Fütüvvetin Arap kültürüne ait sayıldığı zannı, Kur'an nazarında yanlıştır. Kur'an'da Fütüvvet-feta, Hz. İbrahim (as) ve Ashab-ı Kehf'in civanmertliği hakkında zikredilmiştir [(21 İbrahim 60); (18 Kehf 10)]. Kur'an, feta kavramını namuslarını korumak isteyen genç kadınlar için de kullanmaktadır [“feteyâti-kum” (4 Nisa 25); (24 Nur 33)].
Mehmet Saffet Sarıkaya, fütüvvet teşkilatının erkeklerden oluştuğu iddiasını fütüvvetnâmelerde kadınlarla ilgili anlatılan pasajlara dikkat çekerek şüpheyle karşılar. Bu pasajlardan biri şudur: “İbrahim (as) konuksuz yemek yemezdi. Bir defasında bir hafta konuk gelmedi. O da dua edip Allah Teâlâ'dan konuk istedi. Hak Teâlâ da Cebrail, Mikail ve İsrafil (as)'i insan suretinde gönderdi. İbrahim onlara kuzu bîryan sundu. Onlar yemediler. İbrahim (as) korktu. Sare onlara kulluk (hizmet) ederdi. “Pes ahîlerin avratları gerek kim hizmetkâr ola” (Sarıkaya, XIII-XVI. Asırlardaki Anadolu'da Fütüvvetnamelere göre Dini İnanç Motifleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002: 73). Fütüvvetnâmelerde geçen meleklerin insan donunda İbrahim'e gönderilmesi hadisesi bilindiği üzere Kur'an'da yer almaktadır.
Melekler insan donunda geldiler. İbrahim, fütüvvet gereği onlara sofra açtı: “Ve andolsun elçilerimiz İbrâhîm (a.s)'a müjde ile geldiler: Selâm, dediler. O da: Selâm dedi. Bunun üzerine, çok geçmeden kızarmış bir buzağı getirdi” (11 Hûd 69).
Melekler açılmış sofraya dokunmadılar: “Fakat onların ellerinin ona uzanmadığını görünce onları yadırgadı. Ve onlardan bir korku hissetti. (Onlar): Korkma, muhakkak ki biz, Lut kavmine gönderildik, dediler” (11 Hûd 70).
Hz. İbrahim'in karısı, sofra hizmetinde fütüvvet gereği yardım etmekteydi: “İbrahim'in hanımı kıyamdayken / vemraetuhu kâimetun, bu söylenenleri duyunca güldü. Bunun üzerine, biz de ona İshak'ı ve İshak'ı arkasından da torunu Yakub'u müjdeledik” (11 Hûd 71).
Mehmet Saffet Sarıkaya, Hûd sûresindeki ayetlerle bağlantı kurmamakla beraber fütüvvetnâmelere de giren yukarıdaki kıssaya binaen “Şu halde kadınların, yemek hazırlamak ve misafir ağırlamakla ilgili hususlarda fütüvvet sahibi eşlerine yardımcı olduklarını söyleyebiliriz” (Sarıkaya, 2002: 74) demektedir. Sarıkaya, Ö. L. Barkan'a da atıf yaparak Kız Bacı, Ahi Ana, Ahi Fatma, Sakari Hatun atma gibi zaviye sahibi kadınlara rastlandığına da değinir. Barkan'ın makalesi, Bacıyan-ı Rûm teşkilatının fütüvvetin kadın kolu olarak düşünmemizi güçlendirmektedir.
Diğer taraftan fütüvvetteki sofra ile ocak, kutsallık içermekte ve kadın-erkeğin birlikte bu hizmette varlığını tartışmasız kılmaktadır. “Ocak”, “aile” anlamı taşıdığı gibi, uyandırılmış çerağ'ın da kutsal mekânıdır. Fütüvvet erenleri eşleriyle Hakk'a hizmet / halka hizmet esasına binaen kurdukları “ev-hane”ye “ocak” demektedir.
“Ocak” kavramı İstiklal Marşı'na da aynı anlamda girmiştir: “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Ocağın tütmesi, fütüvvet hizmetinin devamının gereği sayıldığından yemek pişirilen mekâna (ocağa) su serpilmez. Fütüvvet topluluklarında bu kutsallık tasavvuru nedeniyle “ocak söndürmek” yoktur. Ocağın közlendirilmesi yani “ocağı dinlendirmek” esastır. Fütüvvette sofranın açıldığı mekâna “meydan evi” denir. “Meydan”, “maide”den gelmektedir. Ayette şöyle geçer: “Havârîler; Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb'in gökten bize bir mâide (sofra) indirebilir mi?, demişlerdi” (5 Mâide 112). Bunun üzerine Hz. İsâ, havarileri inzâr etmiştir: “Eğer mü'minlerseniz Allah'tan korkun, dedi.”
