Nazife Şişman kadın meselesinin ‘kadın kadına' konuşulamayacak bir alanda durduğunu ifade etmiştir: “Fritjof Capra feminist hareketin zamanımızın en güçlü kültürel akımlarından biri olduğu kanaatindedir. Ona göre kadın hareketinin gelecekteki dönüşüm üzerinde çok önemli bir etkisi olacaktır. Bu nedenle feminizm artık ‘kadın kadına' konuşulan bir alan olmaktan çıkmış, etkin bir toplumsal ve siyasal söylem haline gelmiştir.” (Şişman, Emanetten Mülke, İz Yayıncılık, 2013). Feminist teorinin bu gücünü Fatma Barbarosoğlu da teslim etmektedir. Her iki yazarın söyleşilerinden derlenmiş olan kitapta Barbarosoğlu feminizmin arka planında Batılı bilim-teknolojinin bulunduğuna işaret etti: “Gen mühendisliğinin arka planında, eşitliğin biyolojik tartışması var diye düşünüyorum. Ataerkil örüntü, biliyorsunuz doğum kontrol haplarının olmadığı bir dönem için, erkeğin biyolojik üstünlüğü olarak yorumlandı feminist çevrelerde. 21. yüzyılda biyolojik üstünlüğün kadınların tarafına doğru evrildiği çalışmalar yapılıyor gen mühendisliğinde. Meselâ sperm bankacılığı yoluyla, babasız çocukların dünyaya gelebileceği ispatlanmış oldu. Dünyada tek ebeveynli ailelerin bir ezici çoğunluğu, anne ve çocuklardan oluşuyor (…) Batı'da bilim yoluyla yeni bir toplum oluşturuluyor” (Nazife Şişman, Kamusal Alanda Başörtülüler-Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ile Söyleşi, İz Yayıncılık, 2000: 111).
Barbarosoğlu'nun tespitiyle tesettürlü kadınların ‘feminist' söylemleri içselleştirdiği de söylenebilecektir: “Başörtülü genç kızların çoğu (…) feministleri bile hayran bırakan eşitlikçi, hatta terazinin daha kadına doğru kaydığı bir söylemi benimsemiş görünüyor” (Şişman, 2000: 41). Nazife Şişman da Amine Vedud'un kitabına yazdığı ‘Önsöz'de benzer bir tespite yer vermiştir: “Kadın haklarından bahsederken bunu Kur'anî temellere dayandırmak isteyen Müslüman kadınlar, kendilerine özgü bir dil oluşturamadıklarından ve bir de bazı çağdaş problemler ortak bir dilin kullanılmasını gerektirdiğinden, feminizme özgü kavramları kullanmak durumunda kalmaktadır.” (Amine Vedûd Muhsin, Kur'an ve Kadın, İz Yayıncılık, 1997: 11).
Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere Türkiye'de örtülü-dindar kadın yazarların ‘kadın hakları' üzerine yazdığı metinlerde gerçek muhatabımız Batılı feminist harekettir. Dolayısıyla dindar-kadın yazarların “erkekler kadın hakkında konuşmamalı” ifadesi, karşımızdaki ideolojinin Batı-dışını dizayn etmeye niyet etmiş hedefleri dikkate alındığında tutarsız kalmaktadır. Zira feministlerin iddiasına göre kapitalizm ‘eril' karakterdedir. Bu durumda ona ‘dişil' bir söylemle cevap üretilemez. Feminizme cevabın modern toplum değerleri içinden de verilemeyeceği, gelenek ve fıkıhla beslenen bir söyleme yer verilmesinin kaçınılmaz olduğu söylenebilecektir. Çünkü modern toplumun değerlerinde cinsiyetler aslî ‘öz'lerine göre hareket ediyor değildir. Bu iddiamızı da Fatma Barbarosoğlu'nun başka bir kitabındaki beyanına dayandırıyoruz: “Ataerkil toplum eleştirilerinin yoğunlaşmasından sonra, erkekler erkek olarak yetiştiril(e)miyor. Ataerkil düzenin taşıyıcısı olmasın diye erkekler kadınsı özelliklere yönlendiriliyor. Kadınlar da ileriki hayatlarında kendilerini ezdirmesinler diye erkeksi özelliklerle yetiştiriliyor” (Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, 2017: 224).
