15.09.2016'da (http://www.herkesebilimteknoloji.com) sitesinde Yüksek Mimar Doğan Kuban'ın “İstanbul ülkeyi çökertecek, kalkınmaya engel noktaya ulaştı” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Yazının künyesi bulunmadığı için internet linkini aşağıda vereceğim. Bu yazının önemsenmesi gereken birçok cümlesi bulunduğundan, olduğu gibi alıntılamak yerine, temel tezlerini ve tezlere dair izahlarını başlıklar altında tasnif ederek, bazı cümlelerini de yeniden düzenleyerek aktaracağım.
Yazı, Yeni Söz'de kaleme aldığım metinlerde “devletin teknolojisi, halkın tekniği olur” fikrini besleyen bir vurguyu da içeriyor.
Hep yazıyoruz: “Umran'dan medine'ye” bir hareket başlatmak gerekiyor. Bunu da “köy-mezra”ya dönerek değil, “Şehir=Medine” fikrini hayata geçirerek gerçekleştirebiliriz. “Şehir”, tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfusu barındıran, çiftçi/çoban/zanaatkâr/esnafa “pazar” açan bir toplumsal örgütlenmedir. Weber'in kentinde çiftçi/çoban yoktur.
Horasan Erenleri'nin Ehli-Beyt imamlardan öğrenerek Anadolu'ya getirdiği “şehir” tasavvurunun, “Batı kenti” ile de “Doğu despotizmi” ya da “paternalizm”le de ilgisi bulunmamaktadır.
Biz, Nurettin Topçu'nun “köycü” toplumunu “ters Umrancılık” olarak adlandırdık. “Ters Umrancılık” da, tıpkı “Umrancılık” gibi insanlığın üretim biçimleri aşamalarından geçtiği fikrinden kopamıyor.
İnsanlık, göçebelik-hayvancılık-ziraatçılık-sanayicilik-post sanayicilik üzerinden beş dönemli bir tarih dizimine uğratılmaktadır. Tarım toplumu “geri bir üretim biçimi” diyorlar.
“Ters Umrancı” olan Nurettin Topçu, Türkiye'nin “sanayi toplumu devri”ne geçişini durdurmak için “köycülük” yapmaktaydı.
Türk düşüncesinin en önemli temsilcileri “Umrancı”dır.
Sanayi toplumuna geçişi kaçınılmaz gören bu büyük ekolün Türkçü/Sosyalist/Batıcı/İslâmcı/Muhafazakâr mecraları kentleşmenin problemlerini aşamıyor. Yol-su-elektrik-otomobil-apartman-doğalgaz derken “şehir”leri kaybettik.
Nitekim türbeleri, sebilleri, erguvanları, bahçeli-avlulu evleri, sadaka taşları ile kendini var edemeyen bir İstanbul'a “İslâm şehri” değil, “küresel finans merkezi” demekteyiz.
“Umrancı” düşünce Anadolu'yu İslâmlaştıran Türkmenleri fütüvvet ruhundan koparıp bu kenti “Nova Byzantion”a dönüştürdü. “Şehirde inek olmasın” diyen “umrancılar” (Çünkü İbn Haldun'a göre çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşanlar bedevî'dir) “Kanlıca Yoğurdu” yemeyi akıllarından çıkarsınlar.
Şimdi buyurun bakalım, Doğan Kuban ne demiş:
İstanbul Ülkeyi Çökertecek: İstanbul ülkeyi çökertecek. İstanbul'un başını alıp gitmesi, kalkınmaya engel noktaya ulaştı. İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşmüştür. Bu büyüme, ülkeye yayılması gereken çağdaş davranışların, teknolojinin önünü kesiyor. Halkı ve işverenleri kendine çekip, çağdaş etkinlikleri inhisarına alıyor (Doğan Kuban burada, büyük projelerin İstanbul'u merkeze alarak hayata geçirilmesini eleştirmektedir. Gerçekten de ülkenin tüm ileri teknolojik yatırımları İstanbul'da toplanıyor. İstanbul, nüfusu ve teknolojik yatırımları kendine çeken bir anafora dönüşüyor).
