“Üç Tarz-ı Siyaset” düşüncelerinden İslâmcılığın son yıllarda sürekli tartışmaların odağında bulunmasına rağmen, “devlet” ile “millet” arasındaki ilişkileri entelektüel düzeyde belirleyemediğini düşünüyorum.
Son yirmi yıllık süreçte İslâmcılığın bir “devlet politikası” mı, bir “muhalefet hareketi” mi olduğu meselesi birbirine karışmıştır. Bu kargaşa, İslâmcılığı “üniversal” bir ideoloji olarak gören aydınlarla (“ümmetçilik”), Türkiye'yi Osmanlı'nın varisi bir devlet olarak yeniden inşa etmeyi düşünen aydınlar (“yerli ve millî”) arasındaki tartışmadan kaynaklanıyor.
1990-1995 arası dönemde bu tartışma, böylesine net bir taraf ayrışmasıyla yapılamıyordu.
Günümüzde bu iki İslâmcı yönelişin de ahlâktan-devlete çıkan teorisi bulunmamaktadır.
Türkiye'de ahlâk kavramını merkeze alan bir siyasal mecrayı burada ele alma gereği de vardır. Milli Görüş çizgisi, “yerli ve millî” olan ile “üniversal-ümmetçi” olanı birlikte savunurken günümüzdeki İslâmcı yarılmanın “dışında” kalan bir yaklaşımı (belki de farkında olmadan) “Önce ahlâk ve maneviyat” söylemini telaffuz ederek gündeme getirmişti.
“Ümmetçi” bir muhalefet doktrini olarak dünya kapitalizmine kafa tutan yaklaşımları, Millî Görüş'ün üniversal İslâmî siyasi yönelişlerle “rekabetini” zahire çıkarıyordu. Millî Görüş, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e evrilen siyasî mecralara, “yerli ve millî” bir farklı modernlik (Batılılaşma değil) teklifinde bulunmaktaydı. Bu çift kanatlı teorik eklektisizmin Türkiye'nin yerini de belirginleştiren “ahlâk-menzil-müdün” ile irtibatı çok belirgin kılmasa da “devlet teorisi” teklif ettiği de görülebiliyordu.
Millî Görüş, İslâmcı olduğunu dile getirmemiş ve “dindar bir toplum inşası” iddiasını siyaset konusu kılmamıştı. Buna rağmen İslâmcılığı doğrudan karşısına almadan, onunla kavga etmeden, onun siyasal söylemlerini kuşatarak yürürken, nizam (devlet) fikriyle de onu eleştiren bir “orta” olmaya çalıştı. “Orta”, gerek Aristo'nın ve gerek ise Müslüman filozofların işaret ettiği bir ahlâk terimidir. Aristo, bu terimi bir zıtlar (iki aşırı ve bir orta) ilişkisi olarak ele aldı. Aristo'nun tasnifinin bazı örnekleri aşağıdaki tabloda yer almaktadır (Aristoteles, Eudemos'a Etik, Bilgesu Yayınları, 2015: 27-29):
orta |
||
öfkelilik |
sakinlik |
vurdumduymazlık |
cüretlilik |
yiğitlik |
korkaklık |
şarlatanlık |
ciddiyet |
istihza |
dalkavukluk |
dostluk |
soğukluk |
Aristo'nun, “her nesnede orta olan bize göre en iyidir” ve “erdem bir orta olmadır” diyerek oluşturmaya çalıştığı denge, Müslüman filozofları da etkilemiştir.
İslâm Ahlâk Felsefesi'nin müelliflerinin üç üst erdem'in (hikmet, şecaat, iffet) birlikteliğini savunduğu ve bu üç üst erdem'den en üst erdem'in (adalet) sudur ettiği ileri sürülebilir. Adalet erdemi, birey, aile ve şehir felsefesinin esas ilkesini oluşturmakta, parçalar arasında dengeyi / birlikteliği / uzlaşıyı / katılımı sağlamaktadır (İrfan Göktaş, Önsöz, Yozgadî Keşfî Mustafa Efendi: Risale-i Keşfiyye-Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi içinde, Büyüyenay Yayınları, 2016: 9).
