'Dünyayı ve yüzde 5'ini istiyorum'

'Dünyayı ve yüzde 5'ini istiyorum'
24.04.2018 20:07:51

Şeytanî dünya düzenin temelleri yaklaşık 3 asır önce atılmıştı. Bu şer düzenini paraya tapan Yahudi'den başkası yapamazdı ve öyle de oldu. Şimdi ise bu iblisî düzeni ayakta tutmak için çabalıyor. Bizlerse varımızla yoğumuzla ona destek veriyoruz.

Australyalı yazar Larry Hannigan 1971'de kaleme aldığı ‘Dünyayı ve yüzde 5'ini istiyorum' yazısında bugünkü siyasi ve iktisadi terörün nasıl başladığı ile finans tetikçiliği ve faiz baronluğunun ortaya çıkışını anlatmıştı. Artık herkesin hakkında bir şeyler bildiği küresel barona ağırdan alan, ılımlı ve ihtiyatlı sosyalist manalarına gelen Fabian diye ad takan yazar, süreci son derece akıcı bir üslupla özetliyor. Dünya'da kartların yeniden karıldığı bugünlerde büyük bir önem arz eden bu makaleyi Süleyman Sezai tercüme etti. 

©Larry Hannigan 1971, Australia

Fabian* yarınki kalabalığa yapacağı konuşmasını bir kez daha prova ederken heyecanlıydı. Hep prestij ve güce sahip olmak istemişti ve şimdi rüyaları gerçek olacaktı. Mesleği gümüş ve altın işlemeciliği üzerine idi, mücevherat ve hediyelik eşyalar yapmaktaydı. Ancak hayatını kazanmak için elleriyle çalışmak fikrinden memnun değildi. Heyecana, meydan okumaya ihtiyacı vardı ve şimdi planını işlemeye hazırdı.

Nesiller boyu insanlar ticarette takas sistemini kullanmaktaydı. Ailenin reisi, ailesinin tüm ihtiyaçlarını ya kendisi çalışarak temin ediyordu, ya da belli bir ticaret dalında uzmanlaşarak tedarik ediyordu. Kendi üretiminden ne arttırabiliyorsa başka insanların üretiminden artan ile takas ediyordu.

Kasabanın pazar yeri her zaman gürültülü ve tozluydu. Üstelik insanlar birbirlerine yüksek sesle bağırıp el sallıyor, takas yapacağı arkadaşını bulmaya çalışıyordu. Zamanında mutlu ve sakin bir yerdi, fakat şimdilerde ise çok sayıda insan ve hırgür vardı. Pazarlıklar bir türlü sonuçlanmıyordu, her geçen gün karmaşıklaşan bir sistem hâkimdi. Çene çalmaya devam etmenin âlemi yoktu,  mutlaka daha iyi bir sistem lazımdı. Genel olarak insanlar hallerinden ve emeklerinin getirilerinden memnundular.

Her bir toplulukta basit birer ‘İDARE' oluşturulmuştu. Böylece her bir bireyin özgürlük ve haklarını güvence altına alınmıştı. Hiç kimse başka bir kişi ya da grupça arzusu dışında bir iş yapmaya zorlanamıyordu.

Bu misyon idarenin tek ve yegâne amacıydı. İdare'nin başı olan ‘VALİ' kendisini seçen yerel toplulukça gönüllü olarak destekleniyordu.

Ancak pazar yeri meselesi epeydir çözemedikleri bir sorun olarak önlerinde duruyordu. Bir bıçak kaç sepet mısır ederdi? Bir mi yoksa iki mi? Ya da bir inek at arabası kasasından daha mı değerliydi. Vesaire… Vesaire. Hiç kimsenin aklına daha iyi bir sistem gelmiyordu.

Fabian daha önceden duyurusunu yapmıştı: “Bizim takas sisteminin sorunlarına bir çözümüm var, herkes yarınki halk toplantısına davetlidir.”

PARA

Ertesi gün, kasaba meydanında kalabalık bir toplantı yapıldı ve Fabian yeni sistemi hakkında her şeyi açıkladı ve sistemin adına “PARA” dedi.

Anlatılanlar kulağa hoş gelmişti “Peki nasıl başlıyoruz” diye sordu kalabalıktan birisi. Fabian, “Hâli hazırda mesleğimde kullanmakta olduğum altın çok uygun bir metaldir, kararmaz ve paslanmaz, uzun süre kullanılabilir. Ben sanatkârlığımı kullanarak altından paralar yapacağım ve bunların her birine ‘1 DOLAR' diyeceğiz.” dedi.

Fabian, ilaveten mal değerlerinin nasıl oluşacağını, paranın nasıl gerçek bir alışveriş aracı olacağını ve ‘para'nın, takastan çok daha iyi bir sistem olduğunu anlattı.

Vali sordu: “Ama bazı insanlar topraktan altın çıkarıp ve kendi paralarını yapabilir?

“Bu çok haksızca olur” dedi Fabian. Cevabı hazırdı: “Sadece hükümet tarafından onaylanan paralar kullanılabilir ve bunların üzerine özel bir mühür vurulur.”

Bu makul bir şeydi. İnsanlar aralarında tartışmaya başlamıştı. Önce bu paradan herkese eşit miktarda dağıtılması önerildi biri tarafından. Fakat mum imalatçısı atıldı: “Bir dakika en çok benim almam lazım” dedi ve ekledi “herkes benim mumlarımı kullanıyor”.

Hayır” dedi çiftçi “Yiyecek olmazsa yaşam olmaz, asıl en büyük pay benim olmalı.” Sonuçsuz sataşmalar sürdü gitti.

