Durkheim, “Ahlâkî yaşam küçük de olsa herhangi bir gruba üyelik ile başlar. Bir toplumun üyesi olmak, toplumsal ideale bağlı olmaktır. Toplum, fiziki, maddi ve moral olarak daha fazlasına sahiptir; o, ahlâkî bir güçtür” ifadeleriyle erdemli olmayı topluma bağladı.
Durkheim'e göre kendimizi her zaman uygarlık durumunun parçası kılmak zorunda kalırız. O'na göre uygarlık, bizim en yüksek değeri yüklediğimiz şeylerin bir araya geldiği yerdir. İnsanoğlunun peş peşe gelen nesiller aracılığıyla işbirliği yapmasının sonucudur ve toplumun ürünüdür. Birey kendi toplumunun uygarlığının tümünü içinde taşır. Durkheim, Rousseau'nun şöyle dediğine de işaret etmiştir: “Bir bireyi toplumun ona verdiği şeyden mahrum bırakın, hislerini kaybetmek zorunda kalır, hayvan kadar belirsiz bir varlık haline gelir. Bu yüzden toplumu sevmek, hem bizi aşan hem de bizde içkin olan bir şeyi sevmektir.”
Demek ki insan uygarlığın parçasıdır. Bundan kaçınamaz. Eğer kaçması, kendini özgür kılması mümkün olmuşsa, bunun sebebi, onun kendine mahsus bir gücün koruması altında olmasıdır.
Aristo, “Uyurken herkes birbirine benzer, nedeni de uykunun etkin değil, edilgin hali olmasıdır (…) Nitekim (insanın) beslenmeyle ilgili yanı daha çok uykuda iken etkinlikte bulunur, oysa duyuyla ve iştahla ilgili yan uykuda tam olamaz” (Eudemos'a Etik) demiş ve “erdemin bir uyanıklık hali olduğu”ndan bahsetmişti.
Böylece edimin, devinimin “uyanıklık” haliyle irtibatına vurgu yapmaktadır. Örneğin, sağlıklı olan şey, devindirici olarak varlık bulmuşsa sağlıktır. Yapılacak-edilecek “iyi” öyle bir şeydir ki, o onun için yapılıp-edilir. Bu “iyi”, devinmeyen nesnelerde bulunmaz. Bu durumda, bir birey olarak varlığımıza son vermek istemeden, toplumdan soyutlanmayı da isteyemeyiz. İnsan erdemlerini “uyanık” varlığında ortaya çıkarabilir.
Fazıl toplumu sevmek, ona dâhil olmak bir “uyanıklık” olarak erdemdir.
O halde bireyin sorabileceği tek soru, toplumun dışında yaşayıp yaşayamayacağı değil, hangi toplumda yaşamak isteyebileceği sorusudur.
Toplum, bir menfaatler bütünü değildir. Menfaat topluma korku salmak ister, ahlâk ise insanı erdemiyle yaşatmak peşindedir.
Ahlâk ve erdemli yaşamaya otoritesizlik anlamında son veren “özgürlük”, toplumu zarara sürecektir.
Kötülük, yenilmeye müstahak bir şey olarak yaratılmıştır. O, iyinin müşahhas olmamasından kaynaklanmaktadır. Melekler iyilikle mücehhez insan varlığını göremedikleri için onun balçık özüne nazar ettiler ve kan dökücü, bozgun bir varlığın yaratılacağı yargısıyla söz söylediler.
İnsanın ömrü boyunca erdemli yaşaması ve varlığını meleklerin “yeryüzünde kan dökücü, bozgunculuk yapıcı” ithamından koruması gerekmektedir. Erdemler, dindarlığın ve toplumun aradığı, kendisinde hayat bulduğu değerler halinde gelmiştir. Erdemimizle yaşayamayacak noktaya geldiğimizde artık hiç yaşayamıyoruz demektir. Erdemini yitirenin ahlâkî yaşamı son bulmuştur. Bu sona eriş bir bakıma fazıl toplumdan da kopuş anlamına gelmektedir.
Halkın varlığını sürdürebilmesi için şahsiyetlere ve onların da ahlâkî değeri korumaya, ahlâkî değerle hayat bulmaya ihtiyacı vardır.
Ahlâk, kalabalık ve toplum içindeki hayatla başlamaz; şahsiyet, kini, gayzı, tehdidi, hasedi, zaafları tedavi edecek “değer”le iradesini birleştirip ruhundaki kurtuluşa yürümelidir.
Ahlâkî değer, sözü dua, bakışı rahmet, beraberliği kuvvet olan harekettir.
Ahlâk değerleriyle “uyanacak”, kaderini ruhun çürümesinden kurtaracak bir iman hareketiyle Rabb'in inayetini aramak lâzımdır.