Körlük, gözün görmemesi değil, tarih bilmemek, hakikatten uzaklaşmak, dostu düşmanı ayırt edememek, bencil ve maddeci batı medeniyetine tapınmaktır.
Halkın "neden bu kez oy vermedi"ğini görememek de, siyasi körlük olmalı. Aksi halde seçmeni kızdıracak bazı hadiselere izin verilmezdi. Halkı bezdiren bürokrasi, 7 Haziranda iktidarın ayaklarından vurulmasını sağladı. Şimdi ise kalbine ateş ettiriyor. Zevcesi de hekim olan hemşehrim Ahmet Davutoğlu bu tuzağı görmeli. Lafı uzatmayayım, 7 Haziran gecesi "Ak Parti on sıfır galip" şeklinde siyasi basiretini ifşa eden bir zatın yönetimindeki Sağlık Bakanlığı'nın servis ettiği, medyanın da köpürte köpürte verdiği aşı haberinden söz ediyorum. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin aldığı bu karar içtihat değil, sadece davalı kişiyi bağlayan henüz kesinleşmemiş sıradan bir karar. Bu hüküm, aşıları zorunlu kılan bir karar olmayıp, kimseyi de bağlamaz. Zira aynı Yargıtay'ın, aynı dairesinin 2014/4508 sayılı aksi yönde kararları da var. Bu karara döneceğiz ancak aşının tarihçesine ve Türkiye'nin bu husustaki hali pürmelaline kısa bir temas edelim. Dünyada ilk aşıyı Müslümanlar yani Osmanlı üretmiş, Avrupa ise aşı yapma hususunda üç yüz yıl direnmiş. Osmanlı'nın 16'ıncı asırda geliştirdiği çiçek aşısı uygulandığında, Fransız sefiri "Türkler eğlence makamında herkese çiçek bulaştırıyorlar" diyerek küçümser iken, batı kiliseleri aşı yaptırmanın günah olduğuna dair fetvalar yayınladığı için, 3-4 asra yakın batıda aşı tepki ile karşılanır. Bu yüzden de pek çok batılı salgından kırılır. Birinci cihan harbindeki salgınlarda bile batı askerleri kırılırken, Osmanlı kendi geliştirdiği aşılarla asker ve halkını korur. 1885 yılında Pastör'ün kuduz aşısını keşfedip bir çocukta denediğinde, batı ondan vebalı gibi kaçar. Yüce Sultan Abdülhamid Han hazretleri ise, onu İstanbul'a davet ederek patent verip, çil çil altınlarla ödüllendirmekle kalmaz, aynı zamanda 1887 de İstanbul'da bir Kuduz Enstitüsü kurdurup başına getirerek, Dr. Hüseyin Remzi, Baytar Hüsnü bey ve Dr. Zeoros Paşa'ları da eğitmesini sağlar. Batı kuduzlaşıp, bilâd-ı Osman'a saldırma hesapları yaparken, Osmanlı toplum sağlığını korumak için bu asırda da ilham almayı sürdürdüğümüz Abdülhamid Han merhumun ufkuyla sıhhat bulur. Pastör'ün yanı sıra, kolera konusunda mesafe aldığı bilgisi ulaşan Dr. Henry Chantemesse de davet edilir İstanbul'a. Padişah iradesiyle üç ayrı dezenfeksiyon istasyonu kurulur. Altın Madalya ile ödüllendirilir. Bu sırada Sultan hazretleri, Bakteriyolojihane-i Şahane'yi kurdurur 1894'de. Hayvan ve insana yönelik aşı ve serumlar geliştirilmeye başlanır. Çiçek, kuduz, kuşpalazı/difteri, Halep çıbanı, sıtma, tetanoz gibi pek çok aşı burada üretilir. Şimdi Basın Müzesi'nin olduğu yer, Kuduz Enstitüsü'nün kurulduğu yerdir. Oranın Cumhuriyet döneminde medyaya tahsis edilmesi, bugünden bakılınca pek anlamlı gözüküyor. İngiltere'nin İstanbul sefiri Lord Montegu'nün hanımı, aşıya direnen İngiliz hükümetine 