Celal Nuri İleri'nin Kadınlarımız kitabındaki Mukaddime'nin özetini paylaşacağım.
Celal Nuri'ye göre İslâm inhitattadır (gerileme). Ehl-i İslâm, kavâid (kurallardan) ve asasât-i İslâmiye'den (İslâm'ın esaslarından) uzaklaşmıştır. Bu esbâb-ı indirâsın (bozuluşun sebebleri) aranmıştır. Çöküşün en büyük sebeplerinden biri kadın meselesidir. Kadınları mütekâmil olmayan millet, mütekâmil bir millet olamaz. Kadın esir değildir. Na-baliğ-i daimi (baliğ olmamış, buluğa erimemiş, yetişmemiş) değildir. Mal-i mütekavvim değildir (mütekavvim mal: ‘kullanılıp faydalanılması mubah olan mal-eşya'). Kuvve-i fâtıra (fıtratı yaratan kuvvet) onu erkeğin nâzir (benzer, eş, örnek) ve şeriki (ortak), şefik (sevecen, şefkatli, müşfik) ve refîki (dost, arkadaş, koca, eş) olmak üzere vücuda getirmiştir. Akıl ve mantık, ilim ve irfan da teâli (yücelme, yükselme) ve tekâmül (gelişme, olgunluk, evrim) üzerine müstenid bir din (İslâm), kadın maddesini başka türlü anlamazdı. İslâm milletlerinin suûdu (saadeti) için kadınların yetişmesi lâzımdır. Milletleri yetiştiren kadından başka biri değildir. Nefsül emirde (işin hakikatinde), kadınlar kemiyet-i mühmele değildir(atıl bir sayısal çokluk sayılamazlar). Onlar da şahs-ı insanî teşkil eder. Buna binaendir ki, şeriat-ı İslâmiye onu vezaifte olduğu gibi hukukta da erkekle müsavî addetmiştir. Halbuki bizim zulüm üzerine müstenid âdâtımız onu örfen ve fuzulen hacrediyor (kısıtlıyor). Biz, kadınların azâr-ı tabiiyesinden (tabiatlarındaki kırılganlıktan) istifâdeyle onları emrimize münkâd ediyoruz (inkıyad eden, uyan, boyun eğen kılıyoruz). Kadın şahsiyetini gaip ediyor (kaybediyor). Ve nihayette, insanlığın bir nısfı (yarısı) böylece mahkûm-ı süfliyet (aşağılanmaya mahkûm) olunca, beşerde zarar-ı dîde (ziyana uğramışlık) baş gösteriyor. Tazyik daima aksülâmeller, irticalar meydana getiriyor. Kadın gördüğü cebir ve tazyikten dolayı değil, aldığı terbiye, kurduğu muhakemeden dolayı sâhib-i namus ve fazilet olmalıdır. Korku ve baskı sebebiyle muhafaza edilen namus ve iffet, sahte bir namus ve iffettir, câlîdir (yapmacıktır), faidesizdir. Yedi kat kilit altında, harem dairelerinde, hudûd-ı cemiyetin her türlü terbiyenin haricinde bulunan harem ağalarının nezaretleri tahtında olduğundan değil, hakikatte namusun mûcib-i haysiyet bir şey olmasından ve cemiyet ancak böyle muhafaza-i kıvam edeceğinden bir kadın, bir kız namuskâr olmalıdır. Bu da sunî tedâbir ile olmaz. Kadının ulviyet-i secâyâsı (üstün karakteri) kadınlığını derk etmesi (idrak etmesi, algılaması), haysiyetini bilmesi ile bizzat, bil-fiil kendi namusunun nigehbânı (gözcüsü, gözeticisi, bekçisi) olmalıdır. Aksi halde bir kadın, her fırsattan istifâdeyle tıynetini ibraz (huy ve tabiatını bariz) eder. Millet ve cemiyete ise bu nevi kadınların pek büyük zararı olur. Biz, fikr-i namusu, şîme-i iffeti hulkun, mizâcın, seciyenin (huy, karakterin), tabiatın mazhar-ı salâh olmasında aramalıyız. Diğer yollar çıkmaz. İşte böyle haysiyetini müdrik benât-ı Havva (Havva'nın kızları), kadınlığıyla müftehir (iftihar eden) olur ve nısf-ı nisanın (insanlığın yarısı olan kadınların) rolünün ne olduğunu bilir, milletimizi sahil-i selâmete îsal (vesile, ulaştırma) edebilir. Ruhu sönmüş, vücudu kuvvetten