Fütüvvet ehli, “çerağ uyandırma” meselesinde Nur Suresi'nin 35. nci ayetiyle bağlantı kurmaktadır. Bu konuda başka bir delillendirme Ahzâb 45-46. ayetlerle de yapılmaktadır: “Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni şahit, müjdeleyici ve nezir olarak gönderdik / Yâ eyyuhân nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ; Ve O'nun izni ile Allah'a davet eden ve nurlandırıcı sirac (kandil) olarak (gönderdik) / Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ” (33 Ahzâb 45-46).
Ahzâb 45-46. ayetlerde geçen 1) erselnâke, 2) şâhiden, 3) mubeşşiran, 4) nezîrâ, 5) dâîyen, 6) sirâcen munîrâ, kavramları oldukça dikkat çekicidir. DÂÎ, Allah'a DAVET eden olduğu kadar DUA eden anlamına da haizdir. Allah, bu ayette sirâc'ın yani munîr'in mekân ve yatağını (ocak) Allah'a davetle ilişkilendirmiştir. İRSAL: sözlükte göndermek, haber yollamak, bir kimseyi diğerinin üzerine salmak, namazda tekbire kalkan eli salmak, demektir. NEZÎR: Adak anlamına gelmekte ise de (Bakara 270) Allah bu ayette Hz. Peygamber (asv)'in nezîr gönderildiğinden bahsetmektedir. Müfredat'ta nezîr, “uyaran kişi”dir. “De ki, şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım” (15 Hicr 89). Nezîr, ikrar veren kişinin kendini ikrar ettiği şeye adaması demektir. İnsanlık, Kalu Bela'da verdiği misakla kendisini nezretmişlerdir.
Demek ki “çerağın uyandırılması: munîrâ”, “ocağın tütmesi: sirâc”, “sofranın açılması: nezîr” kavramları birbirine bağlıdır, erkânları vardır.
10-13. asırlarda bu kavramları “halk Müslümanlığı” olarak formüle ederek Anadolu'ya taşıyan inanç zümreleri Nakşibendî değil, İstanbul'un fethinin içtimaî hazırlığını yapan fütüvvet – ahî topluluklarıdır.
Bizans ve Haçlıların İslâm topraklarına saldırıları, iki kıblenin (1-Mescid-i Aksâ, 2-Kâbe) kâfirlerin tasallutundan muhafazası gibi sebepler Türkmen dervişlerin bu topraklara gelmesine sebebiyet vermiştir.
Evhadeddin-i Kirmanî'nin vecd halinde sema yaptığı, sema esnasında mum (çerağ) yaktığından bahsedilmiştir (Muharram Mostafavi, Evhadeddin-i Kirmanî ve Anadolu Tasavvufundaki Yeri, Kitap Yayınevi, 2016: 144-145). Evhadeddin-i Kirmanî'nin silsilesini H. Kamil Yılmaz şöyle verir: 1. Evhadeddin-i Kirmanî, 2. Sadreddîn Konevî, 3. Şemseddîn Mûsâ et-Tebrîzî, 4. Yusuf İzzeddîn el-Kayserî, 5. Hamîdüddîn Aksarayî, 6. Hacı Bayram Velî (H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyî, Erkam Yayınları, 2004: 176).
Anadolu'da “çerağı uyandırma” içtimaî hayatın her sahasını belirlemektedir. Bu anlamda kına gecelerinde karşımıza çıkan “Çayda Çıra”, aslında Evhadeddin-i Kirmanî'ye bağlı dervişlerin “sema-zikir” ritüellidir.
“Önüme bir çığır geldi / Bir ucu var şar içinde
Aya güne nazar eyle / Ay Muhammed Nur İçinde”
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter
Sönen ocaklardan Ocağı yananları sorumlu tutar gibi bir haliniz var.Burada bilinmesi gereken ocağı yakanın da söndürenin de başka ocaklar yakanın da aynı kişi, Resulullah (S.A.V.) olduğudur!Bu bilindikten sonra derdi sofra olan için sofra her gün kurulmaktadır herkes de davetlidir.Yok eğer başka bir derdiniz varsa yakında sizi ''KUM'' Saati programında görürsek derdinizin ne olduğunu da anlamış oluruz.