Fabian bir müddet daha tartışmalara müdahale etmedi. Sonunda, “Hiçbiriniz aranızda bir uzlaşmaya varamayacağınıza göre, size ihtiyacınız olan kadarını benden almayı teklif ediyorum. Geri ödeme gücünüz olduğu sürece, hiçbir sınır da olmayacaktır. Ne kadar çok para alırsanız yılsonunda o kadar fazla geri ödemeniz gerekecektir” dedi.

İnsanlar sordu: “Ya sen ne kazanacaksın bu işten?”

FAİZ

Burada ben ‘PARA ARZI' diye adlandırabileceğimiz bir hizmeti sunduğum için, çalışmamın karşılığı olarak bana bir ödeme yapılması gerekir. Diyelim ki aldığınız her 100 birim para karşılığında bana borçlu olduğunuz her bir yıl için 105 birim ödeyeceksiniz. 5 birim para benim ücretim olacak ve bu 5 birime “FAİZ” adını vereceğim.”

Gerçekten de bu işin başka bir yolu da görünmüyordu, hem de yüzde 5 de hayli düşük bir miktardı. İtiraz yoktu. “O halde bir sonraki cuma başlıyoruz” dedi Fabian.

FİYAT

Fabian hiç zaman kaybetmedi. Gece gündüz çalışarak ihtiyaç olabilecek kadar parayı haftanın sonuna kadar hazırlamıştı. İnsanlar dükkânının önünde kuyruğa girdiler. Paralar valilik tarafından muayene edilip onaylandıktan sonra sistem yürürlüğe koyuldu. Bazı insanlar azar azar borç alarak yeni sistemi denemek üzere pazara gittiler.


Ne kadar harika bir şeydi bu para! İnsanlar çok kısa bir zamanda her şeyi bu altın para üzerinden değerlemeye başladılar. Bu değerlemeye ‘FİYAT' adını verdiler ve fiyat esas olarak o malı üretmek için gereken emek miktarına bağlı oldu. Emek ne kadar yüksekse fiyat o kadar pahalı, emek ne kadar az ise fiyat da o denli ucuzdu…

Kasabada Alan isminde bir tek saat yapımcısı vardı. Yaptığı saatlerin fiyatı yüksekti, çünkü herkes kendine bir saat edinmek için bu meblağları ödemeye razıydı.

SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ

Aynı durum inşaatçılar, nakliyeciler, muhasebeciler, çiftçiler, hatta her iş kolu için geçerli olmaya başlamıştı. Müşteriler hangisinin fiyat uygunsa onu seçtiler. Bu ‘SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ' idi. Diğer insanların işe atılmasını engelleyen ruhsat ya da tarifeler gibi suni düzenlemeler yoktu. Yaşam standardı yükselmişti. İnsanlar daha önceleri nasıl da hayatlarında para olmadan yaşadıklarına şaşıyorlardı.

Yılın sonunda Fabian kendisine borçlu olanları ziyaret etmeye başlar. Bazılarının borç aldıkları paradan daha fazla parası birikmişti, bu kimilerinin elinde daha az para olması demekti, çünkü başlangıçta piyasaya arz edilen para miktarı sabit ve belli idi. Yılsonunda kazançlı olanlar borç aldıkları 100 artı 5 birim faizi geri ödediler. Fakat yeni yılda da devam etmek için borç almak zorundaydılar.

BORÇ

Ötekiler, hayatlarında ilk kez ‘BORÇLU' olduklarını keşfettiler. Fabian'ın onlara yeniden borç vermeden önce ellerindeki varlıkların bir kısmını rehin alması gerekti. Yeni yılın başında herkes piyasaya o elde etmesi hep çok zor olan ekstra 5 doları bulmaya- çıktı. Bütünsel olarak bakıldığında, hiç kimse kasabanın toplamdaki borcunun ödenemeyeceğinin farkına varamamıştı. Çünkü borç olarak insanlara verilen her bir 100 dolar için istenen 5 dolarlar piyasaya hiçbir zaman sürülmemişti ki bunlar ticari faaliyetler sonucunda kazanılabilsin ve borçlar geri ödenebilsin!

Hiç kimse, ama sadece Fabian faizlerin geri ödenebilmesinin imkânsız olduğunu görüyordu. Ekstra para (faiz karşılığı 5 dolarlar) hiç piyasaya sürülmemişti. Dolayısıyla hep birileri oyun dışında kalıp şansını kaybedecekti. Tabi ki Fabian da yaşamını sürdürebilmek için kazandığının bir kısmını harcıyordu. Fakat bu miktar kasabanın ekonomik büyüklüğünün yüzde 5'i kadar olamazdı! Ayrıca zaten kuyumculuk mesleğini sürdürüyor ve oradan da kazanç temin edip rahat bir hayat sürüyordu.

Fabian'ın dükkanının arka odasında sağlam bir kasası vardı ve insanlar ihtiyaç fazlası paralarını geçici süreliğine muhafaza etmesi için Fabian'a teslim ediyorlardı. Bunun karşılığında Fabian paranın miktarına ve kasada tutulma süresine bağlı olarak küçük bir miktarda bir ücret talep ediyordu. Yatırılan miktar karşılığında da para sahibine makbuz veriyordu.

Normalde birisi alışverişe çıktığında bir sürü altın parayı üstünde taşımıyordu. Dükkân sahibine almak istediği malların değeri karşılığında elinde bulunan makbuzlardan veriyordu. Dükkân sahipleri de bu makbuzları kabul ediyorlardı; çünkü bunları Fabian'a geri götürdüklerinde karşılığı kadar altın parayı alacaklarından emindiler.

Artık elden ele altın paralar yerine makbuzlar dolaşmaktaydı. İnsanlar bu makbuzlara büyük itimat duyuyorlardı ve bunların da altın paralar kadar kullanışlı olduğunu kabul etmekteydiler.