düşmüş, irâdetine halel gelmiş, şahsiyeti iflas etmiş, geveze, dedikoducu, tembel, cahil kadınlardan artık el-aman etmelidir. Eski Türkler gibi kadını âlet-i tezevvuk (zevk alma âleti), bir bâzîçei hevesât (arzu oyuncağı) etmeyelim. Kadın yalnız malik olduğu hüsn ve itfâ-yı şehvet (şehvet söndürme) hususundaki kabiliyeti için yaratılmamıştır. Eğer öyle olsaydı kuvve-i fâtıra eziyet edip de onun başına bir miktar dimağ koymazdı. Müşteheyât (lezzetli şeyler) için kadın ile erkek farkı yoktur. Bunlardan münhasıran biri bu vazife için halk edilmemiştir. Halbuki biz zalim erkekler eskiden beri kadının bazı hususiyet-i ahvalinden, beşere hizmet için dûçar olduğu gebelik ve lohusalık gibi incinmelerinden istifadeyle onu yalnız emrimize tabi olan bir refik menzelesine (derecesine) indirmişiz. Kadının tahrir (hürriyeti) ve itakı (azad edilmesi), anarşiyi, rezaleti mucip olmayacak derecede ve terbiyeyle müvazî (paralel) gitmek üzere ıtlâkı (bağlanması) lâzımdır ki beşer nıfs-ı diğerini kazansın, hürriyetini istirdat etsin. Kadın İslâm'da garpta telâkki edildiğinden daha üstündür. Beşerin her iki nısfı (yarısı) kaideten müsavi ise de, iyice düşünüldüğünde kadının bir dereceye kadar cemiyette fazla bir hakkı olduğu tezahür etmektedir. Beşerin idamesinde erkek kadın kadar sıhhatini, hayatını ortaya koymamaktadır. Bu hayatın idamesinde erkek telezzüzden başka bir şeyi bilmemektedir. Fakat kadın erkeğin tezevvukûnun (tat almasının) ferdâsında (ertesinde) nice dertlere gark olmaktadır. Bu fedakarlığa karşılık kadın, haremlere benzeyen cesametli kervansaraylarda iştahların teskini için hapsedilmektedir. Kadınların aklı, irfanı tam manasıyla hadım edilmektedir. İslâmiyet kadınların bu derekeye düşürülmesine misait değildir. Kadınlar da erkekler gibi mükellefindendir. Nübüvvetin maksadı, o zamanki Hicaz'ın kadın aleyhinde reva görülen kötülüğe nihayet vermekti. Ahkâm-ı İslâmiye mucibince kadın şimdiki mevkiinde bulunamaz. Kadın erkeğin malı değildir. İslâmların ve Türklerin kurtulmaları ve teâlileri (yükselmeleri) kadınlarının terfi-i seviyesine vâbestedir (bağlıdır). Dünyada erkekleri ileri olup da kadınları geri bulunan hiçbir millet yoktur. Türkleri ve alelumûm İslâmları yükseltmek istiyorsak ameliyata yalnız ordudan, donanmadan başlamamalıyız. Hattâ terakkîyata mekteplerden bile bed etmek doğru değildir. Her şeyden evvel kadınlarımızı ıslah etmeliyiz ki, onlar da çocukları, çocuklar da büyüdüklerinde devleti ve milleti ıslah etsinler. Bir bina yapılacağı vakit çatıdan başlanmaz. Evvela temel kazılır. Kadın mebnâ-yı beşerin (beşeriyet binasının) rükn-i rekînidir (ağırbaşlı direğidir). (İleri Celal Nuri, Kadınlarımız, Kaknüs Yayınları, 2017: 33-39).
Celal Nuri İleri (1882-1936), Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin (1917) çıkarılması sürecinde Batıcılığın temsilcisi hukuk adamıdır. Yazılarını yeni aile kanunu ihtiyacını gözeterek kaleme aldı. “İnsanlarda aile tekâmül etmiştir.” (İleri, 2017: 85) diyen yazar fikirlerini İslâm'a dayanarak savundu. Nikâh, kadının mehir miktarını ve evlilik şartlarını bizzat belirlemesiyle ve nüfus memuru önünde yapılmalıydı. Görüşleri günümüz kadın perspektifinden daha şümulludur. Günümüz kadın hareketinin ‘aile' tanımı yoktur.