Bu satırları kaleme alırken televizyonlarda Türkiye Cumhurbaşkanının uçağının, ABD yolunda Pasifik üzerinde bir yerlerde olduğu söyleniyor. Çin'de Doğunun yeni ticaret rotasının konuşulduğu zirvenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Batı güç havzasının ayakta kalmaya çalışan son başkentine, Washington'a doğru uçuyor.
Hem ABD hem de Türkiye medyasında tarihi ve en zorlu buluşma olarak nitelendirilen Erdoğan – Trump görüşmesinin gerçekleşmek üzere olduğu şu günlerde, ABD'nin güneyimizde kurmaya çalıştığı oyun senaryolarına bakmadan önce bugün itibariyle dünyanın geldiği noktaya bakmakta fayda var:
Avrupa için kader günü olan Fransa seçimlerinin küreselcilerin sermayenin adamı Macron'un kazanması ile birlik taraftarları kısa süreliğine de olsa rahat bir nefes aldılar.
Kısa süreliğine de olsa yeni bir Brexit vakasının önüne geçebilseler de bu yazın AB için çok sıcak geçeceğini söyleyebiliriz.
Fransa'nın yeni patronu Macron ise gerçek patronun kim olduğunu ilk dış ziyaretini Almanya'ya yaparak gösteriyor.
Küreselci efendilerinin emriyle iki liderin, ölen AB'nin yerine Almanya liderliğinde yeni AB'nin kurulum çalışmalarını başlatmayı planladıkları ve Almanya'nın hızla eski kodlarına dönmeye başladığı görülüyor.
Bununla birlikte bir yandan da Türkiye'yi sıkıştırmaya çalışırken;
Diğer yandan yedikleri golleri kalelerinden çıkarmaya çalışıyorlar. Altı üstü 250 asker ve birkaç antika uçaklarını nereye götürecekleri için çıkardıkları gürültüye bakarsanız dünyanın en büyük savaş armadası sanırsınız.
Aslında çıkan gürültü kaybettikleri ve bir daha bulamadıkları gururlarının sesi. Bütün bunların üzerine bir de İngiltere gibi baş belası bir düşmanla hem finansal hem de Cebelitarık gibi jeostratejik konularda uğraşmak durumundalar.
AB ise kendince İngiltere'ye gözdağı vermektedir.
İngiltere ise sırtını ABD'ye dayamanın rahatlığı ile bir yandan en üst düzey seviyesinde hazırlıklarını yaptığını ilan ederken;
Diğer yandan özellikle AB konusunda yanına aldığı Türkiye ile aşkın baharını yaşamakta, diğer yandan her daim kendi ülkesinin sistemine karşı numarası yapmakla görevli bir ajanını Türkiye'yi hizada tutmak için kullanmaktadır.
Ortadoğu cephesinde ise Hamas sürpriz bir kararla İsrail'i sıkıştıracak bir söylemle ortaya çıkarken, İsrail bu çıkışı tınmıyor gözükse de rahatsızlığı daha sert politikalara meylederek göstermektedir.
Önce skandal bir ezan yasağı hamlesi yapan, sonra mahkûmlara işkenceyi ve kötü muameleyi, gayri meşru gözaltı ve tutuklamaları artıran, Mescid-i Aksa girişlerinde vahşi cinayetler işleyip, Hamas'ın iyi niyet adımını çöpe atan İsrail, istediğini elde edemeyince; gayri insani, faşist bir yasa tasarısını sözde meclise getirdi. İsrail'in işgalci Yahudilere üstün ve hakim, Araplara ise ata yurtlarında üçüncü sınıf vatandaş muamelesini ‘yasal' ve sistematik hâle getirecek Yahudi Ulus Devlet Yasa tasarısı, “Müslümanlara ve Avrupa'nın yalnız bıraktığı Arap Hıristiyanlara savaş ilanı” olarak yorumlanıyor.” (15 Mayıs 2017, Yeni Söz)
Türkiye ise Azerbaycan ile olan dostluk ve kardeşlik ilişkisini bir en üst seviyeye çıkararak artık neredeyse bir birlik görüntüsü vermekte ve yeni İpekyolu rotası üzerindeki önemli noktalardan birinde bayrak göstermektedir.