Çok geçmeden Fabian, artık insanların altın paralarını nadiren geri istediklerinin farkına vardı. Şöyle düşünmekteydi: “Burada oturuyorum ve tüm bu altınları elimde tutuyorum ve hâlâ çok çalışan bir zanaatkârım. Bunun hiçbir mantığı yok! Dışarıda burada yatmakta olan altınları kullanmak isteyecek ve bunun karşılığında bana faiz ödemekten memnun olacak onlarca insan var. Doğru, bu altınlar benim değil, fakat benim elimin altında. Önemli olan da bu. Yeni para yapmama aslında pek de gerek yok. Kasada bulunan bu paraların bir kısmını pekâlâ kullanabilirim.”

Başlangıçta oldukça temkinliydi; azar azar ve geri ödemede çok güvenilir olanlara, teminat da alarak, borç veriyordu. Ancak zamanla daha cesur olmaya başladı ve daha yüksek meblağlarda borç verdi. Bir gün oldukça yüksek miktarda borç talebi gelmişti. Fabian müşteriye şöyle bir teklifte bulundu. “Tüm bu altın paraları yanınızda alıp taşıyacağınıza sizin adınıza bir hesap açalım ve talep ettiğiniz para miktarı karşılığı kadar makbuz verelim.” 

REKABET

Ancak yeni bir saat imalatçısı ortaya çıkmıştı. Satış yapabilmek için fiyatlarını Alan'dan daha az tutuyordu. Sonunda Alan da fiyatlarını düşürmeye zorlanmıştı. Netice itibarıyla her iki imalatçı da en düşük fiyattan en iyi kaliteyi sunmaya gayret ediyordu. Bu gerçek anlamda ‘REKABET' idi.

Müşteri kabul eder ve elinde bir deste makbuzla işine döner. Müşteri borç almıştır. Ancak altın hala kasada durmaktadır. Müşteri çıkınca Fabian gülümser: “Tuhaf bir durum, altını borç verebilmekte ama hala kasasında, elinin altında tutabilmektedir.” 

Dostlar, yabancılar, hatta düşmanlar bile işlerini yürütmek için fonlara ihtiyaç duymaktadırlar ve geri ödeme güvencesi verebildikleri sürece istedikleri kadar borç alabilmektedirler. Fabian sadece makbuz keserekten kasadaki altın miktarının mislince borç verebilmektedir ve işin ilginci kasadaki altınlar kendisine ait değildi bile! Gerçek sahipler altın paralarını geri talep etmedikleri ve insanların itimadı temin edildiği müddetçe her şey yolundaydı.

Her bir kişiye ait borç ve kredileri gösteren bir defter tutmaktaydı. Bu borç verme işi oldukça kazançlı bir iş olmuştu doğrusu.

Toplumdaki sosyal statüsü, servetiyle birlikte artmaktaydı. Önemli bir adam haline gelmekte, saygı görmekteydi. Finans söz konusu olduğunda, söyleyecekleri sanki kutsal sözler idi.

Diğer kasabalardaki meslektaşları Fabian'ın yapmakta olduklarını merak etmekteydiler. Bir gün Fabian'ı ziyaret etmek istediklerini söylediler. Bir araya geldiklerinde Fabian onlara faaliyetlerini açıkladı, gizliliğe olan ihtiyacın çok ama çok önemli olduğunu vurguladı.

GİZLİ İTTİFAK

Eğer planları açığa çıkarsa, tüm tezgâh başarısız olacaktı. Böylece hep beraber kendi ‘GİZLİ İTTİFAKLARINI' kurdular.
Her biri kasabalarına dönüp Fabian'ın öğrettiklerini uygulamaya başladılar. İnsanlar artık makbuzları da altın para gibi güvenle kabul ediyordu ve aynı para gibi hesaba yatırılabiliyordu. Bir tüccar başka bir tüccardan mal aldığında Fabian'a kendi hesabından diğer tüccarın hesabına transfer edilmek üzere kısa bir talimat yazıp ödemesini gerçekleştirebiliyordu. Defterdeki rakamları ayarlamak Fabian için birkaç dakikalık bir iş idi.

ÇEK

Bu yeni sistem çok popüler oldu ve bu talimat notlarına ‘ÇEK' adı verildi.
Gece geç saatlerinde yine bir gün Fabian meslektaşlarını bir toplantıda bir araya getirdi ve yeni planını açıklamaya başladı. Ertesi gün tüm kasabaların valileri toplantıya davet edildi ve Fabian anlatmaya başladı. “Bizim emisyona sunduğumuz makbuzlar biliyorsunuz oldukça popüler oldu. Eminim ki siz valilerimizde bunları kullanıyorsunuz ve kullanışlı da buluyorsunuz” 
Valiler tasdik etmekle beraber sorunun ne olduğunu merak etmekteydiler. “Baylar bazı makbuzlar kalpazanlar tarafından taklit edilmektedir. Ve buna bir an evvel son verilmelidir” diye devam etti Fabian.

Valiler telaşlandılar. “Ne yapılmalıdır” diye sordular.

Fabian: “Önerim şöyledir. Birinci olarak, para basma işi yeni banknotlar olarak İdarenin görevi olsun. Para özel bir kâğıda basılsın üzerinde taklit edilmesi zor hassas tasarımlar bulunsun ve ayrıca her bir banknot da Baş Vali tarafından imzalansın. Bizler kuyumcular olarak tüm baskı masraflarını üstlenmekten memnuniyet duyarız. Çünkü bizi birçok makbuz yazmak için harcadığımız zamandan da kurtaracaktır.”

Valiler şöyle bir akıl yürütme yaptılar: “Bu kalpazanlara karşı halkımızı korumak bizim vazifemizdir ve Fabian'ın teklifi de iyi bir fikir gibi görünmektedir.” Sonuçta valiler İdarenin banknotları basmasına karar verdiler.

