İnsan hakları teorisini destekleyen entelektüeller İslâm'ın bu teorinin karşısında durmadığını, insanın evrensel bir varlık olduğunu savunmaktadır. Bu iddianın en nitelikli ve güçlü tezlerinden biri Recep Şentürk tarafından ileri sürülmüştür. Tezi, müellifinin dilinden okumak için iki alıntı yapacağım:
“(…) ‘Evrensel insan' kavramı, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'in (571-632) öğretileriyle doğdu. Zira Kur'an mesajı insanlığın tümünü (en-Nas) ve Âdemoğulları'nı (Benî Âdem) muhatap kabul ediyordu. Kur'an'da ve Hz. Muhammed'in hadislerinde insan, İbn Âdem (Âdemoğlu) ve nefs (ruh, birey) gibi kelimeler insana işaret etmek gayesiyle kullanıldı (…) Ebu Hanife ve takipçileri, soyut evrensel insan kavramını ifade etmek için âdemiyyet (insanlık, şahsiyet) terimini kullanmışlardır. Böylece evrensel insan kavramının İslâm hukuk geleneğinde var olduğunu tespit edince, İslâm hukukunun insan haklarını üretmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz (…) Öyleyse İslâm düşüncesindeki insan neye tekabül eder? (…) İnsanın ruhu kutsal bir nefestir ve insan Allah'ın yeryüzündeki vekilidir. İlahî iradeyi temsil etmek ve adalet uygulamakla yükümlüdür (…) İnsan, Allah'ın yeryüzündeki halifesidir.” (Recep Şentürk, İnsan Hakları ve İslâm, İz Yayıncılık, 2017: 165, 167).
“Temel hakların paylaşımında tüm insanlar eşittir. İslâm hukukunda temel insan hakları, kelime anlamı yasal koruma, dokunulmazlık, kutsallık, yanılmazlık olan ismet kavramı etrafında toplanır. Kimi zaman, kutsallığı ifade eden hürmet mefhumu da aynı anlamda kullanılır. İsmet, beş temel değeri ifade eder: hayat (nefis), mal, din, akıl, nesil. Sonuncusu, cumhur tarafından namus ve onur (ırz) olarak isimlendirilir. Fakat bazı hukukçular, bunu korunmuş değerlerin altıncısı olarak ayrı mütalaa ederler. Diğer bir ifadeyle, ismet şu temel hakları sağlar: Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, aile, onur, ifade ve din özgürlüğü. Batı'da insan hakları söyleminin mevcut dilinde bu haklar, temel indirgenemez haklar olarak ifade edilir (…) Ebu Hanife, âdemiyyet kavramını ismet kavramıyla ilişkilendirerek, bir âdemoğlu ya da insan olmanın, Müslüman veya gayrimüslim olduğuna bakılmaksızın, temel haklara sahip olmak için hukukî zemini oluşturduğunu savunmuştur (el-isme bi'l-âdemiyye). İsmet ve âdemiyyet kavramları her ne kadar daha geniş açıklamalar gerektiriyorsa da bu ilkeyi en basit şekilde şöyle ifade edebiliriz: ‘Bütün insanlar, insanlıkları sebebiyle temel insan haklarına sahiptir.' Serahsî, Zeylaî, Debusî, Meginânî, İbn Humam, Bâbertî, Kâşânî ve Timurtaşi gibi Hanefiler bu görüşü benimsemişlerdir.” (Şentürk, 2017: 168-168, 171).
Fethi Güngör'e göre ise insanın ‘halife'liği başka bir anlamlandırmayla ele alınabilir:
“İnsanoğlu ‘halifetullahi fi'l-ard; Allah'ın yeryüzündeki halifesi' değil, ‘halâife fi'l-ard; yeryüzünde birbirlerinin halifesi' olarak görevlendirilmiştir.”
