Yılmaz Altunsoy

Dimyat’a pirince giderken…

16.11.2017 05:42:44

Bazı fikirler arasında derin uçurumlar vardır. Uçurumun derinliği kimi zaman o kadar büyüktür ki, kapanması için çaba sarf etmeye bile değmez, zira kapanması gayrı kabildir. Arasında Sera'dan Süreyya'ya kadar büyük farklılıklar olan inançların, düşünce sistemlerinin, ideolojilerin arasını bulmak mümkün olmadığı gibi, ortaya konulan çaba ve gayretler ise hem boşa harcanan enerji, hem de malayaniyattan başka bir şey değildir. Yıllarca, hatta yüz yıllarca birbirine düşman olmuş sistemler arasında hatt-ı muvasalayı temin etmeye çalışmak, aynı zamanda samimiyetsizliği de beraberinde getirir. Buna çabalamak, insanların kendilerini ait hissettikleri değerler sistemi üzerinde itimat buhranına sebep olabilir, velev ki yapılan orta yolu bulma çabaları belli bir maslahat gereği olsa bile.

            Geçmiş yıllarda, dinler arası diyalog adı altında, Hristiyanlık ile İslam'ı birbirine yakınlaştırmaya çalışanların bu çabalarının, ne kadar beyhude olduğuna şahit olmuştuk. Bu iki değerler sistemi arasında bir uzlaşma zemini aramak ve diyalog kurmaya çalışmak, her şeyden önce kendi inancınızdan ciddi tavizler vermenizi gerektirdiği için, orta yolu bulacağız derken, bir anda kendinizi sistemin dışında buluverme ihtimalinizi de içinde barındırmaktaydı. Yüzlerce yıldır devam eden Haç ve Hilal çatışmasının, fikir ve inanca dönük alt yapısını, bir anda unutuverip “aslında yok birbirimizden farkımız, bakmayın atalarımızın yıllardır birbiri ile didişip durduğuna” demenin, kendi safımızda yer alan ve gâvur hasımlığı ile inancını diri tutanlar üzerinde nasıl bir tesir bırakacağını anlamak, her halde çok zor olmasa gerek.

Her dava adamının bir hasmı vardır. Hasım sahibi olmak, kişileri ve milletleri omurga sahibi yapar.  Mücadele ruhunu inkişaf ettirir. Hayatını bir gaye uğrunda mücahede ile geçirmesini sağlar. Hele hele husumeti mukaddes bir davaya müstenit ise, bu husumet artık o şahıs ya da milletin varlık sebebi haline gelir. Devamlılığını temin eder.

Hasımlarımızla sulhkârâne münasebetler içinde bulunmak, onların inandığı değerlere hakaretamiz sözler sarf etmemek gerektir. Bu tarz muamele, insaniyetin de bir gereğidir. Hatta zaman zaman bir kısım ulvi gayeler için hasımlarımızla aynı safta, daha büyük ve ortak bir hasma karşı taktik işbirliğine gitmek bile mümkün olabilir. Mesela, bir millet ya da devlet düşünün ki, son iki yüz yılınız hep muharebe ile geçmiş. Bu muharebelerde binlerce şehir vermişsiniz, yüz binlerce kilometre kare toprak kaybetmişsiniz. Sizin bu milletle ya da kendi medeniyetimizin dışında bulunan başka milletler ile yapacağınız tek şey, müşterek düşmana karşı, menfaate dayalı, kısa süreli taktik işbirliğinden başka bir şey olamaz ve olmamalıdır.

Nasıl ki, yüzlerce yıldır sizi yok etmek için çalışmış olan bir millet ile dostane münasebetler kurmak ya da buna çabalamak, muhal olmanın yanında samimiyetsizliğin de bir ifadesi ise, kendi inancımıza ve medeniyetimize düşman olan bir ideoloji ile yakınlaşmaya çalışmak ve o ideolojinin başında bulunan şahıs ya da şahısların yaptıklarını meşrulaştırma gayreti içerisine girmek de o derece muhaldir, abesle iştigaldir. Kendi değerlerini tahrip etmeyi ve hatta yok etmeyi şiar edinmiş olanlara karşı mücadele etmeyi, hayatının gayesi haline getiren kendi müntesiplerinizin, mücahede azmine mani olmak, her şeyden önce kendi ayağınıza kurşun sıkmaktır. Hele hele bunu, bir korku karşısında, savunma refleksi ile yapmak, faydadan çok mazarrat getirir. Hasmından gelebilecek bir zarara mani olmak için, ona şirin görünmeye çalışmak, kendi cephenizin çökmesine zemin hazırlamak bir yana, hasmınızın iştihasını kabartır. Gayrı meşru muhabbetin karşılığı ve neticesi, mahbubunuzun adavetkârâne tokadı ile mukabele görmektir. Kendi celladının kılıcını öpmeye çalışmak, sizi hayata bağlamaya yetmediği gibi, bedeninizden evvel ruhunuzun ölmesini temin eder. Ne demiş bir büyük zat: “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen, merhametini değil, iştihasını açarsın. Sonra döner, gelir tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister”…

Eğer temin edilmeye çalışılan hattı muvasala, bir maksada mebni ise, o maksadın tam tersi ile mukabele görmek ihtimali kavidir. Her türlü samimiyetten uzak olduğu aşikar olan böyle bir hareket, fikren ve ilmen galip geldiğin bir cepheyi tekrar ihya etmekten başka, hiçbir işe yaramaz. Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak tabiri her halde tam da bu gibi durumları izah etmek için söylenmiş, güzel bir halk sözüdür. Muarızlarınızdan bir fayda ya da iyilik ummak, hak bir davanın inşaası yolunda yapılabilecek en büyük hatadır. Mukaddes bir davanın mihmandarlarının yardımcısı, Hazreti Allah'tır. Sizler ve bizler sefer ile mükellefiz, zafer ile değil. Davanın sahibi Hak'tır. Allah bir şeyi murad ederse, esbabını da halk eder. Yan yollara sapmanın bir manası yoktur. Ana caddeden ayrılmadan atılacak küçük adımlar, devasa hizmetleri intaç edebilir. Bu yüzden geçmişte içine düşülen “diyalogculuk” girdabına kapılmamak gerektir. Haddi zatında buna ihtiyaç da bulunmamaktadır. Ne demiş ecdadımız “pis borudan temiz su gelmez” ya da “zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur”… Bu yol çıkmaz sokaktır, bu su dalgası girdaptır, sizi de bizi de içine çeker, yok eder. Allah'ın gücüne gidecek, hele de gadab-ı İlahiyi tehyiç edecek davranışlardan süratle uzak durmak gerektir. Maazallah, büyük bir musibete istihkak kesbetmek tehlikesi bulunmaktadır… Allah muhafaza buyursun…Amin…

YORUM YAP