Oysa zenginleşiyoruz.
Bunu görebilmek için bir ekonomi uzmanı olmaya gerek yok. Etrafınızdaki değişimlere doğru ve objektif bakabilmeniz yeterli. Çok değil, bugünü 20-25 yıl önceki hayatlarla kıyaslayabilen herkesin bu farkı görebilmesi mümkün.
Bir zamanlar şehrin en kalabalık yerlerinde bulunan restoranların, kebapçıların, kafelerin artık mahalle aralarında açılması da…
Saat akşam altıdan sonra araçlarla kaplanan mahalle sokaklarında park edecek yer bulunamaması da…
En umulmaz sokaklarda bile spor salonlarının, jimnastik merkezlerinin, plates kurslarının mantar gibi açılması da...
Kullanılan elektronik eşyaların model ve sayılarının birçok zengin ülkeden daha ileri ve fazla olması da...
AVM'lerde zaman geçirmeyi sosyallik, oralarda yiyip içmeyi ve alışveriş yapmayı modernlik sananların sayısının artması da…
Güzellik salonlarının, estetik uzmanların, diyetisyen kliniklerinin her tarafta görünür olması da…
Bırakın şehirlerin en yoğun caddelerini daha iç semtlerdeki restoranların, meyhanelerim, barların, kafelerin dahi her gün tıka basa dolması da...
Tatil yerlerinin insan kaynar hale gelmesi de...
Alkol, sigara, nargile tüketiminin her geçen gün artması da...
Kahvaltı kültürü diye yaygınlaşan yerlerin önündeki araç kuyruklarının alıp başını gitmesi de...
En kenar mahallelerde dahi evlere servis hizmetinin yoğunlaşması da…
Bayramlarda evinde oturup eş dost ağırlamak yerine saatlerce milim ilerleyen araç kuyruklarıyla şehirlerden kaçılmasının gelenek haline gelmesi de…
Giyim ve süsümüzden saçımıza başımıza, arabalarımızdan ev eşyalarımıza kadar değiştirme huyunun yaygınlaşması da zenginleşmenin bir yansıması çünkü.
Bütün bu değişimler öyle görünür durumdaki en varlıklı ülkelerden gelenler bile Türkiye'yi dünyanın en zengin ülkelerinden biri sanıyor epey zamandır.
Lakin gelin görün ki ben bu acayip zenginlikten soğudum artık. Zenginliğin azdırdığı şımarıklıktan, kültürsüzlükten, şatafatlı yaşama görgüsüzlüğünden sıkıldım.
Restoranların, kahvaltı yerlerinin, kafelerin masalarında çoğu dokunulmadan duran artık yemekleri görmek dahi yetiyor bana. Çünkü sofrasında iki lokma yenilmiş yemekleri geride bırakmanın zenginliğin ya da gözü tokluğun göstergesi olduğunu sanan bir insan türedi bu zenginlikte.
Bu zenginlik, o nimetleri veren Allah'a şükredenlerin sayısını da hızla azaltıyor. Trafikte, yolda, evde, sokakta, tatilde, işte gösterilmesi gereken saygıyı, sevgiyi, fazileti, ahlakı, iffeti, adabı da.
Çevreye karşı temiz olma düsturunun ortadan kalkmasını istemiş gibi çöpü arabanın, evin camından dışarı atmaları da çoğaltıyor. Görgüsüzlüğün, şımarıklığın, nobranlığın, hoyratlığın her an ve eylemde farklı bir kirlilik olarak hayatımıza doluşmasını da.
Piyango'dan büyük ikramiye kazanmışlar gibi yoldan çıkanların sayısı arttıkça ‘vur patlasın çal oynasın' yaşamayı zenginliğin gereği sananlar da aynı oranda çoğalıyor.
Öyle ki ‘ben neredeydim, nereye gidiyorum' diyeni de yok.
‘Onda var bende niye olmasın' çılgınlığına kapılmanın aslında bir ‘tükenme' olduğuna aldırış edeni de.
Tüketmek ve yeni tüketmeler için ‘borçlanmak' işin raconu sanki.
Tabii ki buradaki mesele zenginlik ve refah cebimizdeki parayı artırsa da hayatlarımıza ne kalitenin ne de bir düzen gelmemesi.
Daha çok kabalaşıyoruz mesela. Daha fazla tafra, daha fazla görgüsüzlük, daha fazla gürültü sarıyor çevremizi. Ceplere giren her lira ile kibir, ego, burnu büyüklük daha fazla çoğalıyor.
Evet, zenginleştik ama kabul edelim ki zıvanadan da çıktık.
Evet, zenginleştik ama bilelim ki ‘beşerî şakulimiz' da kayıp gitti.
Oysa sağlıklı bir zenginleşme, refahı çoğaltıp daha kaliteli bir hayatı getirmeliydi hepimize. Ne gelenek ne şahsiyet ne görgü açısından da bu denli tükenmemeliydik.
Kabul edelim ki yaşanan zenginlik ön hazırlığı kadar edebi ve kültürü de eksik bir zenginlik.
O yüzden karakterimiz de yoksullaşıyor büyük bir hızla ahlakımız da.