'ya getirilen “Marifet” karşısındaki çaresizliği, Batı'nın nüfuz alanını Anadolu'dan çıkardı; onu Avrupa coğrafyasına iteleyip sıkıştırdı. Avrupa (Batı), vahyin ve nübüvvetin coğrafyasından çıkarıldı. Batı'nın İslâm-Doğu coğrafyasını yeniden işgali, marifet zeminini kaybeden Müslümanların Batılı epistemolojiyi kabullerinin neticelerine bağlanmıştır. Bugün pek çok kişi Hz. Nuh'un kıssasının hakikatine inanmamaktadır. Hz. Nuh'a inanan tarih okumasının peşindeyiz. Bu çerçevedeki tarih okuması nedeniyle bizim metinlerimiz Türk milliyetçiliğinin-Türkçülüğün teorik reflekslerini yeniden üretmekte değildir. Yazdıklarımız Fütüvvetnâmelerde yer alan anlatının izini sürme çabasıdır. Sofra açma (İbrahim Peygamber), tıraş (Hudeybiye'de Hz. Peygamber), musâhiplik (Musa-Harun arasındaki ahîlik) gibi Kurân'da ve Sünnet'te yer alan alâmetlerin Ehl-i Beyt'in kaynak kitaplarını oluşturan Fütüvvetnâmelerde yer alması, İslâm'ın Hz. Âdem'den beri gelen tarihinin inşasında bu metinlerin tetkikini zaruri kılmaktadır. Aynı zaruret Kök-Türk tarihini oluşturan metinler için de kaçınılmazdır.

Bu tür metinlere göre Hz. Nuh'un ahidlerini tutan torununun adı “Türk” idi. Türk'ün evladlarının sonradan bu ahdi unuttuğu Oğuzname'den anlaşılmaktadır. Hz. Nuh'un torunu Oğuz, Tek Tanrı'ya inandığı ortaya çıkınca, babası ona savaş açtı. Oğuz, bu savaşta inkâr davasını güden babasını yendi. Oğuz'un evlatları İmam Ali'nin (ra) evladlarıyla yani Ehl-i Beyt imamlarıyla tanışıp kaynaştı, marifetle yaşamaya talip oldu. Nuh kanunlarına (misakına) göre yaşayan Oğuz, Hz. Peygamber'in misakına göre yaşamayı kabul etti. Türkmen, Ehl-i Beyt'e gönlünü açtı, Hz. Peygamber (asv) ile akrabalık kurdu.

İnsanlık Nuh'un üç oğlundan (Ham, Sam, Yafes) birine nesebini bağlanmadan tarihini bilemeyecektir. “Uygarlık Sümer'de ve Mezopotamya'da başlar” diyenler için de Hz. Nuh (as) ve misakı bir başlangıç noktası sayılmalıdır.

Türkmen, İbrahim Halil Peygamber'in (as) de Hz. İsa Peygamber'in (as) de Allah'a misak verdiğini Zikir'den öğrendi: “O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklarını almıştık. Ve senden (Muhammed) ve Nuh'tan ve İbrâhîm'den ve Musa'dan ve Meryemoğlu İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık” (33 Ahzâb 7).

Oğuz'un neseben Hz. Nuh'dan öğrendiği, Ehl-i Beyt ile akraba olunca Hz. Peygamber-İmam Ali'den tedris ettiği, Anadolu'ya gelince Hz. İbrahim ile Hz. İsa'ya bağlı topluluklarda gördüğü bu misakın hükümleri ne olabilirdi? Allah Kur'an'da bu misakın hükümlerini Hz. Musa'nın kavmi üzerinden anlatmıştı: “Biz, İsrailoğulları'ndan: ‘Allah'tan başkasına kul olmayın, ana-babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere ihsanda bulunun, insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin' diye misak almıştık. Sonra da sizden pek azınız hariç, döndünüz. Ve siz, yüz çeviren kimselersiniz. Ve ‘Birbirinizin kanlarını dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın' diye sizden misak almıştık. Siz de bu misakınızı ikrar etmiştiniz ve sizler şahitsiniz” (2 Bakara 83-84).

Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah, beş peygamberinden yedi misak almıştır: 1) Şirk koşmayacaksınız, 2) Ana-babaya, kurba'ya, yetime, miskine ihsan edeceksiniz, 3) İnsanlara güzel (kavli leyyin- 20: 44) söyleyip, urf ile (7: 199) emredeceksiniz, 4) Namazı kılacaksınız, 5) Zekâtı vereceksiniz, 6) Birbirinizin canına kıymayacaksınız, 7) Birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayacaksınız. Hz. İbrahim'in verdiği Misak'ı sürdüren Kureyş, Hz. Peygamber'i Mekke'den ve Araplar da Ehl-i Beyt'i Arabistan'dan çıkardı.

Gökkuşağı tayfı (yedi renkli yay) misakın alameti kılınmıştır: “(Tanrı) ‘Yeryüzüne ne zaman bulut göndersem, (gökkuşağı) yayım bulutların arasında ne zaman görünse, sizinle ve bütün canlı varlıklarla yaptığım antlaşmayı anımsayacağım: Canlıları yok edecek tufan bir daha olmayacak. Ne zaman bulutlarda yay görünse, ona bakıp yeryüzünde yaşayan bütün canlılarla yaptığım sonsuza dek geçerli antlaşmayı anımsayacağım.' Tanrı Nuh'a, ‘Kendimle yeryüzündeki bütün canlılar arasında sürdüreceğim antlaşmanın belirtisi budur' dedi” (Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış-Genesis, 9: 14-17).

Türkmen, Anadolu'ya peygamberlerin toprağı nazarıyla baktı. Geleneği, tekkenin, tarikatın kalabalığıyla değil misak'a sahip çıkan marifetle manalandırdı. Marifeti, dört kapının ikincisi olan tarikatın bilgisini de kuşatan ‘Hikmet'ten saydı. Hacı Bektaş-ı Veli, Makalat'ında şöyle dedi: “Zahidin ibadeti, aslını bilmeden mu'âmele eylemekdür. Arifin tefekkürü, Halık'ın sanatına nazarla mu'âmeledür.”

YORUM YAP