1717'de yazdığı mektupta şöyle der: "Kimsenin aşıdan öldüğü görülmemiştir. Bu uygulamanın iyiliğine o derece inanıyorum ki, sevgili yavruma yaptırmaya karar verdim. Vatanımı sevdiğim için bu usulün memleketime girmesini istiyorum. Bu bize de gelirse hekimlerimiz kendi çıkarlarından fedakârlık edecek ve gelirlerinin düşmesine razı olabileceklerini düşünmesem, bunu onlara yazmaktan çekinmezdim. Fakat onları kızdırmaktan korkarım..." Yakın zamanda kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Sultan'ın kurduğu ve büyük kaynak aktardığı Bakteriyolojihane-i Şahane'nin devamıydı ve yakın zamana kadar çok sayıda aşı ve serumu kendi imkânlarımızla üretmişti. Üretmekle kalmadı, aşı ihraç etti dünyaya. Artık yerinde yeller esiyor. Artık zırnık aşı üretmiyoruz. Günümüz Türkiye'si yılda sadece aşı için yarım milyar dolar ödüyor şeytanlara. Yerli aşı üretimine yönelik ilk geri adım, milliyetçi Halil Şıvgın'ın bakanlığı döneminde başlar. Milliyetçi Osman Durmuş ve Recep Akdağ ise kilidi vurur. Ankara'da Doğramacı'nın ektiği tohumdan yeşeren ekolün (Hacettepe) kontrolündeki Aşı Konseyi'nde kimler var? Türkiye'nin aşı ithal ettiği aşı firmaları... Gerisini siz düşünün! Aşı sektörü bütün dünyada küresel tefecilerin eline geçmiş olduğundan, artık bir silah gibi kullanılıyor. Aslında gibisi de fazla. Bildiğinizden daha tehlikeli bir silah! Amerika'dan ülkeye döner dönmez medyada palazlandırılan, danışmanlığa yani prensliğe terfi ettirilenler, bunun silah olduğunu hiçbir zaman söyle(ye)mezler. İktisadı, medyayı silah olarak kullananlar; aşı, tohum, ilaç ve gıdayı neden kullanmasın ki? Bal gibi kullanıyorlar fakat bunu görecek ilmî ve siyasi basiret gerek. Sizi bilmem ama ben küresel mafyanın elinden çıkmış bir aşıyı, eşrefi mahlûk olan insan bedenine yaptırmam. Paraysa para, imkânsa imkân, insansa insan, kısaca ne ararsanız var olan ülke, aşı ithal etmekten utanmıyorsa, ben de küresel mafyanın aşılarını yaptırmamaktan utanmam. Hele ki, koruyucu hekimlikten ziyade kısırlaştırma ve savunma sistemini zayıflatmayı hedef edinmiş bu endüstrinin, içine ağır metal doldurduğu aşılarına hiç mi hiç güvenmem. Bu aşıları inceleyecek sistemi bile, aşıcılardan ithal eden Türkiye'nin, Sağlık ve Aile Bakanlıklarının dayatmalarına da boyun eğmem. Zira hiç kimse çocuğumu benden daha fazla sevemez ve koruyamaz. Aksine ben ona dostken, devletin ona 90 yıldır düşmanlık ettiğini görürüm ve bilirim. Yargıtay, bu davada çocuğa aşı yapılmasına hükmetmiş. Dikkat edin! Çocuklara değil, sadece dava konusu olan çocuğa. Bu umuma şamil bir karar değil, sadece davalıyı bağlayan, daha da karar düzeltmeleri bitmediği için kesinleşmemiş ve hiçbir kimseyi bağlamayan sıradan bir karar. Siz siz olun, muhtemel yeni seçimde iktidar partisinin oyunu azaltmaya dönük, sağlık bürokrasisinin servis ettiği haberlere itibar etmeyin. Atın çöpe gitsin! Biz ise, Beştepe'den 5 ay önce bu hususta istediğimiz randevuyu beklemeye devam edeceğiz. twitter.com/cankemalozerBİLGİ HATTI