“Anasır-ı Erbaa” ile “ahlâk” arasında kurmaya çalıştığımız ilişki Platon'un toplumu metallere göre sınıflandırmasına ve her sınıfa yüklediği erdeme benzetilemeyecektir. “İdeal ve ahlâkî bir toplum, erkân-ı Erbaa sınıflarının (ûlema, asker, tüccar, halk) denge düzeyidir” ifadesi ile Platon'un “metaller mitos”u benzeş değildir. Kâtip Çelebi'nin toplumunda “ûlema-asker-tüccar-halk” şeklinde zikredilen sınıflar “Yönetilen”in içindedir ve Osmanlı toplum düzenine ait bir yapıdan gelmektedir.
Kâtip Çelebi şöyle diyor: “Çün nefs-i nâtıka Sultan ve kuvvet-i âkıla Vezir, müdrike Müfti ve ahlât-ı Erbaa esnaf makâmında olduğu zikr olunmuştu” (Kâtip Çelebi, Düstûru'l amel li Islâhi'l halel, Büyüyen Ay Yayınları, 2016: 151). Bir başka yerde de “Erkân-ı Erbaa, ulemâ ve asker ve tüccar ve reâya”dır (Kâtip Çelebi, 2016: 140) dediği hatırlanırsa Kâtip Çelebi toplumu yöneten ve yönetilen olarak ayırdı ve askeri de yönetilen içinde değerlendirdi. Aşağıdaki tablo, Kâtip Çelebi'nin yukarıdaki ifadelerini görselleştirmektedir:
Yöneten |
Nefs-i Nâtıka |
Sultan |
Kuvve-i Âkıla |
Vezir |
|
Kuvve-i Müdrike |
Müfti |
|
Yönetilen |
Sair Esnaf |
Ulemâ-Asker- |
Bu kurumsal tasarım Platon'da aynı mantığı gütmemektedir. Platon'da “koruyucular”ın “Yöneten” sınıf içine alındığı açıktır. Bu nedenle Kâtip Çelebi, askerin maliyetinin yükselmesini “Yönetilen” sınıfların dengesini bozan bir etken olarak görmektedir. Şöyle der: “[Bu Düstur-LB] Devletin yapısındaki bozulmaya tedbir bulmak ve asker çokluğu ve hazine azlığına çare hakkındadır (…) İmdi devletin bünyesinde ortaya çıkan bozulmanın çaresine dair birçok yol vardır (…) Hepsinden önce, halkı Hak'ka boyun eğdirecek dirayetli bir kişinin (sâhib-i seyf) bulunmasıdır” (Kâtip Çelebi, 2016: 125). Kâtip Çelebi, “askerin fazlalığı belası”nın masrafları çoğalttığı düşüncesindedir.
Bu musibeti gidermenin yolu olarak da asker içinde idealleri için yaşayan bir zümreye görev yükler: “[Çarelerden] Biri de, askerin belli-başlı tecrübeli kişileri hak üzere ittifak edip, sayesinde huzur içinde yaşadıkları devleti kayırıp; asker gücü ile hıyanet ve fesat erbabının kökünü kazıyıp, geçmişte de defalarca yaptıkları gibi din ve devlete yeniden hizmet etmelidirler” (Kâtip Çelebi, 2016: 126).
Kâtip Çelebi (ö.1657), “Düstûr”da Osmanlı toplum şemasını doğru vermiş ama bu şemanın “tımar sistemi” dâhilinde uygulanabileceği hususunu fark edememiş görünmektedir. Osmanlı'nın “büyüme” zamanı askeri tımarlı sipahi'dir ve maaşsız (dirlikle geçinen) bir yönetilendir. Ayrıca Kâtip Çelebi çareyi, asker içinde tecrübeli kişilere yüklemektedir. Oysa asker, Hakk'a bağlı halkın asgarı (küçüğü) durumundadır.
