Mehir: Elmalılı Hamdi Yazır'a göre bir kadının sahih bir nikâh akdi ile hak ettiği maldır. Mehir lafzının çoğulu “mühûre” veya “mühür”dur. Fıkıh kitaplarında mehre “sadak”, “sıdâk”, “sadûka”, “nihle”, “alâik”, “fariza” adları da verilir (Yazır, 1997: 398). Mehrin, peşin verilmesine mehr-i muaccel denir. Mehir bir vadeye bağlanmış ise mehr-i müeccel olarak adlandırılır ve ölüm veya boşanma halinde bu mehir, peşine dönüşür.
Mehir bir de mehr-i müsemma ve mehr-i misil olarak tasnif edilir. Mehr-i müsemma: Tarafların miktarını anlaşma ile tayin ettikleri mehirdir. Mehr-i misil: Bir kadının babası tarafından emsal alınacak kızların veya kadınların yaş/güzellik/bakirelik/eğitim/beceri gibi vasıflarına göre belirlenen paylarıdır. Mehir, nikâh akdi ile vacip olup kesinlik kazandığından mehir tayin olmamış evliliklerde dahi mehr-i misil esastır (Yazır, 1997: 398).
Nafaka-Mehir hukuku, Medeni Kanun'da (md. 242) “Mal ayrılığı rejiminde eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur” hükmüyle düzenlenmiştir. Taraflar evlenmeden önce veya evlenmeden sonra noterde yapacakları düzenleme ya da onaylama şeklinde mal rejimi sözleşmesi ile bu hukuku seçebilir. Ayrıca evlenme başvurusunda evlendirme memurluğuna yazılı bildirim şeklinde yapılacak başvuruyla da mal ayrılığı seçimi yapabilmektedir. Ancak bizim kanaatimiz “mehir-nafaka hukuku” kapsamında evlenecek çiftlerin ayrıntılı şekilde düzenlenmiş “evlilik ve mal rejimi sözleşmesi” akt ederek evlilik birliği içinde tarafların hak ve görevlerini de tayin etmeleri yönündedir.
Zira günümüzde modern/seküler evlilikler “yeni gelenek” veya “yeni örf” durumu oluşturmakta ve kadın erkeğin evlilik içi görev/mesuliyetleri flulaşmaktadır. Evlilik sözleşmesinde kadının mehir-nafaka hukukunu seçmesine karşılık kazandığı bazı haklar (iftida hakkı) sözleşme yapılmadığında havada kalmaktadır. Koca, nafaka yükümlülüğünü yerine getirmediğinde kadının boşanma hakkı sözleşmeyle temin edilebilmelidir.
Aşağıda önce eşlerin “edinilmiş mala katılma” rejimini seçmesiyle doğan bazı meselelere ve daha sonra da mehr-i misil konuna ilişkin bazı konulara değinilecektir.
Edinilmiş Mala Katılma Rejiminin Bazı Problemleri:
Evlilik bir akittir. Çoğu kadın evliliğini “aşk değeri” anlamında ele almaktadır. Kadın düşüncesi, evlilik aktinde parasal ölçülerin yer almaması temayülündedir. Ancak evlilik süreci aslında başından sonuna parasal bir ilişki kurmaktadır. Örneğin evlenmenin masraflarını kim ve ne kadar yapacaktır? Evlendikten sonra evin geçimini kim üstlenecektir? Karı-kocanın birlikte yaşayacağı evin mülkiyeti kimin olacaktır?
Bütün bu sorular evlilik müessesesinin sadece aşk ile kurulamayacağını ortaya koyar.
2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı yasa) ile yukarıdaki sorulara cevap getirilmiştir. Yasanın 186. Maddesi ile erkek-kadın evlilik birliği içinde “eşit” hak ve görevlere sahip kılınmıştır. Bu maddeye göre “Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.”
TMK 186. maddesi gereğince erkek artık evin geçimini tedarik etmek zorunda değildir. Bu maddeye dayanan bir erkeğin evleneceği kadına “mehir” yani altın/zinet eşyası verme mecburiyeti de kalmamıştır. ERKEK ZİHNİ bu yasal düzenleme karşısında meseleyi şöyle ele almaktadır: “Benimle evlenecek kadın, evleneceği erkekle eşit olduğunu iddia ettiğine göre ne hakla kendisine altın verilmesini isteyebilmektedir?”