İkinci olarak Fabian devam eder: “Bazı insanlar altın madeni işleterek kendi paralarını yapmaktadır. Önerim bir kanun yaparak, tüm altın bulanların elindekileri İdareye teslim etmesi sağlanmalıdır. Tabi ki değeri karşılığı kadar altın para ve kağıt para kendilerine verilmelidir.” 

Teklif iyi bir fikir gibi gözüktü ve İdare yüksek miktarda yeni kâğıt para bastı. Her bir kâğıt para üzerinde değerleri yazılıydı; $1, $2, $5, $10 vb. Düşük baskı maliyetleri de sarraflarca karşılandı.

Kâğıt banknotların taşınması oldukça pratikti ve kısa zamanda insanlarca benimsendi. Bununla beraber tüm popülerliğine rağmen yeni banknot ve metal paralar ekonomik işlemlerin sadece yüzde 10'unda kullanılmaktaydı. Kayıtlara göre çek sitemi geri kalan yüzde 90'ı kapsıyordu.

Planının bir sonraki aşaması başladı. Şimdiye değin paralarının muhafazası karşılığında, insanlar Fabian'a ödeme yapıyorlardı. Kasaya daha çok para çekmek amacıyla Fabian mevduat sahiplerine yüzde 3 faiz vermeyi teklif etti.

İnsanların çoğu öyle zannediyordu ki, Fabian kendilerinden yüzde 3 ile topladığı paraları başkalarına tekrar yüzde 5 ile verirken sadece yüzde 2 kazanıyordu. Üstelik eskiden paralarının muhafazası için para öderlerken, şimdi yüzde 3 faiz aldıkları için işin aslını sorgulamaya hiç niyetli görünmüyorlardı.

Tasarruf mevduatları büyüyordu ve kasadaki bu ilave parayla Fabian yatırılan her $100'lık kağıt ve altın para ile $200, $300, $400 bazen de $900'lık borçlar verebiliyordu. Fabian bu 9'a 1'lik oranda çok dikkatli olmalıydı. Çünkü her 10 insandan 12i ihtiyaç duyup parasını, banknot ya da altın para olarak, talep edebiliyordu.

Eğer ihtiyaç olduğunda kasalarda yeterince para bulunmadığı ortaya çıkarsa insanlar şüphelenebilirdi. Bununla beraber, hesaplar şöyle çalışmaktaydı. Fabian kendi yazdığı çeklerle verdiği $900?lık bir borca karşılık $45'lık bir faiz geliri ($900'ın yüzde 5'i )elde ediyordu. Borç art faiz $945 olarak geri ödendiğinde defterindeki $900?lık borç silinmekte Fabian da $45'ını almaktaydı.

Bu halde kasasına yatırılan $100'a (ki aslında kasasını hiç terk etmemektedir) %3 faiz vermekten gayet memnun kalmaktadır. Bunun anlamı şuydu: Mevduatta bulunan her $100 karşılığında %42 kâr etmek mümkündü ve çoğu insan sadece yüzde 2 kâr ettiğine inanıyordu. Diğer kuyumcular da aynısını yapmaktaydı. Bir kalem darbesiyle havadan para yaratmakta ve bunun üzerine de faiz koymaktaydılar.

Doğru, artık altın para ve banknotu basmıyorlardı. Onların yerine, parayı idare basıyor ve dağıtıma sokmaları için kuyumculara veriyordu. Fabian'ın tek masrafı küçük baskı maliyetleriydi. Ve hâlâ yoktan kredi paraları yaratmakta ve üzerine faiz işletmekteydiler. Yine de insanlar para arzı işlevinin bir kamu operasyonu olduğuna inanıyorlardı. Üstelik de Fabian borç olarak dağıttığı paraların insanlar tarafından kendisine yatırılan paralar olduğunu düşünüyorlardı.

Oysa Fabian birine borç verdiğinde, hiçbir mûdinin yatırdığı paranın eksilmemesi çok tuhaf bir durumdu. Eğer insanlar yatırdıkları parayı aynı anda çekmeye teşebbüs etseler düzenbazlık ortaya çıkacaktı.

Kâğıt ya da metal para olarak bir borç talebi geldiğinde bir sorun yoktu. Fabian'ın tek yapması gereken, İdare'ye başvurmaktı. Nüfustaki ve üretimdeki artıştan dolayı daha fazla paraya ihtiyaç olduğunu anlatarak, küçük baskı masrafları karşılığında parayı temin ederdi.

Bir gün bu konulara kafa yoran bir adam Fabian'ı görmeye gider. “Bu faiz işi yanlıştır” der Fabian'a: 

“Her bastığınız $100 için $105 geri istiyorsunuz. Bu ekstra $5 hiçbir zaman geri ödenemez, zira hiç var olmadılar. Çiftçiler gıda, fabrikalar mal üretiyor, fakat sadece sen para üretiyorsun.

Varsayalım ki tüm ülkede sadece iki işadamı var ve diğer tüm nüfus da bunların çalışanı olsun. Ve bu işadamlarının her birine $100 borç verilsin. Yine bu işadamları da bu paranın $90 üretim maliyetleri (maaş+masraflar v.d.) olarak harcayıp $10'ını kâr olarak kendilerine alsalar, tüm ülkede toplamda $200'lık bir satın alma gücü oluşmuş olur. Oysa size geri ödeme yapabilmek için ülkede yapılan tüm üretimlerin $210'a satılması gerekir.

Eğer iş adamlarından biri başarır ve üretimini $105'a satarsa, diğeri sadece $95 gelir elde etmeyi umabilecektir. Ayrıca malının bir kısmı satılamayacaktır. Çünkü bu malı satın alacak para piyasada kalmamıştır. Her halükarda size hala $10 borçlu olacak ve geri ödemesini sadece daha fazla borçlanarak yapabilecektir. Bu sistem mümkün değildir.”

Adam devam eder, “Doğaldır ki sizin $105 lira basmanız gerekir; $100'ı müşteriye, $5'ı harcamak için kendinize. Bu yolla dolaşımda $105 olacak ve borç geri ödenebilecektir.”

Fabian sessizce dinler ve sonunda şöyle konuşur: “Finansal ekonomi oldukça derin bir konudur evlat, yıllarca üzerinde çalışmış olmak gerekir. Müsaade et bu konularla ben ilgileneyim sen de kendiişlerine bak. Sen daha verimli olmaya, daha çok üretmeye, masraflarını azaltmaya, daha iyi bir işadamı olmaya odaklan. Ben bu konularda her zaman sana yardımcı olmayı isterim.”

Adam hâlâ ikna olmamış bir şekilde oradan ayrılır. Fabian'ın bu operasyonlarında bir yanlışlık vardı ve sorularını açıkça cevaplamaktan kaçındığını hissetmişti.

Öte yandan, insanlar Fabian'ın sözlerine saygı göstermekteydi. “O bir uzmandı, diğerleri yanılıyor olmalıydı. Bak ülke nasıl da kalkınmıştı, üretim nasıl coşmuştu, her geçen gün daha iyiye gidiyor olmalıydık.”

Tüccarlar borç olarak aldıkları paranın faizlerini maliyetlere koyduklarında fiyatlarını artırmak zorunda kalıyorlardı. Ücretli kesim ücretlerinin çok düşük olduğundan şikâyet etmeye başlamıştı. İşletme sahipleri ücretleri artırmaya yanaşmıyorlar, eğer yaparlarsa iflas edeceklerini iddia ediyorlardı. Çiftçiler üretimlerine adil bir fiyat verilmediğini söylüyorlardı. Ev hanımları ise mutfak ihtiyaçlarının pahalılığından şikâyetçiydiler.

GREV

Sonunda, bazı insanlar ‘GREVE GİTTİ.'

Bu daha önce hiç duyulmamış, bilinmeyen bir şeydi. Diğerleri yoksulluk sınırının altına düşmüşlerdi ve akraba ve arkadaşları onlara yardım edememekteydi. İnsanların çoğu artık kendilerini çevreleyen gerçek zenginliğin, servetin, bakir ve doğurgan topraklar, muhteşem ormanlar, madenler, besi hayvanları varlığını çoktan unutmuştu. Kafalarında sadece temin edilmesinin çok zor olduğunu düşündükleri para vardı. Fakat hiçbir zaman sistemi sorgulamamaktaydılar. Çünkü sistemi ‘Kamu İdaresi'nin işlettiğini zannediyorlardı.

Bazı insanlar ise birikimlerini birleştirerek ‘borç verme' veya ‘finans' şirketleri kurmuşlardı. Bu yolla ancak yüzde 6 ya da biraz fazlasını kazanabiliyorlardı ki, bu Fabian'ın ödediğinden daha iyiydi. Fakat bunlar sadece sahip oldukları parayı borç verebiliyorlardı. Şu yoktan para yaratma gibi o tuhaf güç ellerinde yoktu.

Bu finans şirketleri Fabian ve arkadaşlarını bir ölçüde kaygılandırmıştı ve onlarda hızla kendi finans şirketlerini kurmuşlardı. Çoğunlukla bu şirketler diğerleri daha ileri gitmeden onları satın almıştı. Kısa zamanda tüm finans şirketleri ya Fabian ve arkadaşları tarafından satın alınmış durumdaydı ya da kontrolleri altındaydı.

Ekonominin durumu gittikçe kötüleşmekteydi. Ücretliler patronlarının haddinden fazla kâr yaptığına ikna olmuşlardı. 
Patronlar ise çalışanların tembel olduğunu ve günlük işlerini dürüstçe yapmadıklarını söylüyordu ve herkes herkesi suçluyordu. Valiler bir türlü bir cevap bulamıyorlardı ve acil gelişmekte olan bir durum onları sıkıştırıyordu; sayısı gittikçe artan yoksullara yardım etme vazifesi…

İdare sosyal devlet ve refah politikalarını uygulamaya başlamış ve halkı buna katkıda bulunmaya zorlayan yasalar çıkartmışlardı. Bu durum halkı öfkelendirmekteydi. Çünkü halk o eski usul, gönüllü olarak, komşu ve akrabalarına yardım etme düşüncesine inanıyorlardı.
‘Bu kanunlar yasallaşmış soygundan başka bir şey değil. Bir insandan arzusu dışında bir şeyi almak, amacı ne kadar insani de olsa, çalmaktan başka bir şey değildir.'

Fakat bireyler kendilerini yalnız ve desteksiz hissediyorlardı. Eğer katkı paralarını ödeyemezlerse hapse girmekten korkuyorlardı. Bu sosyal devlet uygulamaları biraz rahatlama getirmişti ama çok kısa bir zaman sonra problem tekrar nüksetmişti ve bu sefer daha çok para gerektiriyordu. Bu tarz politikaların uygulama maliyetleri gittikçe artıyor, devletin boyutunu büyütüyordu.

Valilerin çoğu ellerinden gelen en iyiyi yapmaya çabalayan samimi ve dürüst adamlardı. Kendi insanlarından daha fazla para talep etmek hoşlarına gitmiyordu. Sonunda Fabian ve arkadaşlarından borç para almak dışında çareleri kalmamıştı. Nasıl geri ödeyeceklerine dair hiç bir fikirleri yoktu. Anne babalar çocuklarının öğretmen paralarını ödeyemez oldular. Doktorların ücretini veremediler. Nakliyeciler işlerini kapatıyorlardı.

İdare tüm bu işleri tek tek üstlenmek zorunda kalıyordu. Öğretmenler, doktorlar ve diğerleri artık hepsi kamu hizmetlisi, memur olmuştu.

Çok az kimse işinden memnundu. Makul bir ücret alıyorlardı ama kimliklerini kaybetmişlerdi. Sanki dev bir makinanın dişlileri haline gelmişlerdi.

Kişisel inisiyatiflere yer yoktu. Çabaları takdir edilmiyordu, ücretleri sabitlenmişti ve mesleklerinde ilerleme ancak üstleri emekli olduğunda ya da öldüğünde mümkün olabiliyordu.

Bu umutsuzluk hali içinde Valile0,r Fabian'ın önerilerini almaya karar verdiler. Fabian valilerin gözünde bilge bir adamdı ve paraya dair sorunların çözümünü biliyordu. Onları dinledi ve meselelerinin ne olduğunu izah etti. 

‘Birçok insan kendi problemini çözmekten acizdir, öyleyse birileri bunu onlar için yapmalıdır. Kabul edersiniz ki, insanların mutlu olma ve hayatın temel ihtiyaçlarına sahip olma hakkı vardı. Ünlü bir deyişte söylendiği gibi “tüm insanlar eşittir” değil mi?'

VERGİ

Fabian devam eder. ‘Pekâlâ, tüm bunları bir dengeye getirmek için, zengindeki fazla serveti almak ve fakire vermek lazımdır. Bunun için de ‘VERGİ' sistemini kurmak gerekir. Daha fazlaya sahip olan daha fazla öder. Mali güçlerine göre herkesten vergi toplayın ve ihtiyaç sahibine verin. Okullar ve hastaneler gücü yetmeyenler için ücretsiz olmalıdır.

Fabian valilere yüksek ideallere dair uzun bir nutuk çeker ve konuşmasının sonunda da “Ha! Bu arada unutmadan bana borçlusunuz, epey bir zamandır benden borç almaktasınız” hatırlatmasını yapar.

“Sizin için yapabileceğim kolaylık sadece faiz borcunuzu ödemekle yetinebileceğinizdir. Anaparayı ödemenize gerek yoktur, borç olarak devam eder.”

Valiler oradan ayrılırlar, ancak Fabian'ın felsefesini derinlemesine sorgulamadan artan oranlı gelir vergisi sistemini uygulamaya sokarlar. Hiç kimse bu işi sevmemiştir. Ama ya vergi ödenecektir ya da hapsi boylayacaklardı.

Tüccarlar bir kez daha fiyatlarını artırmaya zorlanmışlardı. İşçiler daha yüksek ücret talep ederken, bazı işletme sahipleri ya işlerini kapatmak zorunda kalıyorlar ya da işçi yerine daha çok makineleşme yoluna gidiyorlardı. Bu işsizliği artırıyor ve hükümet de daha yüklü sosyal politika ve refah devleti uygulamaları yapmak zorunda kalıyordu.

Bazı sektörlerde tarife ve koruma uygulamalarına gidilerek, karlılığa bakılmaksızın öncelikle istihdam sağlama öngörülmüştü. Sadece birkaç kişi “üretimin gerçek amacı ürün üretmek mi yoksa sadece istihdam yaratmak mı”, sorusuna kafa yoruyordu.
İşler daha kötüye giderken ücret kontrolleri, fiyat kontrolleri, kısaca her alanda kontroller ardı ardına gelmeye başlamıştı. İdare daha fazla gelir elde etmek için alım-satım vergisi, bordro vergisi, gibi birçok vergiyi de uygulamaya koymuştu. Öyle ki, bir hesaplamaya göre bir somun ekmek üzerinde tarladan eve gelene kadar 50 ayrı çeşit vergi vardı.

Bu arada “uzman” kişiler ortaya çıkmakta, hatta bir kısmı da İdare'ye seçilmekteydi. Her yıl yapılan bütçe görüşmelerinde ‘vergilerin yeniden yapılandırılmasından' başka çözüm getiremiyorlardı. Bu yeni düzenlemeler de her zaman ‘toplamda daha fazla vergi'den başka bir şey olmuyordu.
Fabian artık faiz ödenmelerini talep etmeye başlamıştı. Vergi gelirlerinin her geçen yıl daha büyük bir oranı faiz ödemelerine gidiyordu.

PARTİLER

Bir yandan da “PARTİLER” peydâh olmuştu. İnsanlar hangi valilerin sorunları daha iyi çözeceği konusunda kıyasıya tartışmaya başlamışlardı. Adayların kişilikleri, idealizmleri, parti politikaları her şey tartışılıyordu ama sorunun aslı, gerçek problem hiç konuşulmuyordu. Meclislerde sıkıntılar baş gösteriyordu.
Kasabanın birinde, borcun faizi o yıl toplanan vergi gelirlerini geçmişti. Tüm ülke sathında ödenemeyen faizler artmaktaydı. Ödenmeyen faizlerin üstüne daha yüklü faizler gelmekteydi.


Yavaş yavaş ülkenin reel servetinin büyük bir kısmı Fabian ve arkadaşlarının ya eline geçmiş ya da dolaylı olarak kontrolü altına girmişti. Bu hal insanlar üzerinde daha fazla denetim anlamına gelmekteydi. Ancak henüz bu denetim yeterli değildi. Fabian ve arkadaşları biliyordu ki her bir insan denetim altına alınmadan durum güvence altında olmayacaktı.

