Konya denilince ilk akla gelen Mevlana olsa gerektir. 750 sene öncesinden hala cihanı aydınlatmaya devam eden 13. asrın müceddid-i azamı Mevlana Hazretleri, aynı zamanda Konya turizminin can damarı olmaya devam etmektedir. Etli ekmeğin bir çeşidinden tutun da, köşe başlarındaki büfelere kadar adını vererek, hoyratça kullandığımız Mevlana ismi, halen yıpranmadan kıymetini muhafaza ediyorsa, bunun sebebinin, bizim O'na gösterdiğimiz hassasiyetten ziyade, bir güneş gibi parlak olan Kur'an hakikatlerini havi mesajındaki kutsiyet olduğunda şüphe bulunmamaktadır.
Bu sene de her sene olduğu gibi bir dizi anma faaliyetleri, kültür müdürlüğü ve belediyeler tarafından organize edildi. Bir hafta öncesinden başlatılan ve her gün yapılan sema gösterileri, kültür merkezinde icra edildi. Hazreti Pir'in makamı ve müzesi, kendisine koşan yerli yabancı ziyaretçilerle dolup taştı.
Hemen her yıl dışarıdan gelen misafirlerimizi sema gösterilerine götürdüğümüz için, defalarca aynı seremoniyi seyretme ayrıcalığını yaşamış olduğumuzdan, bu sene de farklı bir faaliyet yapmak istedik ve ihtifallerin yapıldığı merkez yerine, daha mütevazı bir dergâha misafir olduk ve Hakkı zikreden Mevlevi-Kadiri karışımı dervişlerin içinde buluverdik kendimizi. Tenkide medar tarafları olmakla birlikte, gösteri merasimi için orada olmamalarından, icra ettikleri ayini vazife olarak değil de bir ibadet edası ile yapmış olmalarından olsa gerek, daha fazla müteessir olduk desem yanlış olmaz herhalde. Bu sene resmi anma merasimine katılmamış olmakla ne kadar doğru bir karar vermiş olduğumu, daha sonra bir gazeteci dostumuzun köşesinde yazdıklarını okuduktan sonra daha iyi anladım. Bahse konu gazetecinin anlattıklarına göre, Sayın Cumhurbaşkanımızın salona teşrifleriyle birlikte, nümayiş amaçlı sloganlar atan, rabia işaretleri yaparak salonu çınlatan, gözü sürekli Cumhurbaşkanımızın hareketlerinin üzerinde olan ve Cumhurbaşkanımızın konuşmasını tamamladıktan sonra, sema gösterilerini izleyemeden salondan ayrılmak zorunda kalmasını müteakip, kendilerinin ardından salonu boşaltan kişileri görmediğim ve bu hadiselere şahit olmadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Eminim Sayın Erdoğan da böyle olmasını istemezdi. Bu durum aslında, ne kadar da sığ olduğumuzun ve popüler kültürün ne derece etkisinde kaldığımızın en büyük ispatı olsa gerektir. Birilerinin bu siyaset holiganı zavallılara: “nereye gidiyorsunuz, devrin kutbunun huzurundasınız, kendinize gelin” demesi gerekmiyor muydu acaba?
Bu seneki en büyük farklılık, meydana kurulan bir kıl çadırdı bana göre. Koskoca meydanda tek çadır da olsa, mütevazılığı, derviş kıyafetli görevlilerin güler yüzlülüğü, yapılan çay ve kahve ikramının verdiği sıcaklık, yapılan sohbetlerin samimiyeti görülmeye, yaşanmaya değerdi doğrusu. Hele İranlı grubun verdiği sûfî müzik-ilahi karışımı konserler, her türlü takdirin fevkindeydi. Bu grup öyle para pul verilerek getirtilmiş, profesyonel bir grup değildi. Tamamen meccanen ve gönüllülük esasına dayanarak icra ediyorlardı sanatlarını. Sanırım en büyük güçleri de buydu: zorunlu değil, gönüllü olma durumu…
İnanın gerek dergâhtaki ayin ve gerekse de kıl çadırdaki sohbet ve ilahiler, resmi törenlerden daha fazla huzur verdi bizlere. Biz hep söylüyoruz, Mevlana'yı, 17 Aralık anma törenlerine hapsetmek, O'nun mana derinliğini, o ruhsuz salon ile sınırlandırmak, Mevlana'ya ve Konya'ya yapılacak en büyük kötülüktür. Mevlana'nın, kaynağını Kur'an'dan alan cihanşümul mesajı, yapılan onca çabalara rağmen, halen insanlığa yeteri kadar ulaşamıyorsa, bunda bizim de katkımız olduğu şüpheden aridir. Yapılması gereken iş, devlet olarak fiziki imkânları hazırladıktan sonra, bu işi gönüllülük esasına göre çalışan vakıf ve derneklere bırakmak, devlet olarak da gerekli denetim ve kontrol mekanizmalarını kurmaktan geçmektedir. Konya mübarek bir şehirdir. Konya'nın arka sokaklarında, nice dervişler, gönül erenleri yaşamaktadır. Bu insanlara imkân sağlayarak ve teşvik ederek, daha samimi ve sıcak merasimler tertiplenebilir. Bu meydana bir çadır yetmez, en az on çadır kurulması gerekir. Birisinde mesnevi sohbetleri yapan Mevlevi dervişleri, diğerinde ney taksimleri icra eden neyzenler, diğerinde tefsir, birisinde şiir ziyafeti, bir diğerinde siyer, bir başkasında tarih sohbetleri yapan gönül erleri olsa, inanın çok daha farklı bir mana iklimi meydana getirilebilir. Belediye ya da kültür müdürlüğü olarak yapılacak tek şey, fiziki mekânı hazır etmek ve bu işe öncülük etmekten ibarettir.
Konya belediyemizin gelecek sene ki ihtifallere hazırlık babında yapacağı ilk iş, Hazreti Pir'in makamına meydan okurcasına ayakta duran Mevlana Çarşısı'nın yıkılması ve meydanın, Aziziye Camii, Kapu Camii ve Bedesten ile birleşmesinin sağlanması olmalıdır. İnanıyorum ki, Türbe ve Selimiye Camii ile diğer ecdat yadigârı mekânların birleşmesinden sonra, kalpler de bir yol bulup birleşecektir. Ecdadımız bize muazzam bir tarih ve kültür mirası bırakmıştır. Bizim yapmamız gereken tek şey, bu mirasa hakkını vererek sahip çıkmak ve yapacağımız düzenlemelere ruh üflemesi için, gönüllü cemiyetlere fırsat vermektir. Tarih bize bunu fısıldamıyor mu? Üç kuruşa kurulan kıl çadırın yaptığı hizmetin, milyonlarca lira harcanarak inşaa edilen kültür merkezinden daha fazla tesire vesile olması, sizce bizlere bir mesaj vermiyor mu? Dünyada huzur arayanların, batıl bir din olan Budizm'den medet umarak, Nepal'deki sözde meditasyon köylerine gitmek yerine, Mevlana'nın eşsiz huzur iklimine koşmalarının zamanı gelmedi mi acaba?