Fethi Güngör'e göre insan beşer olmaktan (aşağı bir halden) insan olmaya (mükerrem olana) yükselmiştir:
“İnsanı ‘mükerrem; çok değerli' kılan, ona ‘ilahi ruh'tan üflenmesidir (38: 71-72). Allah Teala, yaratılışını en düzgün hale getirdikten ve ruhundan üfledikten sonra diğer yaratılmışların ona saygılarını sunup insana boyun eğmesini ferman buyurmuştur (15: 28-29, 31: 20). İşte beşer, üflenen bu ruh sayesinde ‘insan' mertebesine yükselmiştir. Zira, ruh üflendikten sonra insanın kendisini hayvandan ayıran üstün yetenekleri ortaya çıkmıştır (32:9, 15: 29, 38: 72) (…) melekler, zaten yeryüzünde var olan ve sorumsuzca yaşayan, kan dökerek istediğini elde eden, mal kavgası yapan, güçlünün zayıfı ezdiği bir beşer hayatını müşahede etmekte oldukları için beşer türünün halife seçilmesinin hikmetini o an idrak edememiş ve ‘biz seni överiz, yüceltiriz' (…) mealinde bir tepki vermişler, Rabbimiz de ‘Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim.' (2:30) buyurarak insana güvendiğini (…) beyan buyurmuştur.” (Fethi Güngör, İnsanı Anlamak, Diriliş Postası, 16.03.2015).
Yine Fethi Güngör'e göre “Kur'an açısından insan, hiç bir zaman olmuş-bitmiş bir varlık değildir. O, ‘beşer' olarak doğar, ama zamanla ‘insan' olur. İnsanlaşma bir süreçtir ve bu süreç, doğumdan ölüme kadar kesintisiz bir şekilde sürer. Beşer, potansiyel insandır. Beşer ‘doğulur', insan ‘olunur'.” (Fethi Güngör, İnsan Olabilmek, Diriliş Postası, 30.03.2015).
İnsan temelli bu bakışın ‘hak' kavramıyla ilişkisi kaçınılmaz görünmektedir. Bu nedenle insanın ‘Allah'ın halifesi' olmadığını ‘yeryüzündeki insanların birbirine halife kılındığı'nı işaret eden Fethi Güngör de, “bütün insanlığı kuşatan bir İslam insan hakları beyannamesinin hazırlanması”nı teklif etmektedir.
Müellif, 1982 yılında kurulan İslam Konseyi'nin ‘Evrensel İslam Beyannamesi', İslam ‘Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi' başlıklı çalışmalarını, 1990 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından yayımlanan ‘İnsan Hakları Kahire Beyannamesi'ni, Sened-i İttifak'ı (1808), Gülhane Hatt-ı Humayûnu'nu (1839), Islahat Fermanı'nı (1856), Adalet Fermanı'nı (1875), 1857'de Tunus'ta ilan edilmiş olan Ahdu'l-Emân gibi hak bildirgelerini, halkın can, mal, akıl, din ve nesil emniyetini, çeşitli hak ve hürriyetlerini tanzim eden önemli belgeler olarak görür. Bunlar kapsamlı bir İslam insan hakları beyannamesinin hazırlanması esnasında başvurulacak belgelerdir (Fethi Güngör, İslam İnsan Hakları Beyannamesini Yazabilmek, Diriliş Postası, 20.04.2015).
Şimdi kendi mütalaamızı verelim:
Allah'ın Hz. Âdem'i ‘halife' kılması, bütün insanlığın ‘halife' kılındığı anlamına gelmemektedir. Burada ‘hilafet' Âdem'e verilen ‘bilgi' ölçüsünde ortaya çıkmıştır. Hz. Âdem'e secde eden melekler âdemiyyete değil, Hz. Âdem'e o da kendisine öğretilen ‘esmae kulleha' nedeniyle secde ettiler. Kur'an insanın zalim ve cahil bir varlık olduğunu beyan etmiş: “innehu kâne zalûmen cehûlâ.” (33 Ahzâb 72) ve ‘halife' kavramını ‘insan' için kullanmamıştır. Benzeri bir durum Hz. İbrahim (as) vesilesiyle anlatılır. Hz. İbrahim (as) Allah'tan kelimeler öğrenerek ‘imam' kılındı: “Ve İbrâhîm'i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet tamamlanınca da buyurdu: Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (2 Bakara 124). Ayette İbrahim soyuna ‘imam' denmeyeceği ifade edilir.
Hz. Âdem'in halifeliğiyle ve Hz. İbrahim'in imamlığı birlikte değerlendirilmelidir. İnsan salt insan olarak ‘halife' değildir.