Müslümanlar olarak hâlâ lâiklik meselesini tartışıyoruz. Bizim Gazete (Yeni Söz) de lâiklik karşıtı bir manşetle çıktı: “Türkiye Müslüman'dır, Müslüman kalacak!”
Bu konuda Erbakan Hoca çok haklıydı; “Hem lâik, hem Müslüman olunmaz!” düşüncesinde değildi.
Sadık Albayrak'ın “Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı” kitabında bir gazetecinin sorusu üzerine Erbakan Hoca şöyle diyor: “Biz lâikliğe karşı değiliz. Biz asıl lâikliği ortadan kaldıran bugünkü lâiklik tatbikatına karşıyız. Bugün memleketimizde bütün Batı memleketleri ile asla mukayese edilemeyecek bir lâiklik anlayışı, Anayasa'ya aykırı olarak tatbikatta hüküm sürmektedir. Bugün “Allah'a Şükür” diyen insan ağır ceza mahkemelerinde inlemektedir (…) lâiklik tabirinin tatbikattaki haksızlıkları ortadan kaldırmak için dinsizlik mânasına olmadığını, dinsizlerin dindarlara baskı yapmasına müsait bulunmadığını, Anayasanın 19.maddesi 1, 2 ve 3. Paragraflarında ifadesini bulan vicdan ve din hürriyetini ve dolayısıyla herkesin hangi şekil ve şart altında olursa olsun, inanışlarına uygun konuşma, fikir ve düşüncelerinin şu veya bu bahane ve tefsirle suç sayılamayacağını gösteren ilmi bir tarafın konması ve sarahatle lâiklik adı altında lâikliğin imhası tatbikatına son verilmelidir” (Sadık Albayrak, Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, Araştırma Yayınları, 1989: 81-82).
Anayasa Mahkemesi 1997/1 E. (Siyasi Parti – Kapatma) dosyasına Refah Partisi'nin verdiği İddianameye Cevap Dilekçesi'ni okuduğumuzda Türkiye'de lâiklik tartışmalarının temel almadığı ve fakat alması gerekli bir cümleyle karşılaşıyorsunuz: “Lâiklik, dine karşı değil, kiliseyle feodal yapının işbirliğine karşı bir hareketin adıdır” (Prof. Dr. Necmettin Erbakan Külliyatı, MGV Yayınları, c: 4, 2014: 114).
İddianameye cevap dilekçesinde yer alan bu beyan Aytunç Altındal'ın “Lâiklik” kitabında ayrıntılandırılıyor. Ben bu cep kitabı boyundaki metni üniversitede öğrenciyken (1986) okumuştum. Kitap sonradan günlük yazılar eklenerek genişletilip yeniden neşredildi.
Aytunç Altındal, “Lâiklik” kavramının anlaşılması için “Seküler” kavramının da anlaşılması gerektiğini vurgular. O'na göre lâiklik çoğu zaman sekülerizmle karıştırılmaktadır. Sekülerizm, Tanrı'nın değil ama Katolik Kilisesi'nin karşısında “Birey”in güçlenmesini esas alır. Bunun sonucu olarak ilkin Protestanlar Sekülerizmi savunmaya başladılar. Amaçları Katolik Kilisesi'nden ayrılmaktı - ayrıldılar. Eşlerini boşamakla ünlendirilen 8. Henry gerçekte İngiltere topraklarını Roma'daki Kilise'nin elinden kurtarıp Krallığa maletmek istiyordu; eşlerini boşaması -Katoliklikte boşanma yoktur- Roma'yla arasını açmak için başvurduğu bir bahaneydi. 15. yy.'ın sonlarından itibaren Milli Monarşi'nin çıkarlarını savunan ilk “Milli Kilise” de (National Church) böylelikle ilk kez İngiltere'de bağımsızca örgütlenebilme ve kendini ulusal düzeyde onaylatabilme olanağına kavuştu. Bugün Batı'da, özellikle de İngiltere'de “Milli Kilise”siz (National Church of England) bir Sekülarizm düşünülemez. Sekülerizm denildiğinde, Roma'daki Papa Devleti'nden bağımsızlaşmış, Kral'dan (Devlet) ayrı ve tamamen özerk Kilise sahibi olmak anlaşılıyordu. Milli Kiliseler, bu başarılarını Sekülerizm'e ve Seküler güçlere borçluydular. Nitekim bu Kiliselerde o günlerden beri dinsel yöneticilerin yanı sıra Seküler yöneticiler de -Kilise hiyerarşisi içinde-resmen görevlidirler.
“Laiklik” olgusu ise Din ile Devlet'in ayrıştırılması olarak değil, Din-Devlet-Dünya üçlüsünün tek tek ve birbirleriyle bağlantılı olarak ele alınmasıyla anlaşılırlık kazanır. Batı'da Din ile Devlet'in değil, Kilise ile Devlet'in ayrılması esası vardır. Kilise ile Devlet'in ayrılması başka, Din ile Devlet'in ayrılması başkadır. Türkiye'de anlaşıldığı ve kullanıldığı şekliyle Din ve Devlet ayrımı Batı'da yoktur. Başka bir husus da Devlet'in değil, gerçekte Anayasa'nın Seküler olduğu hususudur. Gerçekten de tüm Anayasalar, seküler (profan-dünyevî) kimliktedirler. Çünkü bunlar Tanrı yapımı değil, Kul-İnsan yapımı metinlerdir. Anayasaların kaynağı KENT'tir. Anayasalar Seküler olan Kentlerin, Seküler nitelikteki belgeleridirler. Geçmişte her KENT'in biri esas olmak üzere birçok Tanrısı vardı. Bu zamanla yıkıldı. Hıristiyanlık Kent Tanrısının yerine her Kent'e bir Patron Aziz tayin etti. Bugün Batı'da her Hıristiyan şehrinin bir koruyucu Aziz'i vardır.