Bundan önceki son iki yazımızda Kore ve Asya cephesi meselesini detaylı olarak incelediğimiz için burada tekrar değinmeyeceğiz ama tam bu sıralarda Çin yeni uçak gemisini suya indirirken;
Kore ABD gemilerini tek vuruşla batırmaktan söz etmektedir.
Denizyollarının keşfi ile ticaretin denize inmesi ve ipek yolunun önemini kaybetmesiyle ekonomik gücünü kaybeden Doğunun ve Osmanlı Devletinin bu kartı yeniden Çin eliyle yeniden ortaya çıkarak Batının hegemonyasındaki deniz yollarına alternatif olarak ortaya çıkmaktadır.
Almanya ise son duraklardan biri olarak yol üzerinde ki geçiş noktalarını, havalimanlarını, deniz limanlarını kendi kontrolüne almakta, ekonomik krizlerle küçük ülkeleri yutmakta, Türkiye'nin yapmakta olduğu dünyanın en büyük havalimanını durdurabilmek için elinden geleni ardına koymamaktadır.
“Yunanistan, 14 havalimanını 1,23 milyar euro bedelle, 40 yıllığına Alman Fraport AG'nin ana ortağı olduğu konsorsiyuma devretti. Konsorsiyum 1,23 milyar euro ödemesine karşılık söz konusu dönemde 10 milyar euronun üzerinde gelir elde etmeyi bekliyor.” (12.04.2017)
Amerika ise Asya'nın ve yeni İpek yolu güzergahının en önemli noktalarından biri olabilecek Afganistan'ın üzerine bir atom silahına en yakın bombayı bir gün ansızın bırakıvermiştir.
Unuttunuz belki ama Türk devleti yeni İpekyolu şifresini dönemin Başbakanının eliyle Londra'da vermişti.
İngiltere'nin başkenti Londra'yı ziyaret eden Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘Waterstone's' adlı kitapçıya gitti. Raflardaki kitapları dikkatle inceleyen Ahmet Davutoğlu, özellikle tarih kitaplarına ilgi gösterdi. Davutoğlu, Peter Frankopan'ın dünya ekonomi tarihinde Doğu'nun önemini anlatan 'The Silk Roads: A New History of the World' – “İpek Yolu: Dünyanın Yeni Tarihi” kitabını dikkatle inceledi. (18 Ocak 2016)
Kitabın tanıtımından bir paragraf alıntılayalım:
‘Batı dünyası üzerinde güneş batıyor. Yavaş ama emin bir şekilde, dünyanın dönüş yönü tersine döndü: Son beş yüz yılda ekseni üzerinde batıya doğru dönen dünya artık doğuya doğru dönüyor.
İşte böyle bir dünyada Trump – Erdoğan görüşmesi gerçekleşecek. Böyle önemli zirveler öncesinde mesajlar sahada verildiği için son haftaların olaylarını hızlıca tekrar hatırlayalım:
İşte bu noktada ABD komplo teorisyenlerinin oyun planlarını hakkında geçmişe dönerek bir hatırlatma yapmakta fayda var:
1 Mart 2003 tarihinde görünürde ABD askerlerinin Irak'a saldırmak için Türkiye'de konuşlanması tezkeresi olan ama aynı zamanda Türkiye'yi bir nevi işgal planı da olan tezkere TBMM'de reddedilmişti.
Öncesi ve sonrasıyla ABD'nin Kuzey Irak politikasına direnenlerin başına neler geldiğini değerlendirirsek;
Genelkurmay başkanı olmadan önce Hüseyin Kıvrıkoğlu defalarca suikaste uğradı.
Ecevit hastanede öldürülmeye çalışıldı.
MHP koalisyonu bozarak ülkeyi seçime götürdü, Ak Parti iktidarının yolunu açtı ama kendisi meclis dışında kaldı.
1 Mart tezkeresine direnenleri başına neler geldiğini biliyoruz;
CHP lideri Baykal kasetle tasfiye edildi.
Askerlerimizin başına çuval geçirildi.
Orduya kumpas kuruldu ve suçluların yanına özellikle bütün Deniz kuvvetleri personeli eklenerek pasifize edilmeye çalışıldı.
14 yıl sonra… Yıl 2017. Bu kez parçalanan Irak'ın yanına Suriye eklenmiş ve bu kez Suriye konusu görüşülüyor.
Resim yukarıda anlattıklarımıza ne kadar benziyor farkettiniz mi?
