Son günlerde çoğunluğu sosyal medyada olmak üzere bazı belediyelerin işlerini yapmadıkları, mesul oldukları alanlarda temizlik görevlerini ifa etmedikleriyle ilgili haberler yer almakta. Genellikle siyasal tercihler üzerinden devam eden tartışmalar bizi asıl sorun olan bu kadar çok ambalajın hayatımızda yer almasından koparıyor.
Üretimin evlerden endüstriye kaydığını hepimiz biliyoruz. Ev tipi üretimin neredeyse turşu ve yoğurt üretimine sıkıştığı da malum. Hatta “yoğurdumuzu evde yapalım” çağrılarının bile endüstriye hizmet ettiği bir gerçek. Sadece yoğurda indirgenmiş ev tipi üretim bizleri zoraki olarak çarşı, pazar, AVM sacayağına bağımlı kılmakta.
Bundan bir veya iki nesil öncesinde yiyecekler genel itibariyle evde üretilirdi. Konu komşunun yardımlaşması neticesinde salçalar, peynirler, ekmekler evlerde üretilirken ve komşular birbirleriyle komşuluk ilişkilerini her daim taze tutarken ne oldu da tüketimi mağazalara ve alışveriş merkezlerine kaydırdık? Köyünde sağdığı sütünü süt toplayıcılarına veren Hatçe Teyze yoğurdunu artık kaymaksız ve ambalajda satın alıyor. Eskiden oğlunun pijamasını, kızının eteğini, öğrenicinin önlüğünü evinde kendisi hazırlarken şimdi bütün tüketimini bakkala, markete kaydırmış durumda? Ektiği tohumunu şirketler aracılığıyla temin ederken, sığırının çiftleşme yeteneğini veteriner aracılığıyla suni tohumlamaya terketmiş durumda.
Elbette ki köylerdeki durum böyleyken, şehirlerimizin durumu da farklı değil. Karşı komşumuzu tanımadığımız apartman hayatı dayatması bizleri evlerde iş yapma konusunda da çeşitli sınırlandırmalar getiriyor. Evinizde yapacağınız bir çok faaliyet sınırlanmış durumda. Örneğin evinizde salça yapmak veya dikiş makinenizi birkaç saat çalıştırmanız mümkün değil. Konforuna düşkün komşularınız sizleri rahatsız oldukları gerekçesiyle rahatça paylayabilir; apartman hayatına uygun davranmadığınız gerekçesiyle mahkemeye bile verebilirler. Apartman daireleri sizlerin özgürlüğünü gaspeder. Soğuk kış gününde geçici amaçla bahçeye koyacağınız bir kedi yuvası ve yemek artığı yüzünden komşularınızla boğaz boğaza da gelebilirsiniz.
Apartman hayatının sizden aldıkları yüzünden mecburen yönlendiğiniz marketten alacağınız 2 adet ekmek için bile en az 1 adet hışır poşet diye tabir edilen poşet kullanacaksınız. Ülkemizde 2015 yılı verilerine göre hane sayısının 21 milyon olduğunu gözönüne aldığımızda ve her ailenin günde en az 1 adet poşet kullandığını varsaydığımızda bile yılda 7,7 milyar adet poşet kullandığımız bu poşetlerin tekrar kullanılamamasından dolayı da gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakacağımızı bir düşünelim isterseniz? Yaptığımız hesabı sadece ekmek için yapmış olmak bile ambalaj sektörünün ne kadar devası boyutlarda olduğunu ve yaşam tarzımızı değiştirmediğimiz sürece dünyayı yaşanmaz kılacağımızın bir göstergesi.
Şu anda kullanılan ambalaj atıklarının en çok kullanılanlarının market poşeti, sigara kutusu, su şişesi olduğunu görsek de herhangi bir çarşı pazar alışverişinde doldurduğumuz her bir çantanın içinde bazen onlarca, bazen de yüzlerce amabalaj bulunmakta ve bunların hiçbirini bir daha kullanmamız da mümkün görünmüyor.
Laboratuvarda sağlanan değerlerle doğada karşılaşılan değerlerin de birbiriyle alakası olmamasına rağmen “biyobozunur” diye tabir edilen poşetlerin de çevre şartlarında bozunmadığını da biliyoruz. Buradan hareketle gelip geçtiğimiz dünyayı bir sonraki nesle bozulmadan nasıl bırakacağımız büyük bir mesele olarak önümüzde duruyor.
Geri dönülemez nokta olabileceğini hesap edeceğimiz noktalara doğru hızla ilerliyoruz. Herşeyi ambalaj içine sokmakta mahir olduğumuz açık.
Ambalajları hayatımızdan çıkarma zamanımız geldi de geçiyor bile. Yapacağımız ufak hayat tarzı değişiklikleriyle ambalaj malzemeleri; tamamen olmasa bile azaltmak veya birden fazla kullanılabilir olanlarıyla değiştirmek mümkün.