Küresel çapta nitelikli medya sorunumuzun olduğu apaçık ortada. Buna rağmen herkes sadece haber alma derdinde. Eline bir pahalı telefon aldığında işin bittiğini sanıyor pek çok kimse. Haberin kaynağı dolayısıyla da doğrulu pek önemsenmiyor. Özellikle varlıklı Müslümanlar ve devletin bu alana yönelik ciddi bir yatırım yapmak gibi niyeti de görünmüyor.
Mescid-i Nebi'nin avlusunda bomba patlıyor, haberi ilk Siyonist medya geçiyor.
Kâbe-i Muazzama'da vinç devriliyor, haberi ilk Rothschild'in haber ajansı servis ediyor.
Pakistan'da terör hadisesi yaşanıyor, ilk Rockefeller'in yayın organları duyuruyor.
Afrika'da bir hadise oluyor, gelişmeyi batılı bir basın kuruluşundan öğreniyoruz.
Asya'da bir şeyler yaşanıyor, Amerikan televizyonlarından dinliyoruz.
Kabul edelim, biz haberi bir batılının işine yaradığı cepheden öğreniyor, istedikleri kadarını biliyoruz. Zira bunlar sadece İslam topraklarını değil, zihinlerimizi de işgal etmek istiyorlar. Herkesin müsaade ettikleri kadar görmesi, duyması, bilmesi için çalışıyorlar.
Bunların hiçbir ahlakî değer ve sınırları da yok. Kolayca yalan söyleyip, iftira atıp, çarpıtabiliyorlar.
İslam'ın son ve en güçlü kalesini 15 Temmuz'da işgale yeltendiklerinde gelişmeleri nasıl sunduklarını biliyoruz. Daha yeni Alman medyası “Erdoğan 100 bin kişiden oluşan yandaşları ile Yenikapı'da gösteri yaptı” diye yazdı.
Bugün Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelerin okurları olduğunu, bırakınız Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarını, Türkiye hakkında ne düşünürsünüz?
İnanın bu ve benzeri yayın organlarını okuduğunuzda yaşadığınız ülkeyi bile tanıyamazsınız. Kendi memleketinize düşman kesilirsiniz. Düzenli Sözcü okuyan biri ile bir konuşsanız size neler anlatacaktır neler. Sanırsınız ki, sizin yaşadığınız ülke Türkiye değil de, adını yeni duyduğunuz bir Latin Amerika veya uzak Asya ülkesi.
Şimdi bütünüyle İslam ve insanlık düşmanlarının yaydığı haberlerle beslenen biri olsanız; İslam, Türkiye ve Erdoğan'la ilgili ne düşünür dünüz?
İslam, kafa kesen hainlerin dini, Erdoğan diktatör, Türkiye her türlü zulmün kol gezdiği 18'inci asrın bir Avrupa ülkesi olarak anlaşılmaz mıydı?
Şu an batılılar başta olmak üzere tüm dünyada İslam'ın, ümmetin sesi-soluğu ve ümidi haline gelmiş olan Tayyip Erdoğan'ın, mazlumların sığınağı durumundaki Türkiye'nin yukarıda zikrettiğimiz algıdan çok mu farklı olduğunu sanıyorsunuz?
Bu mevzuda Ömer Kayani dostumla kafa patlatırken, İngiltere'deki Türkçe bilmeyen arkadaşlarının Türkiye'de olup bitenleri batı medyasının verdiğinden daha fazla bilmediklerini söylediklerini ve sürekli bilgi talep ettiklerini belirtti.
Yurt dışından gelip giden yahut gittiğimizde görüştüğümüz herkesin ortak derdi, tam da bu işte. Kimse Türkiye ve İslam dünyası konusunda sıhhatli bilgi alamıyor. Ahlaksız ve yalancı batı medyası, bize dair ne sunmuşsa o kadarını biliyorlar. Gerçekten bize sempatiyle bakan, ilgi duyanlar dahi böyleler. Ayrıca FETÖ'cülerin birebir markaja alarak bilgilendirdikleri batılı entellektüeller ve medyayı da eklediğimizde durum sanıldığında da vahimleşiyor. Tek avantajımız, meselenin farkında olanların batı medyasının yalan söylediğinin bilincinde olması. Ama bu nereye kadar?