Eşitlik düşüncesini getiren bu yasa maddesi nedeniyle koca, karısıyla birlikte oturacağı evin kirasına ve günlük iaşesine katılmasını da istemektedir. Böylece çalışan, eline para geçen kadın “mehir ve nafaka hukuku”nun kendisine sağladığı imkânları da kaçırmakta; evin giderlerine katılmakta, çocuğun kreş ücretini ödemekte, satın alınmışsa konutun kredisine ödeme yapmaktadır.
Bu hukukî zeminin günümüzü belirlemesinin sebebi, 1980 kuşağı dindar kadroların, mücadelelerinde “fıkıhsız” yol almalarıdır. 1980 kuşağı dindar gençlik “geleneksellik tuzağı” diyerek ebeveynlerinin İslâmî hayatını reddetmiş ve kamusal alandaki mücadele içinde de siyasal sistemden “örtülü kimliğin öznelik taleplerini” kabul etmesini istemişti.
1980 kuşağı gençliği 1990'lara gelindiğinde kadınların erkeklere göre farklı taleplere yönelmesiyle bir gündem farklılaşmasına uğramıştır. 1990'lardan sonra dindar kadınlar sadece geleneksel toplum ve siyasal kamu karşısında değil evdeki “ataerkil eş” karşısında da bir bilinç geliştirmiştir. 1995 sonrası yıllarda Türkiye'de dindar kadın hareketi BM Dünya Kadın Konferansları'na katılmalarını sağlayacak sivil toplum örgütlerine sahip olmuştur. 2002 Türk Medeni Kanunu değişikliği dindar ve seküler kadın hareketlerinin etkisi altında gerçekleşmiştir.
4721 sayılı yasa, önceki medeni kanunu değiştirerek kadın erkek eşitliği tesis etmiştir. Yasanın 202. Maddesi şu hükmü getirmiştir:
“Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır.”
Yasanın bu maddesiyle karı-kocanın maaşları, kira gelirleri, kazandıkları tazminatlar üzerinde diğer taraf lehine ½ alacak hakkı tanınmıştır. Yasa, “edinilmiş mal” ve “şahsi mal” (kişisel mal) ayrımı yapmakta ve fakat kişisel malların gelirlerini edinilmiş mal kapsamında görmektedir. Buna göre diyelim ki koca A'ya babasından miras kalan bir taşınmazın mülkünün aylık kira geliri 5.000 TL (beş bin) ise, bu kiranın yarısı üzerinde diğer eşin “katılma alacağı” bulunmaktadır. Koca, maaşı haricinde kendisine gelen bu kirayı tasarruf ederek bir araba satın alabilir. Boşanma halinde eşi, arabanın güncel değerinin ½'sini dava konusu edebilecektir. Aynı örnekte A'nın dört veya beş yıllık kira bedelini tasarruf ederek satın aldığı taşınmazın yarısı üzerinde diğer eş “katılma alacağı” talep edebilecektir. Bu örnekte koca, babasından miras kalan taşınmazın “kuru mülkiyeti”ne sahip sayılmakta, mülkiyetinden faydalanma sırasında ise eşi kendisine yarı hissedar olmaktadır. Karı-koca arasında bir boşanma söz konusu olduğunda ailesinden miras kalan tarafın kira geliri üzerinde diğer taraf lehine bir “sermaye transferi” oluşmakta ve bu durum mülkiyet çekişmeleri doğurmaktadır.
Anlaşılacağı üzere kadın zihni evlenirken “aşk” temelinde meseleye bakmakta ise de mevzuat aile kurumunu “erkek mülkiyetinin kadın lehine sermaye transferi” esası üzerinde kurmuş durumdadır. Erkek zihni, mevzuattaki düzenlemeler nedeniyle günümüz evlilik müessesesini evleninceye kadar “aşk”, evlendikten sonra “paylaşım” meselesi olarak görmektedir.
Edinilmiş mala katılma rejimini seçen bir erkek boşanma sonrasında servetini kaybedebilmektedir. Örnek: Koca B, aylık 6.000 TL maaş almakta karısı C çalışmamaktadır. Koca B, maaşına güvenerek bir taşınmaz almaya karar vermiştir. Karısı C, kocasına bir miktar altın vererek taşınmazın 1/4 peşinatını karşılar (35.000 TL olsun). Kalan miktar için B, kredi çekmiştir. Eşler taşınmazın borcunu tamamen ödendikten iki yıl sonra çekişmeli boşanma davasında karşı karşıya kalırlar. Taşınmaz üzerinde C'nin hem katılım alacağı hem de değer artış payı ve katkı payı alacağı bulunmaktadır.