Cari sisteme muhalefet eden birçok kişi ya mali baskılarla susturulmakta ya da halk önünde küçük düşürülerek itibarları sarsılmaktaydı. Fabian ve arkadaşları bunu sağlamak için birçok gazete, TV ve radyo istasyonu satın almışlardı. Başlarına titizlikle seçtikleri kişileri yerleştirmişlerdi. Bu yöneticilerin çoğunun dünyayı daha iyi hâle getirme konusunda samimi arzuları vardı. Ancak nasıl kullanılmakta olduklarını hiçbir zaman anlayamıyorlardı. Bunların çözümleri, problemin etkileri üzerine ilgilenmek olurken hiçbir zaman problemin sebebi üzerine olmuyordu.

Birçok farklı gazete vardı. Sağ kesim için, sol kesim için, işçiler için, patronlar için vs.vs. Asıl problemin sebebine kafa yormadıktan sonra hangisine itibar edersen et bir önemi yoktu.

GÜÇ

Fabian'ın planı neredeyse tamamlanmak üzereydi, tüm ülke ona borçluydu. Eğitim ve medya vasıtasıyla insanları kontrol edebiliyordu. Neye inanmalarını, neyi düşünmelerini istiyorsa bunu sağlayabiliyordu

Bir insan keyfi için harcayabileceği paranın kat be kat fazlasına sahip ise, geriye ona heyecan verebilecek ne kalıyordu ki? Egemen sınıf zihniyeti için bunun cevabı “GÜÇ” tür. İnsanlar üzerinde tatbik edebileceği “yalın ve soğuk” güç. Medya ve hükümette idealist insanlar kullanılıyordu, ancak Fabian'ın aradığı gerçek kontrol ediciler egemen sınıf zihniyetine sahip olanlardı.

Arkadaşlarının da çoğu aynı yoldaydı. Devasa servetlerin verdiği hazzı biliyorlardı ama artık bu onları tatmin etmiyordu. Meydan okuma, heyecan ve kitleler üzerinde güç tatbiki nihai oyunun adıydı.

İnandıkları, diğerlerine karşı üstün bir sınıf olduklarıydı. “Hükümet bizim hakkımız ve görevimizdir. Kitleler kendileri için neyin iyi olduğunu bilmezler. Harekete geçirilmeye ve organize edilmeye ihtiyaçları vardır. Hükmetmek bizim doğuştan gelen hakkımızdır.”

PARA REZERV MERKEZİ

Ülke çapında Fabian ve arkadaşları birçok finans ve borç verme kuruluşlarına sahiptiler. Tabi ki bunlar ayrı kuruluşlar ve özel şahıs mülkiyetindeydiler. Teoride bunlar birbirleriyle rekabet halinde gözükürken, gerçekte birbirleriyle çok yakın çalışıyorlardı. Bazı valileri de ikna ettikten sonra “PARA REZERV MERKEZİ” adını verdikleri bir kurum kurdular. Bunun için kendi paralarını bile kullanmamışlardı. Halkın mevduatlarının bir kısmına dayanarak kredi meydan getiriyorlardı. 

Bu kurum, dışarıdan bakıldığında sanki para arzını regüle eden bir kamu kurumu gibi gözükmekle beraber, tuhaftır ki, yönetici kurullarındakiler kamuya sorumlu olmayan kişilerden oluşmaktaydı.

Artık devlet Fabian'dan doğrudan borç almıyordu ama Para Rezerv Merkezine borçluluk gösteren bir çeşit borç senedi sistemini kullanmaya başlamıştı. Önerilen güvence gelecek yıl toplanacak tahmini vergi gelirleriydi. Bu Fabian'ın planıyla uyumlu bir şeydi. Böylelikle şüpheleri kendisinden ziyade, meşru kamu faaliyetine çekiyordu. Bununla beraber perde arkasında hâlâ kontrol gücünün sahibiydi.

Dolaylı olarak, Fabian hükümet üzerinde yaptırım uygulayabilecek kontrole sahip oldu. ‘Ülkenin parasını ben kontrol edeyim, yasaları kimin yaptığı umurumda değil' diye övünüyordu. Hangi parti ya da gruptan vali seçildiğinin bir önemi yoktu, Fabian bir ülkenin yaşam iksiri olan ‘para'nın kontrolünü elinde tutuyordu. Devlet para bulabiliyordu, ancak aldığı her borca faiz uygulanıyordu. Her geçen gün sosyal devlet politikaları ve dağıtılan yardımlar sebebiyle daha fazla para harcanıyordu. Çok geçmeden devlet bırakın anaparanın kendisini, faizini bile ödemekte zorlanır olmuştu.

Ancak hala soru soran insanlar vardı. ‘Para insan yapımı bir sistemdir. Tabi ki hükmetmek yerine hizmet edecek şekilde düzenlenebilir' Ama böyle insanların sayısı azalmıştı ve sesleri olmayan faiz karşılığı paranın yarattığı karmaşada kayboluyordu.

İKTİDAR

Yönetimler değişiyordu, parti sloganları değişiyordu, ama temel politikalar değişmeden devam ediyordu. Hangi parti İKTİDARA gelirse gelsin, Fabian'ı nihai amacına her yıl daha fazla yaklaştırıyordu. Halkın politikalarının bir anlamı yoktu. Daha fazla ödeyemeyecek noktaya kadar vergilendiliyorlardı. Zaman Fabian'ın nihai hamlesi için tam vaktiydi.

Para arzının yüzde 10'u hâlâ kâğıt ve metal para şeklindeydi. Bu şüphe çekmeden ortadan kaldırılmalıydı. İnsanlar nakitlerini kullanırken istedikleri gibi alışveriş edebiliyorlardı. Yani hâlâ kendi hayatları üzerinde bir miktar tasarruf ve kontrol hakkına sahiplerdi.