Rus Sputnik ve Alman DW 30'ar, İngiliz BBC 32 ve Amerikan VOA 45 lisanda yayın yapıyor. Reuters, AP ve AFP dünyanın her köşesine yayılmış ekip ve abone ağına sahip, New York Times, Washington Post, Times, Finansal Times, Guardian'ın etkinliği herkesin malumu.
Dünyada kişi başına en çok gazete satılan ülke Norveç iken, Türkiye en son sıralarda. Tirajın düşük olmasında; eksik ve eksik haber, gerçekçilikten uzak analiz, değerlere yabancılaşma, vizyon eksikliği gibi nedenler yüzünden medyanın inandırıcılığını kaybetmesi olarak gösteriliyor. Tabi ki buna alışkanlıkları da eklemek gerekiyor.
127 milyonluk Japonya'da 70 milyon gazete satılıyor. Japon Yomiuri Shimbun tek başına 14 milyon satıyor. Alman Bild 4, İngiliz Sun 2,5, USA Today 2,3, Wall Street Journal 2,1, New York Times 1,1 milyon, The Washington Post da 700 bin satıyor. Türkiye'de ise tirajları gerçek kabul etseniz, 3,5 milyon ama siz bunun yarısını sayın.
Burada önemli olan sadece çok satmak değil, etkin de olabilmektir.
Batılı veya doğulu entelektüeller ve halkları etkilemek istiyorsak, hem içeride Türkçe, hem de dışarıda çok güçlü ve etkin İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca yayın organlarına ihtiyacımız olduğu ortada.
Lakin mesele sadece yeni gazete, dergi çıkarma, televizyon kurma veya internet sitesi açmakla da olacak bir şey değil. Bunları işletecek, analiz edecek, iyiyle kötüyü, hakla batılı ayırt edecek kadar basiret ve feraset sahibi ve de davasını satmayacak samimi ekiplere ihtiyaç var.
Körfez zengindi, bunu yapmadı. Yapsa da, dünyaya bakışı batılıdan pek de farklı olmadığı için bir önemi de yoktu. Ama artık biz de fakir bir ülke değiliz, inanması şartıyla devlet de, zenginlerimiz de bunu yapabilir.
Eksik olan şey; ufuk, liyakat, ekip kurma becerisi ve batının başarılı örneklerinin sahip olduğu vizyona sahip olmamak olsa gerek. Çünkü savaşın her cephede sürdüğü ve hezimet yaşadığımız alanların hepsinin, medya alanındaki başarısızlığımızdan kaynaklandığını galiba pek göremiyoruz.
İnternet haber sitesi açmayı 1-2 bin lira maaşla bir genç alıp, haber kopyalayıp yapıştırmaktan ibaret sanılıyor. Siteler ise Google reklamları ile finanse edilmeye çalışılıyor. Bu da meselenin ehemmiyetinden ne kadar uzakta olduğumuzun bir göstergesi.
Özetle dünyada hakkın, doğrunun, iyinin düşmanı ve taraftarı olmak üzere iki tip medya var. Hakkın düşmanları sayısal açıdan da, yetenek açısından da güçlüler. Üstelik daha fazla gayretliler.
Biz ise her sabah New York Times, Washington Post, Times, Finansal Times, Guardian ne yazmış, BBC, CNN, Fox ne demiş, David bize bugün nasıl sövmüş, Hans nasıl iftira etmiş, onu okuyup, tercüme etmekle meşgulüz. Bunu yaparak bile kendi kalemize gol attığımızın farkında değiliz.