Ama bu kez büyük farklar var. MHP AK Parti ile bir nevi koalisyon yaparken CHP'de bu kez kumpasla gelen Kılıçdaroğlu'nun tasfiyesi gündemde. Türkiye'de ise bazı odaklar ısrarla Türkiye'yi ABD'nin yanında Rakka savaşına itmekte yoksa ABD'nin bunu PKK/YPG ile yapacağını söylemekte. Bir nevi oyunu tersten göstermekte ve Türk askerini ABD'nin kara gücü yapmaya çalışmaktadır. 2003 yılında buna karşı çıkan Türkiye'yi ters manivelalarla YPG/PKK'yı yanına alma beni al durumuna getirmekte, kamuoyunu buna razı etmeye çalışmaktadır.
Ve bir başkası:
“Benim gelişmeleri okuyuşum, Amerikalıların hükümetin İncirlik Üssü'nün kapatılması dahil pek fazla tepkisel önlemini göze almış oldukları yönündedir. Fakat Erdoğan her şeye rağmen Trump'ı Rakka harekatını YPG'siz yapmaya ikna edebilirse bu kendisi için de Türkiye içinde bir diplomatik zafer sayılmalıdır.” (Murat Yetkin, ABD İncirlik'in kapatılması dahil pek çok tepkiyi göze aldı, 12 Mayıs 2017, Hürriyet)
Ve diğer bakış:
Yani gerçek savaş aslında Trump – Erdoğan görüşmesi öncesinde Türkiye'de milli ve ecnebi medya içinde yaşanıyor.
Tam bu sırada olaya İngiltere'de BBC'ye verdiği mülakatla katılan Başbakan Yıldırım ise şunları söylüyor:
“ABD'ye savaş ilan edecek değiliz. Adı ister PKK olsun, ister PYD, ister YPG olsun fark etmez, terör örgütüne karşı savaşmaya devam edeceğiz".
Mülakatın devamında Sn. Başbakan ABD'ye Rakka için ortaklık teklif ettiklerini ama herhalde bunun yeterli görülmediğini belirtiyor.
Yani 2003 yılında önce Türk milletinin ardından TBMM'nin kabul etmediği ortaklığı yine ABD'ye teklif ettiklerini ve ABD tarafından kabul görmediğini söylüyor Sn. Başbakan. Ama daha da kötüsü “ABD'ye savaş ilan edecek değiliz” söylemi. Tam zirve öncesinde böyle bir sözün özellikle de ABD'nin en büyük partneri İngiltere'de söylenmesi anlaşılır gibi değildir.
Kimse ABD'ye savaş açılmasını taraftarı değildir ama her devlet gerekirse herkesle savaşa girebilme hakkını da saklı tutmalıdır ve zirve öncesi böyle bir söz hakikaten çok yersiz olmuştur.
Son düzlüğe gelinen noktada onların Türk askerine bakış açısı hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Daha eskilere Kore savaşına gidersek, eski ABD Savunma Bakanı John Dulles, “müttefik güçler, en ucuz askeri Türkiye'den temin ediyor, bir Türk askerinin maliyeti 23 cent'e denk geliyor” demişti.
Irak'ta aylık 6000 USD maliyeti olan Amerikan dijital birlikleri yerine aylık maliyeti 600 USD olan Türk askeri ABD'nin öncü birliği olmamalıdır.
Türkiye müdahale edecekse bunu kendi inisiyatifi ile yapmalıdır. İçeride ve dışarıda kurulan kumpaslara çok dikkat edilmelidir.
Türkiye'nin Washington'da yapılacak olan zirvede, 93 yılından beri örtülü bir savaş halinde olduğu ABD'den bu rolü kabul etmiş olarak dönmeyeceğini, “bu deli başkan Trump herşeyi yapar” diplomasi numaralarının bu coğrafyada sökmeyeceğinin en yalın dille kendilerine anlatılacağını umuyoruz.
Coğrafyamızda uzun soluklu bir mücadelede yerküredeki hiçbir gücün Türkiye ile yarışa giremeyeceği herkes tarafından çok iyi bilinmelidir.
Mücadeleye girme kararında olanlar “Kozmik odalarımızda arattırdıkları planların Türkiye tarafından uygulamaya konacağının” bilincinde olmalıdır.