KREDİ KARTI

Öte yandan üstte nakit taşıma her zaman emniyetli olmayabiliyordu. Çek sistemi ise her yerde geçmiyordu. O halde daha kullanışlı bir sistem bulunmalıydı. Bir kez daha Fabian'ın çözümü hazırdı. Fabian'ın organizasyonu herkes için küçük bir plastik kart basmıştı. Kartın üzerinde her kişi için isim, resim ve kimlik numarası bulunuyordu.

Bu kartın gösterildiği her yerde, dükkân sahibi kredi durumunu kontrol etmek üzere merkezi bilgisayara telefonla bağlanıyordu. Eğer kredi açıksa, kişi belli bir miktara kadar istediğini alabiliyordu.

Başlangıçta insanların küçük bir kredi oranı dâhilinde harcama yapmasına müsaade ediliyordu. Eğer ay sonunda ödeme yapılırsa borca faiz işletilmiyordu. Bu ücretli çalışanlar için iyi bir avantajdı ama ya işverenler ne yapacaktı? Makineleri kurması, malları üretmesi, maaşları ödemesi ve mallarını satıp parayı geri ödemesi gerekiyordu. Bir ayı geçerse, her ay borçlu olduğu miktarın yüzde 1,5'i ekleniyordu. Bu miktar bir yılda yüzde 18'in üzerindeydi.

İşadamının bu yüzde 18'i satış fiyatlarına eklemek dışında bir çaresi yoktu. Üstelik bu ilave para ya da kredi (yüzde 18) kimseye borç olarak verilmemişti bile. Ülke çapında iş sahipleri aldıkları her 100 dolar karşılığında 118 dolar ödemek gibi bir zorunlulukla karşılaşıyordu Oysa ekstradan ortaya çıkan 18 DOLAR hiç bir şekilde yaratılmamıştı ve piyasaya sürülmemişti.

Bununla beraber, Fabian ve arkadaşlarının toplumdaki statüleri yükseliyordu. Saygınlık abideleri olarak addedilmekteydiler. Finans ve ekonomi üzerine söylemleri neredeyse dini sabitler gibi kabul edilmekteydi.

DEV HOLDİNGLER

Sürekli artan vergi yükleri karşısında, birçok küçük işletme çökmekteydi. Çeşitli iş alanlarında, iş yapabilmek için özel ruhsatlar gerekiyordu. Artık iş kurmak ayakta kalabilenler için çok zordu. Fabian, yüzlerce bağlı şirketleri bulunan dev holdigleri ya kontrol ediyor ya da doğrudan sahibiydi. Görünürde bunlar rekabet halindeydi, ama Fabian tamamını kontrol etmekteydi. Sonuç itibarıyla, tüm gerçek rekabet eden şirketler kapanmaya zorlanmışlardı. Tesisatçılar, tamirciler, elektrikçiler ve diğer tüm küçük işletmeler aynı kaderi paylaşıyordu. Hepsi Fabian'ın devlet koruması altındaki şirketler tarafından yutuluyordu.

Fabian bu plastik kartların, banknot ve madeni paranın yerini almasını istiyordu. Planına göre tüm kâğıt ve madeni paralar ortadan kalktığında sadece bilgisayarlı kart sistemini kullanan şirketler çalışmaya devam edebilecekti.

Nihayetinde düşüncesine göre, bazı insanlar kartlarını kaybettiklerinde ya da bozduklarında kimliklerini ispat edene kadar bir şey alıp satamaz hale geleceklerdi. Ona nihai kontrol hakkını veren verecek bir kanunu yasalaşmasını istiyordu. Bu kanun, tüm insanların elleri üzerinde dövme şeklinde işlenmiş kimlik numaralarının bulunmasını zorunlu kılıyordu. Bu numara sadece özel bir ışık altında görülebiliyor ve bilgiler bir bilgisayara aktarılabiliyordu. Tüm bilgisayarlar merkezi bir bilgisayara bağlı olacaktı ve böylece Fabian herkes hakkında her şeyi bilebilecekti.

Okuduğunuz bu hikâye tabii ki kurgu.

Ancak hikâyeyi rahatsız edici derecede gerçeğe yakın buluyor ve gerçek hayatta Fabian'ın kim olduğunu öğrenmek istiyorsanız 16. ve 17. yüzyıllarda Almanya ve İngiltere'de yaşamış kuyumcuların faaliyetlerinin araştırılması iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Örneğin, İngiltere Merkez Bankası (The Bank of England) 1694'te kuruldu. Kral William of Orange Fransa ile yapılan bir savaşın sonucunda mali krize girmişti. Kuyumcular ona bazı şartlar altında 1,2 milyon pound (o zaman için inanılmaz bir miktar) ‘BORÇ' vermişti. 

Şartlar:

A) Faiz oranı yüzde 8 olacaktır.
Oysaki Magna Carta'ya göre faiz işletmek veya almak ölüm cezasını gerektiriyordu.
B) Kral, kuyumcuların sahip olduğu bir bankaya kredi yaratma imtiyazını tanıyacaktı.
Bu ana kadar kuyumcuların depo ettikleri miktardan daha fazla makbuz kesme işlemi kanunen yasaktı. Bu imtiyaz bunu kanunen yasal hâle getirmişti.

1694'te William Patterson İngiltere Merkez Bankası adına bu imtiyazı alan kişiydi.

Not: Fabian'ı bildiniz mi kim? Bilenler bilmeyenlere anlatsın deyip sizi yormayacağız. Mayer Rothschild ismi size bir şey hatırlatıyor mu?
Bu gerçeğin aynısı olan kurgu makale Süleyman Sezai tarafından tercüme edilmiştir. Fabia aynı zamanda Satanist bir örgüt adıdır.

YORUM YAP