Buna göre taşınmazın karar tarihine yakın rayiç bedeli 180.000 TL olsun. C, öncelikle taşınmazın karar tarihine en yakın sürüm değerinin (rayiç değerinin) hesaplanmasını talep eder. İkinci olarak katkı payı alacağının hesaplanmasını ve değer artış payı alacağına karar tarihinden itibaren faiz yürütülmesini talep eder. C'nin “katkı payı” ve “değer artış payı” taşınmazın rayiç değerinden düşüldükten sonra kalan meblağ üzerindeki “katılım alacağı” ½'dir. Örnekte C'nin katkı payı alacağı ve değer artış payının faizi toplamda 60.000 TL'ye tekabül etmişse, bu meblağ taşınmazın güncel değerinden düşülecek ve C'ye 120.000 TL'nin ½'si olan 60.000 TL değerinde bir pay daha verilecektir. B, mülkiyetin tapusu kendi üzerinde tescil edilmiş olduğundan boşandığı eşine 120.000 TL ödemek zorunda kalacaktır.
Bu örnekte maliyetlerde mahkeme masrafları, vekâlet ücretleri hesap edilmemiştir. B'nin eğer nakit olarak bu meblağları ödeyecek birikimi yoksa taşınmazı zararına satmak zorunda kalacağı, kira ödeyecek duruma düşeceği; C'nin ise B'den gelen sermaye transferi sayesinde mazbut bir daire sahibi olarak kiracı olmaktan kurtulacağı açıktır. Bu ihtimalde evlilikten B zararla ayrılmış olacak ayrıca eşi C'nin evinde kalan evlatlarına da reşit olana kadar “iştirak nafakası” ve eşi C'ye de ömür boyu “yoksulluk nafakası” ödeyecektir. Koca B'nin yeniden evlenme ihtimali de zayıf görünmektedir. Bu hukuk kadının eski kocasından yoksulluk nafakası alma fırsatı verdiğinden “boşanmış kadın bekârlığı” ya da “nafaka dulluğu” statüsü kurmaktadır.
Mal ayrılığı rejimi çeşidi olarak mehir-nafaka hukukunda ise boşanmış kadının nafakası baba ocağında karşılanacaktır. Bu hukuk seçilirse, kadının evlenirken alacağı mehir (ki bunun pek çok yazımızda yaklaşık 100.000 Tl civarında olması gerektiğini ifade ettik) boşandıktan sonraki hayatını idame ettirme fırsatı verecektir. Koca da böyle bir ayrılık sonrasında yeniden evlenebilme imkânı bulabilecektir. İslâm bekârlığı zemmetmektedir.
Mal Ayrılığı Rejimi Olarak Mehir ve Nafaka:
Kocanın karısına karşı maddi sorumluluğu mehir ve nafakadır. Karı-koca evlilik sözleşmesi ile evlenirler. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu sözleşmenin yazılı olması evladır. Kadın ve erkeğin ev içinde yapacağı görevler bu sözleşmede tayin edilir. Kadın evlenmeden önce koca adayından bir daire parası mehir dahi talep edebilir. Koca bu talebi kabul ederse buna “mehr-i müsemma”, yani “miktarı taraflarca belirlenmiş evlenme payı” denir. Bundan sonra sıra ödeme şekline gelir.
Bu mehir miktarı “mehr-i muaccel” veya “mehr-i müeccel” yani peşin veya vadeli olarak ödenecektir. Kadın mehrini peşin almışsa bununla bir daire satın alabilir ve kira geliri sahibi olabilir. Bu kira kadının olup koca kiradan karısı rıza göstermedikçe menfaatlenemez.
Kadının mehri tayin edilmemişse fakihler akraba kızlarına bakılarak mehir tayin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
“Kadın, anası eğer babasının kabilesinden değilse, anasının değil babasının kabilesindeki kendi emsalindeki kadınlarla kıyaslanır. Mesela amca kızı gibi. Önce kadının kız kardeşlerine bakılır. Bu yoksa halasının kızına bakılır. Babasının kabilesinde emsali olan kızlar yoksa, anasının kabilesinden baabsının kabilesindekilere denk gelebilecek emsali kadınlara kıyaslanır.
