Fatih D. Alkan

Doksanları sevmedim...

4.11.2015 10:29:36

Çocuktuk. Herkesin iyi veya bir çocukluğu oldu. Kimimiz sokak aralarına koyduğu taşların arasını kale yaptı ve Maradona olmanın hayaliyle yandı. Kimimiz elindeki tebeşirle yollara çizdiği çizgilerin arasında sek sek oyununun kitabını yazdı.  O yıllarda Avrupa Kupalarında bir üst tura geçmek bile milli bir heyecanla davul zurna ile kutlanırdı.  Çocuk olmak sokakların sahipliğiyle eşanlamlıydı.

Akşamları 20.30 haberlerinden önce sıkıcı Açıköğretim dersleri olurdu televizyonda ve kimse haberler başlamadan eve de girmezdi. Ayda bir defa yayınlanan 32.Gün ve cumartesi günleri yayınlanan Türk Sineması haricinde televizyon seyretmek pek akla gelen bir şey de değildi. Hatta 90'lardan sonra doğan çocuklara televizyonun gündüz vakitlerinde kapalı olduğunu söylesek kendileriyle dalga geçtiğimizi zannederler. Yaz günlerinde Haberler ve Akşam ezanı aynı saatlere denk gelirdi. Bizler de evlerimize haberlerden belki de ezandan önce girmezdik.

Bırakın cep telefonlarını, sabit telefon bile yoktu evlerde. Ailemiz birine haber göndereceği zaman (iki evin arasındaki mesafe yürüyerek 1 saati bulurdu genelde) yanımıza takılacak bir arkadaşımızı da yanımıza alır ve SMS bağlantısını sağlardık iki anne veya baba arasında. Bir de gittiğimiz evde o gün hamurişi veya gözleme yapılmışsa hem arkadaşımıza, hem bize gazete kâğıdı arasına sıkıştırılmış koca bir ziyafet çekilirdi.

Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i ilhak ettiğini açıkladığı 2 Ağustos 1990 günü pek çok şey değişti. Savaş çıktı çıkacak diye beklerken önce televizyonlar (sanırım sadece TRT ve özel bir kanal vardı) yayın saatlerini daha erken saatlere çekmeye başladılar. 1990 Dünya Kupası sonrasında naklen yayınlar ufak bir ara vermiş ve sonrasında naklen savaş yayını naklen futbol yayınının yerini almıştı. Böylece çocukların oyun saatleri gibi, top oynarken kırılan camların sayısı da azalmaya başlamıştı. Zaten artan inşaatlarda camcıların ufak işlerle uğraşmalarına imkân vermemeye başlamıştı. Hayat şartlarımız değişiyordu.

Bugünkü okul öncesi ve ilkokul çağındaki çocukların anne ve babaları bu değişim döneminde çocukluk ve gençliklerini geçirdiler. Dünya büyük bir hızla değişiyor, bu arada insanlar kapılarını dış dünyaya kapatıyorlardı. Önce televizyon izleme alışkanlığı kazandırıldı insanlara. Şeytan, nefs ve işbirlikçileri bulabildikleri bütün yolları deniyorlardı. Özellikle gençlerin televizyon başında tutulabilmeleri için her türlü yayın yapılıyordu. Müzik kanalları ve ahlaka mugayir yarışmalar o dönemde ortaya çıktı. Evler artık sokakların, oyun alanlarının yerini alıyor, çeşitli çizgi filmlerle ve reklamlarla da bize yabancı bir kültür evimizdeki kara delikten oturma odamıza sızıyordu.

Bugün o çocuklar büyüdü ve çocuklarına anlatabilecekleri hatıraları bile yok neredeyse. Yıllarca oturdukları sandalyelerden sadece Kemal Sunal filmleri, Alf, Ninja kaplumbağalar gibi onlarca kez izledikleri televizyon programlarını biriktirdiler hafızalarında. Bir hedefleri, mefkûreleri olmadan büyüdüler ve ÖSS-ÖYS denilen iki basamaklı bir sınavda ne yapacakları hakkında hiçbir fikirleri olmayan üniversitelerin, ne iş yaptığını kimsenin bilmediği bölümlerinden mezun oldular.

Ülkenin istikrarsız yönetimi de eklenince 90'larda lise ve üniversite okuyan kuşak işsizliğin de ne olduğunu en iyi şekilde bildi. Kendini televizyon başında kaybeden kuşak şimdi kendine benzer yeni bir kuşak yetiştiriyor. Bu kuşakta da çizgi filmler ve tablet (ya da bilgisayar oyunları) ön planda ve eğer 90'larda yetişen kuşak kendine çeki düzen vermezse arkadan gelen kuşak da aynı şekilde önüne gelene razı olmak zorunda kalacak.

YORUM YAP