Son 50 yıldır dünyada adından sıkça söz edilen, üzerine yüzlerce bilimsel çalışmanın yapıldığı İsveç, Norveç, Finlandiya, İtalya, Danimarka, Estonya, Almanya, Rusya, Azerbaycan, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi birçok Avrupa ve Asya ülkesinde ya tamamen yasaklanmış ya da kullanımı ciddi oranda kısıtlanmış bir malzeme olan amalgam diş dolguları ne yazık ki Türkiye'de hala kontrolsüz biçimde yüzde 75 gibi oranlarda çok yaygın olarak kullanılmaktadır ve toplum sağlığını önemli ölçüde tehdit eden bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Amalgam diş dolgusu nedir? Peki, nedir amalgam diş dolguları ve insanlar için tehdit oluşturan neden? Kimyasal bileşimi "amalgamtn 9650"sinden fazlası tabiatta bulabileceğiniz eri güçlü toksik (zehirli) ağır metallerden biri olan cıvadan oluşur. Cıva kimyasal yapısı itibariyle 22 derecede oda sıcaklığı gibi düşük sıcaklıklarda bile buharlaşma özelliğine sahipken, biz onu 37 derece ağız içi sıcaklığına yerleştiririz. Böylece ağızda 1 mm2 yüzey alanına sahip bir amalgam varken akciğerlere çektiğiniz 1m3 havada ortalama 17-36 ug cıvaya maruz kalırız. Doku girişkenliği özelliği çok yüksek olan cıva kolaylıkla akciğerlerden kana geçer. İşte burada cıvanın ikinci tehlikeli özelliği devreye girer ki, ağır metal meranda serbest formda uzun süre kalamaz. Karaciğer ve böbreğin de bağlayıp atamadığı cıva hızlı biçimde doku ve organlara sızar ve burada hücresel hasarlara neden olur. Yapılmış bilimsel çalışmalarda cıvanın en fazla ve birinci derecede beyin dokusuna yerleştiği tespit edilmiştir. Beynin özellikle uyku hormonunun üretildiği "epifiz" bölgesi ile vücudun tüm hormonal sisteminin "komuta kontrol merkezi" olan "hipofiz" alanlarına çöken cıva hızlı biçimde buradaki faaliyetleri bozar ve kişinin uyku kalitesini düşürür, böylece sabah yorgunluğu, halsizlik, bitkinlik, unutkanlık, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu gibi sorunlara yol açar; ayrıca stres hormonlarının artışına neden olur ki kişilik yapısı ve stresli bir yaşam tarzı gibi tetikleyici faktörlerin de katkısıyla anksiyete, kaygı-endişe bozukluğu, panik bozukluk, nevrotik sorunlar, uyku bozuklukları, migren, kronik baş ağrıları, vertigo ve depresyon gibi bir çok-nöropsîkiyatrik probleme neden olur. Yine Hipofiz fonksiyonlarının bozulması nedeniyle "sebebi anlaşılamayan" adet bozuklukları, hormonal sorunlar ve infertîlite (kısırlık) gibi problemlerle yıllarca tedavi edilmeye çalışılmış defalarca "tüp bebek tedavisi" görmek zorunda kalmış insanlarda ileri bir incelemede altta yatan faktörün çoğunlukla kronik cıva zehirlenmesi olduğunu üzülerek görmekteyiz. 'Sonucu, alerjik ya da otoimmun hastalıklar' Beyin ve bağlantılı sinir dokuları dışında Cıva en fazla kemik İliğine çökmektedir. Bilindiği gibi kemik iliği tüm kan hücrelerimizin ve en önemlisi bağışıklık sistemi hücrelerimizin üretildiği fabrikadır. Dolayısıyla cıva maruziyeti altında üretilen bağışıklık sistemi hücreleri ortaya konabilmiş bir dizi reaksiyon sonucu gereksiz yere aktive olur ve antikor üretmeye başlar. Bunun doğal sonucu ise şanslıysanız alerjik hastalıklar, şanssızsanız otoimmun hastalıklar demektir. Otoimmun hastalıklar, bağışıklık sisteminin dost düşman ayrımı. Özelliğini kaybetmesi sonucu vücudun başka organlarına ait masum hücrelere, saldırdığı ve buralarda doku hasan ve fonksiyon kaybına neden olduğu hastalıklara verilen ortak bir isimdir. Tıpkı bir grup askerin masum halka ateş etmesi gibi... Bu grupta tanımlanmış yaklaşık 100 kadar hastalık bulunmaktadır ve şu an tıbbın en kronik, en inatçı, en içinden çıkılmaz hastalıklarını oluşturmaktadır. Otoimmun hastalıklar çoğunlukla ya hiç tedavi edilemez ya da ömür boyu ağır ilaçlarla baskılama tedavilerini gerektirir. Bu hastalıkların başında romatoid artrit, ankilozan spondilît, lupus, behçet hastalığı gibi iltihaplı romatizmalar ve bağ dokusu hastalıklan, MS, polinöröpatiler, paskülitter, sedef hastalığı, egzama, ülseratîf kolit ve crohn gibi barsak hastalıklan, hashimoto ve graves gibi tiroîd hastalıklan ve üveitler gelmektedir. 