Anasının kabilesinde de emsalleri yoksa, yemin etmesi şartıyla söz kocasının olur (…) Emsalinin nazar-ı itibara alındığı nitelikler güzellik, mal ve mekândır. Çünkü mehir takdir etmede beldelerin âdeti farklı olur. Kadının babasının kabilesinden bir kadın şehirde, kendisi kırsal kesimde ise ve kırsal kesimde takdir edilen mehir fazla ise şehirde oturanın mehiri nazar-ı itibara alınmaz (…) Yaş da böyledir.
Genç kadınlara, yaşlılardan daha fazla rağbet edilir. Yirmi yaşındaki bir kadına, kırk yaşındakinden daha fazla rağbet edilir. Akıl da böyledir. Din, iffet, ilim, edeb, güzel ahlâk, bakirelik de böyledir. İki kadın arasında mukayese yapıldığında, ikisinin de bu niteliklerde eşit olmaları şart olur. İki kadından biri zengin olursa aralarında mukayese yapılmaz. Çünkü zengine daha fazla rağbet edilir ve daha fazla mehir verilir. Biri güzel, diğeri çirkin; biri bilgili, diğeri cahil; biri bakire, diğeri dul olursa aralarında mukayese yapmak yine sahih olmaz” (Cezîrî, 1990: 2209).
Mehir hukuku “akrabalaşma” halini kuvvetlendiren sosyal bir kurumdur. Bir kadının “Adamı sevdim, kaçtım” diyerek “mehir bozucu” eylem geliştirmesi, “akrabalığı bozma” şeklinde de anlaşılabilecektir.
Zira mehir aslında akrabalık teşkilatının toplumsal statüsünü göstermektedir. Akrabalık sistemi kızlarının mehirlerinin düşmemesi bakımından “dayanışma” halindedir. Çünkü akrabalık gerçekte bir anlamda “sosyal sermaye”dir. Ekonomik hayat sadece para, makine, binaya (mülke) dayanmaz. İnsanlar karşılıklı tanışıklık ve tanımaya dayalı olarak birbirlerinin evlerine girme, birbirine güvenme, mallarını emanet etme anlamında uzun süreli ilişki ağını ancak “akrabalık” ile tesis edebilir.
Dolayısıyla bir bölgede asabiyet değeri yüksek toplulukların damadı olabilmek iktisadî ilişkilerin, borçlanmaların, insanlar arasında güven oluşturmanın göstergesi sayılır. Evlenecek kadın, kocasına sadece kendi varlığıyla değil akraba teşkilatının şerefi/toplumsal değeri ile de “gelin” olmaktadır.
Mehir, Allah'ın evlenecek kadınlara aile kurduğu için bahşettiği paydır.
Mehir sözleşmesi ile koca karısından beklediği ev içi görevleri de tayin eder. Bunlar karşılıklı anlaşma ile belirlenir. Kadın da kocasından taleplerde bulunur. Sözleşmeye haklı fesih (iftida hakkının) şartlarını yazdırır. Koca ile karısı arasında nafaka miktarı hakkında bir miktar tayin edilebilir.
Koca nafakayı tedarik edemezse kadın kocasını boşama hakkına sahiptir. Her kadın baba ocağında gördüğü maddi düzeyi nafaka miktarı bakımından temel sayar. Baba evinde dadısı bulunan kadın, koca evine bu kadını getirme hakkına sahiptir. Koca bu durumda dadı-“bacı kalfa”nın nafakasını da karşılamak zorundadır.
Nafaka ve mehir hukuku “baba ocağı” veya mehr-i misil ilkesiyle belirlendiğinden geleneksel evliliklerde şu söz hâkimdir: “Evlilikte küfüv gerekir.” Yani evlenen kişiler arasında denklik esastır.
Kadın mehir-nafaka hukukunu kabul etmiyorsa (modern evlilik istiyorsa) kocasına evin nafakası (geçimi) için yardım etmeye mecbur kalacak, çocuğun kreş parasına katılacak, satın alınan taşınmazın konut kredileri taksitini ödemek zorunda kalacaktır (nitekim günümüz evliliklerinde durum budur).
Kadın, kocasına (mehir-nafaka hukukunda) “Ben babamın evinde her üç ayda bir elbise, çanta, ayakkabı alıyordum; bunu sen karşılayabilir misin?” diye sorma hakkına sahiptir. Mehir-nafaka hukukunu esas alan evlilikte erkekten beklenen şey, kadının hayat standardını korumaktır.
Kadın evlenirken kocasının kendisine baba evindeki standardı sağlayamayacağını görmüşse aslında mehr-i misil değerini kendi eliyle bozmuş olur. Zira kocası ona baba ocağındaki emsal kadınların ulaştığı hayat standardını dahi sağlayamamaktadır.
Diğer taraftan kocasının maddi gücü varken onunla mehir sözleşmesi (mehr-i müsemma) yapmayan kadın ise nafaka bakımından baba ocağının maddiyatına tabidir. Mehrini tayin etmemiş bir kadının kocasına “Bak başka kadınlar nasıl yaşıyor, bana hayat yaşatmadın” deme hakkı kalmamıştır. Bir başka değişle mehir sözleşmesi imzalamayan bir kadın kocasından baba evinde görmediği zenginlik statüsünü talep edemez. Bu ihtimalde kadın, mehir ve nafaka tayin etmeyerek babasının evindeki mehir-nafaka seviyesine razı olmuştur. Ancak kocası isterse gönül rızasıyla bunu verebilir.
Günümüzde evlenecek kadın-erkek nikâhın bir akit olduğu bilgisini kaybetmiştir.
Edinilmiş mal rejiminde erkek, modern evlilik yoluyla mallarına ortak olacak bir aile tasavvuru ile karşı karşıya kaldığını idrak etmiş olduğundan buna direnç göstermektedir. Zira yukarıda da örneklediğimiz üzere edinilmiş mal rejimi erkekler aleyhine işlemekte, erkek mahkemede malını kaybetmektedir. Malı olmayan bir erkeğin toplumsal statüsü de kalmamaktadır. Erkek işsiz ve mülksüz kaldığında itibarını da yitirmektedir. İşsiz ve mülksüz bir erkeğin baba evine de dönmesi mümkün değildir; bu utançtır.
Mehir ve nafaka hukukuna geri dönülmelidir.
Örnek İçtihat:
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, Esas No: 2014/20321 Karar No: 2014/20839
“Evlilik içinde 01.01.2002 tarihi sonrası eşlerden biri adına edinilen mal varlığı üzerinde diğer eşin yasadan kaynaklanan artık değerin yarısı oranında katılma alacağı isteme imkanı bulunmaktadır. (TMK. 231, 236/1 maddeleri) TMK'nun 222. maddesi gereğince, belli bir malın eşlerden birine ait olduğu iddia eden kimse iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bir eşin bütün mallarını aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilmesi gerekir. Katılma alacağı bakımından talepte bulunan eşin çalışıp çalışmaması veya herhangi bir katkıda bulunup bulunmamasının bir önemi de yoktur. Katılma alacağı Yasa'dan kaynaklanmaktadır. Bu tür davalarda, eklenecek değerlerden (TMK. m. 229) ve denkleştirmede (TMK. m. 230) elde edilen miktarlarda dahil olmak üzere edinilmiş malın (TMK. m. 219) toplam değerinden mala ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin (TMK. m. 231) yarısı üzerinden (TMK. m. 236/1) tarafların kazanılmış hakları da dikkate alınarak katılma alacağının da hesaplanması gerekir. Somut olayda, 01.01.2002 tarihi ile boşanma dava tarihi olan 02.04.2002 tarihleri arasında ödenen kredi taksitleri edinilmiş mal olarak kabulü gerekir. Bu dönemde ödenen kredi taksitlerinin taşınmazın satış bedelinin peşin ödenen kısmı ile tüm taksit sayısına oranı bulunarak taşınmazın karar tarihine en yakın belirlenen değeri de gözetilerek bulunacak artık değerin yansı oranında katılma alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
KARAR : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile açıklanan nedenlerle yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA … 14.11 2014 tarihinde karar verildi.”
- Cezîrî Abdurrahman, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı, Çağrı Yayınları, c: 5, 1990
- Yazır Elmalılı Hamdi, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, Eser Neşriyat, c: 3, 1997