Diğer yandan İlhan Kutluer'in yaklaşımına göre de ahlâk ilmi, el-hikmetu'l ameliyye'nin müstakil bir şubesi olarak III / IX. Yüzyıldan V / XI. Yüzyıla kadar gelişmesini tedrici olarak tamamlar ve İbn Miskeveyh'in Tehzîbu'l Ahlâk'ıyla olgun örneğini verir. İlhan Kutluer'e göre ahlâk disiplini ancak Meşşai felsefe geleneğinde ortaya konulabilir ve Kindî-Ebu Bekir er-Râzî ile belirginleşip Farabi'nin tasnifiyle ilmu'l medenî'nin bir şubesi olarak ilim haline gelir.
Kutluer, ahlâk ilminde teolojik tartışmalara yer verilmediğini iddia etmektedir. O'na göre, İslâm kelamcıları tarafından tartışılan irade hürriyeti, hüsün-kubuh gibi meseleler, klasik ahlâk ilminin dışında olup, kelam ilmi sınırlarında bulunmaktadır. Kutluer, İbn Miskeveyh'in Tehzîbu'l Ahlâk'ında eksik bıraktığı “tedbîru'l menzil” ve “tedbiru'l müdün” bahislerini Tûsî'nin tamamlamasıyla Kınalızâde'ye kadar amelî hikmete dâhil bir ahlâk felsefesi geleneği oluştuğuna işaret etmektedir (Hümeyra Özturan, İslâm Ahlâk Düşüncesi Çalışmalarının Dünü ve Bugününe Dair Bir İnceleme, İslâm Ahlâk Literatürü içinde, ed. Ömer Türker-Kübra Bilgin, Nobel Yayınları, 2015: 23).
“Önce ahlâk ve maneviyat” söylemi ile siyasal olana açılan Millî Görüş'ün ferdî ahlâktan, içtimaî ahlâka doğru halkalanan yaklaşımının Müslüman düşünürlerin eserlerine mutabık olduğu ve fakat bunu yeterince teorize edemediği, bu konudaki eksikliğinin 1994 belediyeciliğinde ortaya çıktığı, bir özeleştirinin de yapılmadığı söylenebilecektir.
Müslüman düşünürler Meşşâî ekole intisapla ameli felsefeyi, 1) “ilm-i ahlâk”, 2) “tedbîru'l menzil”, 3) “tedbiru'l müdün” şeklinde taksim ettiler. Tedbir-i menzil / ilm-i tedbiri'l-menzil / el-hikmetü'l-menziliyye, Müslüman düşünürlerce “Ev İdaresi” veya “Ev Yönetimi” anlamlarında kullanılmıştır. “Tedbiru'l müdün” ise şehir / Medine ile ilgili siyaset felsefesidir.
Türkiye'de son dönem İslâmcılığının hane (ev), mahalle, şehir üzerinden devlete çıkan bir teorisi bulunmamaktadır. Bu nedenle eğitim sistemi de çocuğun yetiştirilmesini okul ya da cemaatlere bırakmaktadır. Bu eğitimin de ahlâk eğitimi değil dindarlık eğitimi yahut ideoloji eğitimi olduğu tartışmadan varestedir. Oysa klasik ahlâk kitaplarında çocuk eğitimi dinî değil ahlâkîdir ve ebeveynin görevidir: “Ve yine baba üzerine vacipdir ki, çocuklarına şöyle demeli ki, sizin ebeveyniniz sizleri terbiye eder. Ve onlar sizlerin yakın açık sebeplerinizdir (…) onlara ziyade riayet ve hürmet etmeniz (…) onlara muhabbet ve hüsn-i itaat göstermeniz (…) vacipdir” (Yozgadî Keşfî Mustafa Efendi, Risale-i Keşfiyye – [Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi], Büyüyenay Yayınları, 2016: 106).
İslâm düşüncesinde ahlakın araştırma alanlarından temeli ailedir. Oysa Türkiye'de düşünce ekollerinin (İslâmcıların da) “aile” tanımı bulunmamaktadır.
Ailelerin idari ve vergi birimi olarak “mahalle”yi inşa ettiği, mahallelerden de şehirlerin oluştuğu düşünülürse, Türkiye İslâmcılığının bu mevzuda teorisizlik buhranına düşerek “tedbiru'l müdün” bahsine yabancılaştığı söylenebilir.