Karşımızda ‘feminizm' adı altında, Beyaz-Eril-Batılı-Kapitalist-Emperyalist-Tekno-endüstriyel-nesli bozucu bir ideoloji ve onun ‘baskı aygıtı' bulunmaktadır. Nitekim Nazife Şişman da feminizmin bu ‘öz'ünü teslim etmektedir: “Feminizm denince, kadınların da erkeklerle eşit siyasal, ekonomik ve toplumsal haklara sahip olmasını savunan bir akım anlaşılır (…) Fakat 20. yüzyılda feminizm bundan öte bir anlam kazanmış, radikal feminizmin liderliğinde kendisini daha ziyade, kadın biyolojisi üzerinde hâkimiyet kurma şeklinde ifade etmeye başlamış ve sanayi toplumunun doğa üzerindeki hâkimiyet iddiasını bio-genetikteki teknolojik gelişmelerin desteğiyle insan fıtratı üzerinde sınırsız bir tahakküme dönüştüren yaklaşımı benimsemiştir. Kadın hakları mücadelesi artık, sadece toplumsal hayatın her alanında erkeklerle eşit olmaktan ibaret değildir (…) Bugün feminizmin geldiği noktayı sadece sıradan haklar mücadelesi üzerinde temellendirmemiz güçleşmiştir. Bugün gelinen noktada; sadece cinsler arası eşitlik ve cinsler arası rol paylaşımı değil, cinsiyetin, cinselliğin tanımı, hatta bundan da öte bedenin tanımı ve sınırları tartışılmaktadır” (Şişman, 2013: 88).
Kahir ekseriyetle Türkiye'de örtülü-dindar yazarların metinleri, ‘kadın'ı ve ‘örtü'sünü merkeze koyan içerikle oluşturuldu. Bu anlamda ‘ev'in ve ‘aile'nin tanımı İslâm ahlâk ve siyaset felsefesinin tedbirü'l menzil kavramından hareketle yapılmadı. Örneğin aile kurmanın amacını ‘fazıl topluma varmak' olarak algılamayan örtülü-dindar kadın yazarların ‘aile içi rolleri' tayin etmeyi mesele ettikleri görüldü. Cihan Aktaş ‘Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği' kitabında ‘aile'nin ‘aydın Müslüman kadın' kimliğini onaylamasını talep etti. Bu kapsamda “Ailede erkeğe tanınan önceliği (Nisa 34) baskıcı ve buyurgan davranabilme hakkı olarak yorumlamak, tevhidi değil de cahili bir yaklaşım olmaktadır” denildi (Aktaş, Beyan Yayınları, 1992: 71). Erkeğin buyurgan olmamasını sağlayan şartın ‘aile' içinde ‘şura' ile karar alınmasıyla sağlanabileceği savunuldu. “Saygıdeğer bir yöneticinin danışmaya, müşavereye önem vereceğinden kuşku duyulamaz (Şura 38)” olduğu (Aktaş, 1992: 50) ileri sürüldü. “Kadının ekonomik özerklik talebinin görmezden gelindiği”nden bahsedildi (Aktaş, 1992: 80). Kadının erkekle eve verdiği ortak emeğin boşanma halinde kadını mağdur ettiği ve bu nedenle ‘ev kadını' kategorisinin güven vermediğine değinildi (Aktaş, 1992: 81). Bu iddia ve tezler Osmanlı Şeriye Sicilleri incelenmeden kaleme alındı.
Kadınlar İspanya'da 1981, İrlanda'da 1997 yıllarında ‘boşanma hakkı'na kavuşabildi.
Nazife Şişman “Orta Doğu'da feminizmden söz ederken, sömürgecilerin Doğulu kadını özgürleştirme isteklerinin ardındaki art niyet göz ardı edilemez” (Şişman, 2013: 114) demektedir. Hester Eisenstein'in aynı konuda vurgusu daha güçlüdür: “Daha kötüsü, feminist ideolojinin ABD'nin emperyal projesine hizmet etmekte kullanılmasıdır (…) Amerikan kadın hakları hareketinin başarısı (…) kapitalizmin üçüncü dünyaya pazarlanmasında merkezî hale gelmiştir (…) Modern endüstriyel kapitalizmle ayrılmaz şekilde bağlantılı olan kadın hakları mücadelesi (…) propaganda makinesinin ısmarlama parçasıdır (…) Eğer küreselleşmenin aslî bir amacı, geleneksel toplumu bir arada tutan bağları zayıflatmaksa, bu durumda feminist fikirler güçlü bir çözücü oluşturmaktadır” (21. Yüzyıl Feminizmine Doğru, Editör: Aynur Özuğurlu, Notabene Yayınları, 2016: 55-56). Doğu, Batı'dan farklıdır.