Bir insan 30 gün çalışıyor, ay sonunda eline 1300 lira tutuşturuyorlar. Bir daireniz var, 30 günde 5 bin lira gelir getiriyor.
Fatih Fevzipaşa, Kadıköy Bağdat, Beyoğlu İstiklâl, Ankara Kızılay gibi caddelerde küçücük bir dükkânınız var, ayda 50-100 bin lira kira gelirine sahip. Lakin o dükkânın içinde çalışanın aldığı maaş 1500 lira.
Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan, pazar günü yaptığı konuşınmada kapitalizmin insana bakışına dair önemli şeyler söyledi.
Söyledi söylemesine de, onu dinleyen işverenler bundan etkilendi mi? Kim bilir bir kaçı belki… Çünkü modern zamanlar denilen bu ifsat çağında en değersiz şey ne yazık ki insan. Lakin insanı değersizleştiren şey de insanın kendisi.
Bu durumda şikâyet edeceğimiz şey kapitalizm değil, kapitalizme teslim olarak kendisini şeyleştiren insan. Tabi kapitalist denilince genellikle zenginler anlaşılıyor. Oysa kapitalizm varlıkla değil, zihniyetle alakalı bir durum.
İnsanı bu hâle getiren de modern eğitim, modern bilim, liberalist düşünce yani izimler, ideolojiler ve Allah'tan uzaklaş(tırıl)an Müslümanlar…
Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan o konuşmasında özetle şunları söyledi:
“İnsanı sadece bir üretim aracı olarak gören mevcut anlayış, insanı araçsallaştırarak insan hayatını değersizleştirmektedir. Bir fabrikanın üretim sürecinde makineyle insanı aynı değerde gören anlayışı ben asla kabul etmiyorum. İnsana bu şekilde yaklaşanlar üretim maliyetlerini düşürmek, kâr marjlarını artırmak için insan hayatını hiçe sayan adımları atmaktan elbette çekinmezler.
Bizim anlayışımızda Hakk ve adaleti gözetmeyen hiçbir ideloji insana fayda sağlamaz. İşçinin alın terinden sömürerek kazanç elde etme anlayışından vazgeçin. İşçinin alın terinin hakkını vermek sizi daha kazançlı kılacaktır. Bir kişiyi daha yanınıza aldığınız zaman batar mısınız? Aksine bereketlenir orası. Öldüğümüzde bu paralar bizimle gelmeyecek. Para bu dünyada kalacak. İnsanlara iş kapısı açalım.
İşçilerin ücretleri ve sosyal hakları kısıtlanarak kazanç olmaz. O kazanç haramdır. Ben buradan başta devlet olmak üzere işverenlerimize sesleniyorum, ne olur ücret takdirini yaparken işçinin alın terinden sömürmek suretiyle kazanma anlayışını bir kenara koyun. Bilin ki işçinin alın terinin hakkını vermek, sizin bereketinizi daha da artıracaktır, sizi daha da zengin kılacaktır.”
Erdoğan Hakk, adalet, alınteri hatırlatması yapıyor ve insanın makine ile aynı değerde görülmesinden şikâyet ediyor.
Günümüzde insan ile makine aynı değer de mi? Ne yazık ki, bu sorun bu düzeyde bile değil. Kaza yapınca insandan çok arabasının hasarına bakan bir toplumun, insanı tezgâhından, makinesinden, binasından daha değerli gördüğünü kim söyleyebilir?
Zamanımızda insan kâr getirdiği ve tükettiği kadar kıymeti olan bir varlık.
İnsan elinden ekmeği alındığında ses çıkarmadığı, ideolojinize şartsız amigoluk yaptığı müddetçe değerli.
Bir asgari ücretlinin bir yılda eline geçen 15 bin lira. 25 yıl çalıştığında ise 390 bin lira.
Günümüzün “adil” dünyasında birinci sınıf otomobile eş değer bir bedel yani.
Bir kişi yemese, içmese, giymese, çoluk çocuğuna harcamasa, bir ömürdeki kazancı bir daire ya eder ya etmez.
Cumhurbaşkanı'nın Panama'da kara para aklayan, vergi kaçıran, bir kahvaltıda bin lira yiyen, aracı km'de 2 lira yakan, evinin aylık gideri bir daire parasına eşit olan, cüzdanı zengin ama gönlü fakirlerimize ‘işçinle bölüşsen ne olur' demiyor. ‘Hiç olmazsa bir kişi daha çalıştır, işçinin alın terinden çalma, insanı makine gibi görme, sigortasını düşük gösterme, hakkına tecavüz etme' diyor.
Bu sözlerin mâkes bulması için gereken yürek ve inanç yok ortada.
Geçenlerde önemli bir kişi şunları söyledi: “Asgari ücret resmen 1300 liraya çıktı ama fiilen çıkmadı. Evet, SGK'ya 1300 olarak gösteriliyor, lakin ‘1000 liraya çalışacaksan çalış, daha fazlasını verme imkânımız yok' denilerek kapı gösteriliyor.”
Metanın bu kadar “değer” ettiği Türkiye'de, insan manevi terbiyeden geçirilmeyip, madde perest olarak yetiştirilmeye devam ettiği müddetçe Erdoğan'ın işaret ettiği dertler aşılamaz.
Bizim, iyilikleri ihya eden bir vakıf geleneğimiz vardı. Onun yerine dindarlarımız hep alıp hiç vermeyen ve kaynakların binalara harcandığı bir vakıf sistemi inşa ettiler.
İnsan yetiştirmeyi üniversitede okutmak, diploma sahibi kılmak ve bu amaç için o çocuğa burs verme yarışı sanan bir toplumda, Hakk'a ve alın terine hürmet eden bir zengin veya fakir tipi üretilebilir mi?
Barınağı şatafat, ilmi diploma ve unvan, insanlığı mevki-makam ve servetle ölçen, sıhhati anlık durum olarak gören, hayatı hazdan ibaret sanan, vermek yerine almaya alıştırılmış, Ramazan'da diğer aylardan daha fazla yiyen ve çöpleri artıran bir toplumda; vermenin erdem, paylaşmanın barış, üretmenin sadaka, bir işsize iş vermenin sosyal barış olduğunu nereden bilinebilir ki?
İnsanın kaybettiği şey aslında kendisi. İnsan kendine gelmeden ne dünya düzelir, ne eşya, ne de değerler. İnsan ‘akıl' taşır ama bu akıl onu Hakk'ı bulmaya yaramıyorsa çöpe at gitsin.
Zira servet ve eşyanın insandan daha değerli olduğu, sıradan bir dükkânın bile asgari ücret kadar gelir getiren bir dünyada akla ne hacet.
İşci ve memurlar, yani çalışanlar her ay sabit ücret almıyorlar. Kazançlar yıllık olarak değerlendirildiğinden artan oranlı vergi dilimine girildiğinde alınan net ücret düşmektedir. Mesela asgari ücret artan oranlı vergi yüzünden her ay 1300 TL alınmıyor. Yani burada işverenler kadar devletin de bu durumu düzeltmesi gerekir. Bu artan oranlı vergi kaldırılıp çalışanlar her ay sabit bir vergi oranı üzerinden vergilendirilmelidir. Böylece çalışanlar her ay aynı ücreti almış olur ve hesabını daha iyi yapar. Nihayetinde insanların ihtiyaçları her ay sabit kalmaktadır.