Demek ki konunun “kent” ile de ilgisi vardır.
“Laik” kavramı Grekçe “Laos” kelimesinden türetilmiştir (L. laicus). “Laik(lik)” özellikle Katolik Hıristiyanlığın etkili ya da egemen olduğu ülke ve dillerde kullanılmış bir kavramdır. Protestan dini için geçerliliği yok denecek kadar azdır, kullanımı son derece sınırlıdır. “Laikos”un karşıtı “Clericus” yani Katolik dininin hiyerarşik bir yapı çerçevesinde Papa'ya kadar uzanan ve tam anlamıyla dinsel “emir komuta” zinciri içinde yeralan “Ruhban(lar)”dır, Kilise babalarıdır. Bizans'ta Kilise İmparatorluğun kesin denetimi altındaydı. Batı Roma İmparatorluğu'nda Kilise, Devlet'i denetlemekte ve yönlendirmekteydi. Bizans'taki bu sistemin o günkü -ve şimdiki - adı “Caesaropapism”dir. Laikler, tarihleri boyunca Papalarla ve onların devletleriyle mücadele ederek, toplumlarında kendilerine bir yer açmayı başardılar (Aytunç Altındal, Lâiklik: Enigma'ya Dönüşen Paradigma, Anahtar Kitaplar, 1994).
Aytunç Altındal, lâikliğin özelliklerini ise şöyle sıralar: “a) Laiklik, özellikle Cumhuriyetçilik anlayışıyla bağlantılıdır; b) Laiklik, Jacobence Radikaldir; c) Laiklik, Demokratizm'in değil, Devletçilik'in üstünlüğü ilkesinin savunucusudur; d) Laiklik, Asker-Sivil-Aydın kesimlerin Elitizm'ini savunur; e) Laiklik, “Hanedan”a karşıdır; f) Laiklik, “Eşitlikçidir” primus inter pares, eşitler arası ilk, ilkesini savunur; g) Laiklik, Din yerine Eğitim'i, Monarşi yerine Merkezi Devlet'i, Kilise'nin (Vatikan) hiyerarşik-bürokratik yapısına karşı “Parlamentarizm”i savunur” (Altındal, 1994: 34).
Lâiklik de, Sekülerizm de Burjuva ve Küçük Burjuva'dan kaynaklanmış olmasına rağmen devlet yapılanmaları birbirinden farklıdır. “Sekülarizm” Liberal akımlar aracılığıyla hedeflerine varmayı öngörürken, “Laisizm”, Radikal dönüşümler ve Reformları önerir. Sekülarizm, toplumsal yaşamda “Fair” (Adil / Adaletli) kavramını vurgularken, Laisizm, bütün ağırlıyla Equality (Eşitlik) kavramını yerleştirmeye çalışır. Sekülarizm, siyasal ilişkilerde “Dialog ve Consensus / Uzlaşma” yollarını sonuna kadar savunurken, Laisizm, “Antagonist” (dediğim dedikçi tavır) görüşünde ısrar eder.
Aytunç Altındal'ın “Lâik” kavramına dair yaptığı izahtan da anlaşılacağı üzere Laiklik din-dışılık değildir; Kilise-dışılık, ruhban-dışılıktır. Din adına devleti yöneten sınıfın iktidarına yönelik bir itirazdır. Batı'da laikler Kilise'nin mülkiyetin tamamını ele geçirmesine, sınıf iktidarı kurmasına karşı çıktılar. Laikler milli devlet için “devrimci mücadele” yolunu seçtiler. Sekülerler ise Katolik Kilise'sinden ayrılıp Milli Kilise kurmanın mücadelesi verdiler. Bu iki zümrenin mücadelesi olmasaydı Katolik İmparatorluğu'nun üniversal devlet iktidarı kırılamazdı. Ulus-devlet sistemler laiklerce, Milli Kilise sistemleri ise sekülerlerce kuruldu. Diğer taraftan “Devlet, tüm inanç gruplarına eşit mesafededir” ifadesi laiklik değil sekülerizm olarak da okunabilir. Devlet halkına bir din dayatamayacağı gibi dinsizliği de dayatamaz.
Kavramı böyle koyunca Müslüman biri de lâik olabilir. Çünkü lâik, dinsiz bir varlık değildir. Tam tersine lâik, ruhban-dışı bir varlıktır. Türkiye'de “İslâmî hareket” bir “ruhban hareketi” şeklinde ortaya çıkmadı. Milli Görüş, ruhbanların iktidarına hiç prim vermedi. Hatta “Akşemseddin Fatih'e itaat etsin” dedi.
Peki, “Lâikliği dışlayan bir Müslüman devlet teorisi üretelim denirse ne olur?”
İşte o zaman Müslümanlar Şia olur!