En son Ordu'daki sel için atıldı o klasik ‘felaket' başlıkları.
Şiddetli yağışın sele neden olduğu Ordu'da 8 köprünün yıkıldığı, 100 mahallenin ciddi hasar gördüğünü söylüyordu haberler.
Ordu BŞB Başkanı ‘7 ilçemizde 500 bin kişinin yaşadığı alan afetten etkilendi. 1'i yıldırım düşmesiyle yaralanan 7 kişinin tedavisi devam ediyor' diyordu.
Şaka gibi…
Oldum olası insanların tabiat olaylarını ‘felaket' diye tanımlamaları asabımı bozar.
Deprem, sel, çığ, kasırga, hortum olduğunda neden herkesin dilinden sadece ‘felaket' kelimesi dökülür?
Hele de bu tür tabiat olaylarında herhangi bir can ve mal kaybı olmasın diye sorumlu makamlara oturtulanların kendilerini anında hiçbir sorumluluğu olmayan ‘sütten çıkmış ak kaşık' yapan açıklamaları yok mu, pes!
Lafı hiç eğip bükmeden söyleyeyim; tabiat olaylarının 'felaket' olarak adlandırılması modern insanın en ahlaksız hallerinden biridir.
Yağmur nasıl felaket olabilir?
Deprem neden afettir?
Kar, tipi hangi akılla facia ilan edilir?
Yola ‘Doğayı yeneceğim' gibi küstah ve çarpık bir niyetle başlayan insan, kontrol edilemez hırslarını da verilen yetkiyi türlü nedenle suiistimal edip, kendi felaketlerine açık kapı bırakma arsızlığını yıllardır ‘doğal felaket veya afet' dillendirmelerinin ardına gizliyor.
Merayı, ormanı, dereyi talan edip, şehirleri çarpıklık üzerine inşa eden zihniyetin her mevkideki temsilcileri göz yumulan yanlışlar yüzünden yaşananlar için ‘hesap vermek' yerine hep bu mazerete sığınıyor.
Oysa adı gibi biliyor insan tabiatta hiçbir şeyin durağan olmadığını.
Tabiatın düzenli değişimler yaşadığı ve felaket diye adlandırdığının bu değişimlerden kaynaklandığını bal gibi görüyor.
Zaten bu değişimleri önceden tahmin edebildiğiyle övünmüyor mu yeri geldiğinde…
Peki tabiat her an değişirken, dönüşürken, tabii devinimini sürdürürken yani insan misali nefes alıp verirken ortaya çıkan depremi, yağmuru, çığı, karı, kasırgayı, hortumu, yıldırımı insan neden ısrarla felaket olarak tanımlıyor?
Ordu'daki seli ele alarak cevaplayalım.
Gerçekten yağmur mudur felaket olan yoksa dere yataklarına dahi ucube binalar kondurup yağmuru yolundan, yatağından etmeyi kâr sayan insan mı?
Felaket Allah'ın rahmeti mi akarsu yataklarını ıslah etmediği gibi bozup, değiştiren ya da ağaçlık alanları toprak kaymalarına maruz bırakacak şekilde tıraşlayan insanlar mı?
Peki, belediyeciliğin en temel görevlerinden olan doğru yapılaşma kuralının kale alınmamasını, alt yapı ve kanalizasyon sistemlerini şehirlere uygun inşa etmemeleri nereye koyacağız?
İnsan, çağlardan beri evini, ağılını, köyünü, mahallesini nereye konduracağını öğrenememişse Allah'ın bereketini felaket ya da afet olarak suçlamak reva mı?
‘Tabiatın tabii döngüsü içinde yaptıklarının hiçbiri felaket olarak adlandırılamaz' her insan işin amentüsü olan bu gerçeği bellemelidir öncelikle.
Tabiat felaketi bilen bir yapı değildir çünkü.
Felaket, insana ait bir deyimdir ve yeryüzü lügatine bunu sokan da hileci insanın ta kendisidir.
Hem tabiata hâkim olmak adına azgınca bir hırsla onu tahrip et, dengesini boz hem de onun normal olan her işlevini felaket diye adlandırarak işin içinden sıyrılmaya çalış.
Oh ne ala!
Bu kurnazlık, bu çağda, bu akıl ve teknolojiyle en basitinden ipi kopmuş şımarıklıktan ve pişkinlikten…
Kendi plansızlığını, kuralsızlığını, hırslarını, hırsızlıklarını gizlemek için uydurduğu mazeretten...
Veya ahenk içinde yaşamak varken kendisine Allah'ın bütün nimetlerini sunan tabiata sürekli nankörlük etmekten başka bir şey olabilir mi?
İnsan, zıvanadan çıkan hırsının eseri olan onca savaşı, açlığı, sömürüyü, işgali, ırkçılığı, ayrımcılığı, silahlanmayı ve çevre kirliliğini dahi tabiatın tabii olaylarını felaket diye tanımladığı kadar felaket diye tanımlamayacak kadar ikiyüzlü.
Çünkü tabiata suç attıkça sorumluluklarından ve birikmiş suçlarının hesabından kaçabileceğini düşünüyor aklınca.
Fakat her defasında Ordu'da olduğu gibi bir rahmet, ona akıntıya karşı kürek çekilmeyeceğini hatırlatıp duruyor.