'Kronik cıva zehirlenmesi kaçınılmazdır' Şu anda genel geçer tıbbi uygulamalar bağışıklık sisteminin bu şekilde davranmasının sebepleri üzerine gitmek ve bu sebepleri düzeltmek şeklinde değil bağışıklık sistemini ömür boyu baskı altına almak üzerine odaklanmıştır. Ancak olaya geniş bir perspektiften bakıldığında bu tür sorunların temelinde kemik iliğine özel bir ilgi duymasından dolayı başını ağır metallerin çektiği bir grup toksik maddeye çok düşük dozlarda ama uzun süreler maruz kalmak gibi toksikolojik sebeplerin yattığı görülmektedir. Çok düşük dozlarda ama uzun süreler... İşte bu tamda kronik cıva zehirlenmesinin tarzıdır. Beyin dokusuna çöken bölümünün sinir sistemini bozduğu, kemik iliğine çöken kısmının bağışıklık sistemini sabote ettiği Cıvanın bu iki bölge dışında en fazla etkilediği iki organ Karaciğer ve Böbrektir. Bu anlamda yine yıllarca -sebebi anlaşılamamış- karaciğer fonksiyon bozukluklarının ve böbrek yetmezliklerinin mutlaka toksikolöjik açıdan da ele alınması gerekmektedir. 'Gebelikte bebeği etkilemektedir' Oda sıcaklığında buharlaşabilene, kan-beyin bariyerini yüksek oranda geçebilme gibi pek çok tehlikeli özelliği bulunan cıva; aynı zamanda plasentayı (göbek kordonu) geçebilen tek ağır metaldir. İşte burada karşımıza çıkan sorun çok daha kritiktir. Zira Amalgam dolguları bulunan gebe bir kadının kanında bulunan cıva tıpkı diğer organlara sızdığı gibi Plasentayı geçerek bebeği de etkileyebilmekte ve bebeğin İç organlarında, beyin ve kemik iliğinde birikime neden olabilmektedir. Yine süt bezlerine de geçebilen cıva, anne sütüyle beslenen bebeklerde maruziyetin devamına neden olmaktadır. Hayatin erken dönemlerinde ağır metallere maruz kalınması ve beyin dokusunda cıva birikimi ile son derece yakın ilişkisi olduğu üzerine pek çok bilimsel çalışmanın bulunduğu otizm ve dikkat eksikliği hiperaktivite sendromu gibi vakaları bu açıdan da ele almak gerektiği ortadadır. Diş hekimleri de tehlike altında Bir dip not olarak söyleyelim ki, cıvanın insan vücudundaki yarılanma süresi 18 yıl. Toplam atılım süresi 40 yılı bulmakta. Yani gebelik ve emzirme döneminde annenin dişlerindeki amalgam dolgular yüzünden cıvaya maruz kalmış bir bebek hayatı boyunca bir daha asla cıvayla karşılaşmasa bile bu zehri yaklaşık 40 yaşına kadar vücudunda taşımaya devam eder. Kaldı ki Türkiye, dünyada süt dişlerine zmalgam dolgu yapılan nadir ülkelerdendir. Bunun pratik hekimlik hayatımızdaki yansımalarını; MS gibi erişkinlere özgü hastalıklara yakalanan çocukların dişlerini kontrol ettiğimizde ve süt dişlerine yapılan amaigam dolgulardan ne kadar süre sonra hastalığın ilk belirtilerinin başladığını sorguladığımızda da görmekteyiz. Hadisenin bir diğer yönü de bizzat diş hekimlerinin hastalarına amalgam dolgu yaparlarken maruz kaldıkları cıva ve bunun kendileri üzerindeki toksik etkileridir. Dolgu yapımı sırasında diş hekimi amalgam kapsülünü açtığında; oda havasında ki cıva yoğunluğu 1,000 ug/m3 gibi inanılmaz yüksek seviyelere ulaşır. Bu rakam OSHA (Amerikan Mesleki Güvenlik ve Sağlık İdaresi) limitlerinin 200, ATSDR (Zehirli Bileşenler ve Hastalık Kayıt Ajansı) limitlerinin 50.000 katıdır. 1989'da yapılan bir bilimsel çalışmada 8 diş hekimi ve 27 kontrol otopsisinden hipofiz bezi örnekleri alınmış ve bu örneklerdeki Cıva miktarı ölçülmüştür. Ortalamalar dikkate alındığında diş hekimlerinin hipofiz cıva miktarlarının kontrol grubuna göre yaklaşık 40 kat yüksek olduğu saptanmış. I987'de yayınlanan bir başka çalışmada İse 81 bayan diş hekiminde, saçtaki toplam Cıva miktarı İle geçmişlerindeki düşük, ölü doğum gibi üreme bozuklukları arasında, kontrol grubuna göre anlamlı derecede farklılık belirlenmiş ve diş hekimlerinde cıvaya maruziyet ile üreme bozuklukları arasındaki ilişki İspatlanmış. Zaten amalgam dolgu kutularının üzerindeki uyarı etiketlerinde "sakat doğumlara ve benzer üreme sistemi bozukluklarına neden olabileceği" açıkça belirtilmekte. Netice itibariyle gerek toplum sağlığı, gerekse de diş hekimleri açısından mesleki bir sağlık sorunu olarak, Türkiye'nin en önemli ve öncelikli ele alınması gereken konusu olan amalgam diş dolgularının Sağlık Bakanlığı tarafından kontrollü şekilde kullanımdan kaldırılması ve belirlenen gruplarda uluslararası protokollere uygun şekilde var olan amalgamların sökümlerinin yapılması elzemdir. Aksi takdirde kronik hastalıklar açısından her geçen yıl daha da bozulmaya devam eden toplum sağlığımızı korumak mümkün görünmemektedir.BİLGİ HATTI