Platon'un kurduğu toplumda ise üç sınıf var: 1) Yöneticiler, 2) Koruyucular, 3) İşçiler-çiftçiler. Bu üç sınıfı, metaller mitosu ile izah etti. Yöneticiler: altın, Koruyucular: gümüş, İşçiler-çiftçiler: tunç-demir madeni ile açıklandı. Platon altın-gümüş “özlü” çocukların tunç-demir karışımla doğmuş olmaları halinde yöneticilerin “kendi çocukları” bile olsa bunlara acımamaları gerektiğini önerdi. Kâtip Çelebi'den farklı olarak Platon'un toplumunda asker-koruyucu, iktidara ortak durumda bir egemendir.
“Sizi yaratan Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır (…) Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aramızda bir hamur birliği olduğuna göre sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir. Ama arada bir, altından gümüş, gümüşten de altın doğduğu olabilir. Bunun için Tanrı, her şeyden önce önderlere, doğan çocuklara iyi bekçilik etmelerini, içlerine bu madenlerden hangilerinin katılmış olduğunu dikkatle araştırmalarını buyurmuştur. Kendi çocukları tunçla, ya da demirle katışık doğmuşlarsa hiç acımayıp, hamurlarına uygun işlere koyacak onları; çiftçi, ya da işçi yapacak. Çiftçi ve işçi çocukları arasında mayaları altın ve gümüşle katışık doğanlar olursa, onları gözetecek, kimini önderliğe kimini bekçiliğe yükseltecek; çünkü mayasında demir, ya da tunç katışık olanların önderlik edeceği gün şehrin yok olacağını Tanrı buyurmuştur” (Platon, Devlet, İş Bankası Yayınları, 2010: 111).
Platon'un ikisi “yönetici” biri “yönetilen” üç sınıfı çevrimsel (dairevî) bir bağlılığa kapı açmamaktadır. Tam aksine bu üç sınıfı birbirine karışmayacak şekilde ayrıştırmakta ve altın, gümüş metallerin saflığını asal saymaktadır: “Demek ki, bir devlet için yıkıcı olan, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması, görevlerini değiştirmesidir (…) Her sınıf insanın kendi işlerinde kalıp yalnız kendi işleriyle uğraşması da doğruluktur. Bir devleti doğru yapan da budur” (Platon, 2010: 133-134).
Platon'un “doğru devleti” altın-gümüş mayalı toplumsal sınıfların diğer sınıflarla karışmaması fikri üzerinde yükselmektedir. Buradaki açmaz şudur: Altın ve gümüşü halktan tahsil eden bir imtiyazlı sınıfın altın ve gümüşü kullanması nasıl engellenecektir? Platon'a göre “Kendi altın yaradılışlarını dünyanın altınıyla kirletmek günahtır (…) içlerindeki altın tertemizdir. Şehirde yaşayanlar arasında yalnız onlar için altına, gümüşe dokunmak, onu kullanmak, ona eşyasında, evinde yer vermek, onunla süslenmek, altın ya da gümüş kupalardan içmek yasaktır” (Platon, 2010: 113).
Platon'a göre koruyucu sınıf, “Devlet ellerinde olduğu halde, ondan hiçbir nimet elde etmeyecek (…) toprakları, güzel, büyük evleri olmayacak. Bu evleri gereğince döşeyemeyecek; Tanrılara kendi adlarına kurban, kesemeyecek; kimseyi konuk edemeyecekler, altını, gümüşü kullanamayacak (…) üstelik aldıkları ücret de sadece geçimlerini sağlayacak; boğaz tokluğuna çalışacaklar” (Platon, 2010: 115).
Kâtip Çelebi, imtiyazlı bir sınıf fikrinden ayrılmaktadır. O'na göre halkın zayıflığını halkın üzerindeki vergiler, asker fazlalığının hazineyi boşaltması, rüşvet, tecrübeli ve doğru kişilerin (liyakat sahiplerinin) görevlerinde uzun süre tutulmaması, kamu harcamalarında israf ile açıkladı; Hakk'ın kuvveti için halkın kuvvetine işaret etti. Bu, imtiyazlıların hem sayısal anlamda azaltılması ve hem de sömürünün kaldırılması ile sağlanabilir.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter