Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası'nın ‘faiz' ve ‘kur' politikalarına yönelik eleştirilerini, başbakan olduğu günden bu yana sürdürüyor.
Hafızamızı yoklarsak, Ak Parti iktidara geldiğinde, MB'nin başında Anasol-M tarafından atanmış olan Süreyya Serdengeçti vardı.
Erdoğan, 12 yıl öncesinde de MB'nin izlediği yüksek faiz politikasını eleştirmiş ve bu politikanın, ihracatı olumsuz yönde etkilediğini söylemişti. Bununla da kalmayıp, MB'nın İstanbul'a taşınmasını istiyordu.
Serdengeçti'nin görev süresi dolduğunda, rahmetli Adnan Büyükdeniz'i MB Başkanı olarak atamak istemiş, ancak Sezer engelini aşamamıştı. O günlerde Deniz Baykal'ın hükümete, "Serdengeçti'yi yeniden atayın" diktesi, Ak Parti lideri Başbakan Erdoğan'dan "sen kendi partini idare et" şeklinde sert karşılık görmüştü.
Sezer ancak şimdilerde MHP'den vekil adayı olan Durmuş Yılmaz'ı beğenebildiği için, kaçınılmaz olarak o atanabilmişti. Kendi atadığı Erdem Başçı yönetimini de eleştiren Erdoğan, Yılmaz'ı da aynı şekilde eleştirmekteydi.
Faiz konusunda son derece hassas ve yüksek faizi ‘vatanı satmak'la eş değer tutan Cumhurbaşkanı'nın, ‘küresel mafya'nın para oyunlarını çok iyi bildiği açık...
Türkiye'nin Merkez Bankası üzerinden yaşamakta olduğu yüksek faiz numarası, ülkeyi siyasi ve ekonomik bataklığa çeviren Anasol-M hükümeti ile onun ithal bakanı Kemal Derviş'in ülkeye attığı bir kazık...
Malum Anasol-M koalisyonu döneminde ortaya çıka(rıla)n ekonomik kriz, Kemal Derviş isimli yabancının Türkiye'ye ithal edilmesine yol açmıştı.
TC kimliği de taşıyan bu ‘yabancı' kurtarıcı(!), ilk iş olarak Türkiye Merkez Bankası'nı, milletin siyasi iktidarlarından kurtarıp, “özerkleştirmişti.” Dayatılmış hikâyenin bundan sonraki kısmı herkesin malumu. Ancak esas mesele bundan sonra başlıyor.
Yönetimi siyasi iktidarca atanmış olmasına karşın, bu iradeye diklenen Türkiye Merkez Bankası'nın klasik faiz direnci, özerk bir bankacılık yaptığı için mi, yoksa pek bilinmeyen saikler yüzünden mi?
‘Merkez bankalarının özerkleştirilmesi' denilen şey, merkez bankalarının millî hükümetlerin kontrolünden çıkarılmasından başka bir şey değildir.
Erdoğan'ın eleştirileri sonrasında, 8 Mart günü Başbakan Davutoğlu'na brifing vermiş olan MB Başkanı Erdem Başçı, ertesi gün Merkez Bankası başkanlarının katılacağı ve son gelişmelerin ele alınacağı ‘Küresel Ekonomi Toplantısı' için, İsviçre'nin Basel şehrine gitmişti.
İşte işin en ilginç noktası burası! Zira Başçı'nın hem gittiği yer, hem de katıldığı toplantı sıradan bir toplantı değil. İki satırlık haber olmaktan da öte anlamları var.
Söz konusu toplantı, ‘Bank for International Settlements (BIS)'te idi. Yani ‘Uluslararası Ödemeler Bankası'nda… BIS, 1930'da İsviçre'nin Basel şehrinde Siyonist bankerlerin girişimi ile kurulmasına karşın, adı az yazılıp çizilen bir merkez… Unutmayın, Basel aynı zamanda ilk Siyonist kongrenin de toplandığı bir şehir...
Amerika ve Avrupa merkez bankaları dâhil ne kadar finans kuruluşu varsa, dünya para piyasasını küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda kontrol etmek için çalışan BIS'den, bilgi almadan veya danışıp görüşünü sormadan, faizde ne indirim, ne de artırım yap(a)mazlar. Türkiye Merkez Bankası'nın siyasi iradeye diklenmesine bir de bu gözle baktığınızda, Erdoğan'ın değişim çabası daha bir anlam kazanır.
Amerika Başkanlarından Thomas Jefferson'un, ‘Merkez Bankası, anayasamızın ilkelerine ve düzenine karşı son derece düşman tavırlar içinde olan bir kurumdur' sözünün şerhini en iyi Prof Carroll Quigley'in şu cümlelerle yapıyor: ‘Finansal kapitalizmi elinde tutan güçlerin esas amacı, dünya sistemini özel kişiler tarafından kontrol ederek, her ülkenin politik sistemine ve ekonomilerine hâkim olmaktır. Sistem feodal bir şekilde, gizli anlaşmalar, gizli toplantılar ve konferanslarla, merkez bankaları eli ile kontrol edilmektedir.'
Sözde özerk MB'nın da bağlı olduğu BIS, dünya finans sistemi ve ülkeleri kontrol etmeye yarayan en önemli mekanizmalardan biri. Yönetimin çekirdeğini, İngiliz ve Amerikalılar oluştursa da, yönetim kurulu “ex officio / daimi değişmez” denilen; Amerika, İngiltere, AB (Almanya, İtalya, Belçika) kurucu devletlerinin merkez bankası temsilcilerinden oluşur.
Yönetim kurulu, senede 6 kez şeffaf(!) bir şekilde büyük bir gizlilikle toplanır. Kararlarının gizliliğinin yanı sıra, binasına hiçbir otorite giremez, arayamaz, hesaplarını inceleyemez. Hepsinin diplomatik hak ve donulmazlıkları olduğu için, çalışanları tutuklanamaz, eşyaları aranamaz. Bu sayede benzersiz bir dokunulmazlığa sahipler.
Ne dersiniz, sizce Erdoğan kiminle savaşıyor?