Küçüktüm. Akrabalarımızdan biri (Fatih ağabey) bayram günü beni, annemden izin alarak Gençlik Parkı'na götürmüştü. Atlıkarınca, dönme dolap, çarpışan oto, mini tren derken epey eğlendik. Nihayet mutluluktan yorulup, canımız sıkılıp “dönelim artık” diyecek hale gelmiştik. Fatih ağabey, lunaparkta o ana kadar fark etmediğim bir bölüme çekti götürdü beni. Cazgır bağırıyor: “5 atış yirmi beş, 3 gol atana 1 Marlboro.” Önce bir iki seyrettik. Kaleci panter olmuş çekilen topları havada kapıyordu. Bizimki “Ben de deneyeceğim” diyecek oldu. Küçük aklımla “yapma abi” demeye kalmadan topun başındaydı: Beş atış, sıfır çekti. Ayrılmalıyız, ama bekliyor. Bir iki hevesli daha seyrettik. Hava cıva. Bu “Ben yine deneyeceğim” demeye kalmadan kalenin karşısında dikiliverdi. Bir attı, gol oldu. İki attı gol oldu. Ardı arkası gelmedi. Kahroldu. Sonra baktım, kuyruğu altına kısılmışlar gibi hâlâ dolanıyor. “Abi gidelim!” Sinirlendi: “Ulen bilmiyor musun, Allah'ın hakkı üçtür!” Beş top daha karavana. “Abi” dedim, “Sen, mübarek bayram günü kumar oynadın! Fatih, gitti harçlık!”
“Allah'ın Hakkı Üçtür” ifadesi, üç sayısının kutsallığına inançla yorumlanıyor. Hıristiyanlıkta “üçleme” bir şekilde anlamlandırılıyor: Baba-Oğul-Kutsal Ruh. Napolyon da “para, para, para” diyerek teslise işaret etmiştir. İslâm'da böyle bir “üçleme” inancı bulunmamaktadır. Sayılarla ilişkilendirilecekse bunu “dört” rakamıyla temellendirmek daha doğrudur.
Dört Zaman |
Akşam |
İkindi |
Öğle |
Sabah |
Erkân-ı Erbaa |
Asker |
Reâyâ |
Tüccar |
Ûlema |
Ahlât-ı Erbaa |
Balgam |
Sevdâ |
Safra |
Kan |
Anasır-ı Erbaa |
Su |
Toprak |
Ateş |
Hava |
Dört Duyu |
Kulak |
Burun |
Göz |
Dil |
Dört Nefs |
Emmare |
Levvame |
Mülheme |
Mutmaine |
Dört Âlem |
Şuhud |
Melekût |
Ceberût |
Lâhut |
Dört Kuvvet |
Duyma |
Koklama |
Görme |
Tatma |
Dört Melek |
Cebrail |
İsrafil |
Mikail |
Azrail |
Dört Kitap |
Zebur |
Tevrat |
İncil |
Kur'an |
Dört Kapı |
Şeriat |
Tarikat |
Marifet |
Hakikat |
Dört Esas |
Mekân |
Zaman |
İhvan |
Sultan |
Dört Mevsim |
İlkbahar |
Yaz |
Sonbahar |
Kış |
Dört Yön |
Garp |
Şark |
Şimal |
Cenup |
Dört Renk |
yeşil - bahar |
kızıl - yaz |
ak - güz |
kara - kış |
Dört Karakter |
Soğukkanlı |
İçe kapanık |
Öfkeli |
Sıcakkanlı |
Fakat “Dört” rakamının olgulara uyarlanabilirliği, ahlâkî değerlerin zorunlu postülası olmadığı gibi, “Üç” sayısının “Hak” kavramı ile ilişkisi (“Allah'ın Hakkı Üçtür”) de hak-hukuk alanının icbarî postülası olmamalıdır. Bu tür sayısal kategorileştirmeler, tasnifleme bakımından değer ifade etmektedir.
Demek ki “Allah'ın Hakkı Üçtür” deyimine tasnifleme sağlaması bakımından önem vermek gerekir. Bu deyimde “gösterilen”, kaçınılmaz olarak “Hak” kavramıdır.
“Allah'ın Hakkı Üçtür” ifadesi şöyle yorumlanmalıdır: 1) Allah'ın kulları üzerindeki hakları (Hukukullah); 2) Kul Hakları (Hukuku İbad); 3) Kulun Allah üzerindeki hakkı.
Kulun Allah üzerindeki hakkı; “Resulüm! Biz senden önceki ümmetlere de resuller gönderdik. O peygamberler ümmetlerine parlak deliller getirdiler, ama çoğu iman etmedi. Biz de o suçlulardan intikam aldık. Çünkü müminlere yardım etmek/onları desteklemek bizim üzerimizdeki bir haktı/bize düşen bir borç idi”(30 Rum 47) ayetinde beyan edilmiştir. Muaz İbni Cebel radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber (asv) şöyle buyurmuştur: “Ey Muaz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? - Allah ve Resulü iyi bilir.
- Hiç bir şeyi ortak tutmaksızın Allah'a kulluk etmeleridir... Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? - Allah ve Resulü iyi bilir.- Onlara azab etmemesidir.”
Allah'ın kulları üzerindeki hakları (Hukukullah); kulun Allah'a zikr, tesbih ve ubudiyetiyle ilgili olup sadece Allah'a teslimiyetiyle ilgili haklardır. Namaz, oruç, zekât, hac ibadetleri bu hak grubuna girer.
(A) İçki gibi, sigara gibi “bireysel” ve “rıza ile işlenen” günahları işleyenler “Beden/mal/para benim değil mi? Kime ne?” diyemezler. Çünkü A1) Beden Allah'ındır, A2) İsraf haramdır. Bu iki ilke nedeniyle “Allah'ın kul üzerindeki hakkı” devrededir.
(B) Bu hak grubuna Allah'ın diğer yasakladığı haramlar da girer: Cinayet, hırsızlık, yalan yere yemin “kulun kula karşı hakları” türünden haklar gibi algılansa da bir cihetiyle de Allah'ın kul üzerindeki haklarındandır. Çünkü bu günahlar aynı zamanda toplumun emniyetini sağlamaya yönelik olduğundan, Allah hakkıdır. Kur'an, “Haksız yere bir cana kıyan, bütün insanlığı katletmiş gibidir” (5 Maide 32) ayetiyle suçun halka bakan yönünü ortaya koyar. Katil, maktulün ailesiyle anlaşsa dahi bu suç/günahın ilahî mizanda bağışlanacağı tekeffül edilemez.
(C) Bir diğer husus da haram/günahların kamu mallarını israf etmek, kamu hayatını sekteye uğratmak etkisiyle ilgilidir. Buna göre “beş emniyet” insana bakan yönüyle “Kul Hakkı” ise de halka bakan yönüyle “Allah Hakkı”dır. Halk (toplum) kavramı “Ahlâk/Hulk/Hilkat/Halk (yaratma)” ile ilgilidir. Halk (toplum) ahlâkî bir kavramdır. Allah'ın hakkıdır. Hz. Ömer (ra)'in şahsi işini görürken kendi malı olan mumu yakması, devlet işi görürken devletin mumunu yakması bu bilincin gereğidir.
Kul Hakları (Hukuku İbad); kulun diğer kullarla ilişkisinden doğan bireysel haklarıdır. Emekçinin ücretini ödememek, alınan borcu iade etmemek kul hakkıdır. Adam öldürme, faiz, zina, içki, hırsızlık, emanete hıyanet gibi suçlar da can-mal-namus ile ilgilidir ve bu kapsamdadır. “Şu kesin ki: Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama dilediği kimse hakkında bunun dışındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah'a şirk koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur” (4 Nisa 116) ayetini delil getiren bazı anlayışlar “Allah'ın kul haklarını da bağışladığı” düşüncesiyle hareket etmektedir. Oysa buradaki bağış, kulların kendileri ile Rableri arasında kalan ve yukarıdaki tasnifte zikri geçen (Hukukullah) kapsamındaki, yani kişinin kendisine yaptığı cürüm/fenalık/zulümle ilgilidir. Kur'an “İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (başka) bir yola iletecek de değildir” (4 Nisa 168) ayetinde zulmün bağışlanmayacağı görülmektedir.