İstanbul'un Büyüme Nedeni Sanayileşme Değil, İnşaat: İstanbul, her zaman bir çekim merkezi olacaktır. Fakat ülkeyi ekonomik olarak çökertmesine imkân vermemek gerekir. Günümüzde o sınıra ulaştık. Türkiye'de kente göç sanayileşme geliştiği için gerçekleşmemektedir. Kentlere göç yapılaşmanın (inşaatın) üretimin en büyük parçası haline getirildiği ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için gerçekleşmektedir. 1980'den sonra kent nüfusu %70'i geçti. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı çöktü.
Büyük Avrupa Kentleri ve İstanbul: Dünyada nüfusu 20 milyona ulaşmış kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir planlama yöntemi henüz keşfedilmedi. Batının en kalabalık kentleri olan Londra, New York, Paris'in nüfusları bugün İstanbul'dan düşüktür. 80 milyon nüfuslu Almanya'nın en büyük kenti ve başkenti Berlin'in nüfusu 4 milyondan azdır. İstanbul'u planlama boyutu, estetik ve insan davranışı ile Viyana, Berlin, Stockholm ile karşılaştırmak olası değildir. Paris, İstanbul gibi değildir. Paris, her zaman büyük olan ve örgütlenmesi yüzyılları bulan bir dünya kentidir. İstanbul gibi yarım yüzyılda kontrolsüz bir büyüme gösteren kentlerde örneğin Sao Paolo ya da Lagash'da çağdaş yaşamın en büyük kargaşa ve dramları yaşanır. İstanbul ve benzerleri kentler, kendi çıkardıkları toz duman arasında boğulan aglomeralar. Çünkü kaşla göz arasında büyüyüverdiler. İstanbul'un sadece 2000 hektarı 550.000 hektar içinde (yani 225'de biri) tarihi bazı kalıntılar içeriyor. İstanbul megalopolis hastalığına yakalanmıştır.
Megapolis Hastalığı: Megapolis, ekonomik etkinliğin yurt yüzüne dengeli yayılmasına engel olan ve Anadolu halkının topraklarını terk ederek ülke tarımını dış dünya pazarına dönmeğe zorlayan; sonuçta uluslararası sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı tüketici olmaya teşvik eden, giderek Türkiye'nin sömürülen bir topluma dönüşmesine yol açan bir emme basma mekanizması olarak çalışmaktadır. Megalopolis hastalığı, sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı, çaresiz bir ‘hipertrofi' durumudur; çare bulunamayan bir fakir ülke hastalığıdır. Megalopolisler uygarlığın ortadan kaldırmağa çalıştığı bütün kötülükleri içerirler. Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır.
Hipertrofi: Hipertrofi, ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında, toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal ayrışma mekânlarına da sebebiyet vermektedir. Sosyal yapıları birbirlerinin zıddı olan insanlar birlikte yaşamasalar bile birbirleriyle temas içindedirler. Bu durum onların sınıf karşıtlıklarını muhafaza ederken toplumun ahlak dokusunu bozuyor. Hipertrofinin sonucu, ahlaksız ve dengesiz toplumdur. Dünyanın büyük kentleri toplumları kanatan yaralardır. Büyük kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol edemediği en büyük deformasyondur.
Dev Kentler İçin Kentsel Planlama Yapılamaz: Bu dev kentlerde Batılı gelişmiş kentlerden herhangi bir yöntem ithal edilemez. Bu, maymuna inci kolye takmağa benzer. Kaldı ki bu büyük aglomeralar fiziksel planlama ile düzenlenecek yerleşmeler değildir. Bu kentler, sınırsız spekülasyonun doymak bilmez iştihasına sunulmuşken planlanamaz.
Türkiye'nin Çözümü Nedir?: Tek çare halkın planlı olarak yurt yüzeyine zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik dengesizliğinin önüne geçilmesidir. Anadolu'ya yeniden yerleşmemiz gerek! (http://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/dogan-kuban-istanbul-ulkeyi-cokertecek-kalkinmaya-engel-noktaya-ulasti).
Yazı bu.
Biz de daha önce “Anadolu'ya en az 15 şehir kurulmalı” teklifinde bulunmuştuk.
Anadolu, 11. -13. Yüzyıl arasında Horasan'dan Bu Ülke'ye gelerek bahçe-bostan açıp, değirmen inşa eden ahi-dervişlerin ruhundan üflenmiş rical'i (rical: iki ayak üzerinde yürüyen adamlar, demektir) bekliyor.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter