Târih için bazen küçük bir hâtıra bile kördüğüm olmuş bir gerçeğin çözümü için bir ilk kıvılcım mesâbesinde rol oynayabilir. Bu bakımdan siyâsî hâtıralar -pek çoğu övünme ve nefsini tebriye maksadıyla yazılmış olsalar bile- bu kabilden beyanları itibariyle târihin asla vazgeçilemez kaynaklarıdır.
Ben uzun ve mâceralı bir hayat yaşadım. Lâkin köy muhtarlığı kabilinden bile resmî bir vazife icra etmemiş olduğum cihetle kaleme aldığım hâtırat mâhiyetindeki eserler[1] sadece muazzez İslâm davasının bir emektarı olarak bu davanın bu güne gelişine kadarki çalışmalarda mâruz kalınan güçlükleri belirtmek için yazılmıştır. Ancak bunların yanında bir de resmî vazife deruhte edenlerin bana naklettiği bazı gerçekler vardır ki; bunlara şahsî mücâdelemle ilgili olmadığı için bu eserlerde yer vermedim. Bazılarını bir meseleyi yazarken veya anlatırken fikrimi teyid etmek için kullandığım hâlde diğer bazıları da -ya kanûnî zarûretlerle veyahud da icabı hâl gerektirmediği için- bende mahfuz kaldı.
Gençlik yıllarımda Osmanlı bakiyesi pek çok rical ile görüşmüş olmam dolayısıyla onların bana naklettiği bu gibi hâtıra kırıntılarının büyük bir yekûn teşkil ettiğini söyleyebilirim. Bunlardan bazılarını sohbetlerimde fikrimi teyid maksadıyla zikrettikçe muhataplarımın zaman zaman bunları yazıp yazmamış olduğum yolundaki sualleriyle karşılaştım. Cevabımın ekseriya menfi olması üzerine muhataplarımın hayıflandıklarını görmekle böyle hâtıra kırıntılarını yazılmış ve söylenmiş olanlarla birlikte bende mahfuz kalmış olanları da topluca bir eserde nakletmek istedim. Bu eser böyle bir arzunun meyvasıdır.
Bununla beraber bu eserde birçok görgü şâhidinden dinlediğim her sözü buraya derç edebildiğim sanılmamalıdır. Bunun üç sebebi vardır:
- Gençlik yıllarımdan beri bâtıl kemalizm idelojisiyle mücâdele hâlinde olduğumdan muhataplarımdan bu meseleye dâir öğrendiklerimin çoğunu yazmayı 5816 sayılı kanun dolayısıyla şimdilik doğru bulmadım. Zira bu mâhud kanun dolayısıyla ne derecede sıkıntılar çekmiş olduğumu hâtırat mahiyetindeki eserlerimi okuyanlar gayet iyi bilir ve beni mâzur görürler.
- Bunlardan bazılarını rivâyetçilerin rivâyetçisinden dinlediğim için güvenilir bulmadığımdan dolayı buraya derç etmedim.
- Bugün seksen yaşımı devirmiş olduğuma nazaran hâfızamın beni yanıltabileceği düşüncesiyle de net bir sûrette hatırlayamadığım beyanlara iltifat etmedim. Zira kul hakkından korkarım! Bununla beraber hâfızamın yanıltmasıyla bazı nakillerde zuhûlen hata etmiş olabilirim. Bunun için peşinen okuyucular ve hak sahiplerinin afvını talep ediyorum.
Dikkat edilirse kendilerinden bir görgü veya bilgi naklettiğim şahısların bu görgü ve bilgiye vâkıf olabilecek bir durumda bulunduklarını göstermek üzere kısaca hayat hikâyelerini ve işgal ettikleri siyâsî mevkilere âid bilgileri esere derç ettim. Diğer taraftan onların sözlerini ekseriyetle teype almadığım cihetle aklımda kaldığı şekliyle ve meâlen naklettim. Bunu da sevgili okuyucularımın mâzur ve mâkul görebilecekleri ümid etmekteyim.
Benim eserlerimi okuyanlar çok iyi bilirler ki bir meseleyi anlatırken en umûmî hükümden başlayarak en husûsî olana doğru mantıkî bir teselsül tâkip eder ve muhatabın zihninde belirmesi muhtemel olan sual-i mukadderlere cevap vere vere bir bahsi bitiririm. Bu eserde böyle bir metodu tatbik imkânı bulamadım. Zirâ böyle bir usul mevzu ittiradını icab ettirdiği hâlde burada nakledilenler için böyle bir ittirad mevzu bahis olmadığından bir kahvehâne sohbeti uslübuna itibar etmeye mecbur kaldım. Bu sebeple eserde gerek mevzu ve gerekse kronolojik bir icaba riâyet edilmemesinin mâzur görüleceğini ummaktayım.
Bir gıram altın için tonlarca toprağı eleyen madencilerin faaliyetine benzer bir uslüba riâyeti zarurî addettim. Bununla beraber sanıyorum ki; eserin sonuna ilâve ettiğim ve asılları bende mahfuz bulunan arşiv vesikalarını gören okuyucular buraya kadar ihtiyar ettikleri zahmete acımayacaklardır. Bu vesikalar İstanbul'un işgali hengâmında askerî müzeden “emânet” olmak üzere alınan târihi eşyaların listesi olmak itibariyle fevkalâde bir ehemmiyeti hâizdir. Bu hususta belki selâhiyetli birisinin mesele üzerine eğilerek bu târihî eşyaları kurtarabileceği ümid ve temennisinde bulunmaktayım.
Burada şunu ifade etmeliyim ki kendilerinden bazı nakiller yaptığım şahsiyetlerin bir kısmı hâtıralarını yazıp neşretmişlerdir. Bunlardan bazılarını da benim yayınlamış olduğum mâlumdur. Bu itibarla ben onlardan sâdece yazmamış oldukları sözleri naklettim. Böylece bir tekrar ve tedâhülden kaçınmış olmama rağmen diğer bir eserim olan “Tanıdıklarım”la bazı tedâhüllere yer vermekten içtinab etmedim.
Bu eserde nakledilenlerin yakın târihimizin bir kör düğüm hâline getirdiği bazı meselelerin anlaşılmasında -küçük dahî olsa- bir hizmeti olabileceği ümidini taşımaktayım. Allah sağlık sıhhat verir de ülkemizde İslâm'ın mahvı için atılmış olan birçok menfî adımın birer birer iptaliyle küsuf hâlindeki “İslâm Güneşi”nin kâmil bir sûrette yeniden eski şa'şaa ve ihtişamına kavuştuğunu görebilirsem bahtiyar öleceğim. Bu eserin böyle mes'ud bir neticenin istihsâlinde -karınca kararınca misâli- bir rolü olursa bu benim için en büyük bir bahtiyarlık olacaktır!
Allah kendi fazl u keremiyle bu ümmet-i Muhammed'e ve hassaten aziz milletimize eski şeref ve itibarını, saffet ve satvetiyle izzetini iâde buyurun. Âmin!
Ve minallâhit tevfîk
Üstad Kadir Mısıroğlu'nun "Benden tarihe haberler" yazı dizisi yalnızca gazenin basılı nüshasındadır.
Bugün Yeni Söz'de
ŞÂDİYE OSMANOĞLU (1886-1977)