Allah katında din İslâm'dır. Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin adı da İslâm'dır. Mâtürîdî düşüncede insan dinini akılla bulmak zorundadır. “Peki din nedir?” diye sorulacak olursa şu cevabı veririz: Din Allah'a şirk koşmamak, yalnız Allah'a ibadet etmek, kul hakkı yememek ve aile kurmak demektir.
Amr b. Abese, Hz. Peygamber'e “Allah seni hangi şey ile gönderdi” diye sorunca Peygamber şu cevabı verdi: “Akrabayı görüp gözetmek ve putları kırmak, Allah'ın birliğini kabul etmek ve O'na hiçbir şeyi şerîk kılmamakla” (Riyazü's Sâlihîn, DİB Yayınları, c: 1, Hadis No: 334). Akrabalık tesis edebilmek için aile kurmak gerekmektedir. Hz. Aişe'den gelen rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim amelimle amel etmezse, benden değildir. Evleniniz” (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c: 17, Hadis No: 6564, 1993: 190).
Bütün peygamberler İslâm'ı getirdiğine göre, “İslâm öncesi” kavramını kullanan entelektüel veya akademik literatürün hatada ısrar ettiği söylenebilecektir. Nitekim “İsa, onların inkârlarını sezince, ‘Allah yolunda yardımcılarım kim?' dedi. Havariler, ‘Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız' dediler” (3 Al-i İmran 52) ayetinde İsa peygamberin ashabı, kendilerini “Müslüman” olarak isimlendirdiler. Fakat Hıristiyanların İslâm'dan kopuşları İsa hakkındaki tartışmaları ve ruhbanlık icadıyla evlilik meselesini kaybedişleri oldu: “Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar” (57 Hadid 27).
İbn Haldun'un Batılı epistemolojiyi Araplara taşıdığını düşünüyoruz. İslâm'ın Hz. Âdem'den itibaren insanlara tebliğ ettiği din, tevhid ve aile/beyt/menzil inancıdır. Asabiyet teorisi buna karşı konumlanmıştır. Friedrich Engels'in “Ailenin Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni” kitabıyla yapmak istediği şeyin “aile”yi çözmek olduğunu biliyoruz. Hıristiyanlığın insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirme misyonu yüklediği “bekâr-ruhban” sınıfçılığın da “aile” karşıtı olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Günümüz feminist teorinin de aile karşıtı olduğunda şek, şüphe yoktur. İbn Haldun da getirdiği asabiyet teorisiyle Batı'dan biri gibi konuşuyor.
Biz tarihi “tevhid” ve “aile” mücadelesi olarak görmekteyiz. En azından bu durum Türk tarihi açısından böyledir. Oğuzname'ye müracaat ettiğimizde İbn Haldun'un asabiyet teorisi safsatadan öteye gitmez. Oğuz, kendi babasıyla tevhid için cenk tutmaktadır. O, aile sistemini kavmine anlatmış rehber kimliğiyle ortaya çıkmaktadır:
Babası Oğuz'a önce ağabeyi Kür Han'ın kızını aldı. Oğuz kıza şöyle söyledi: “Her ne zaman Tanrı'ya taparsan ve Tanrı ile dost olursan ben senin dostun olurum, işte o zaman ben sana eş olurum.” Kız Oğuz'un bu nasihatını kabul etmedi. Bir süre sonra babası gördü ki Oğuz, kıza yaklaşmıyor. Bunun üzerine ağabeyi Küz Han'ın kızını ona aldı. Oğuz ona da aynı sözleri söyledi. O kız da bu sözü kabul etmedi. Babası gördü ki, Oğuz'un o kıza da meyli yok. Oğuz'un bir amcası daha vardı. Oğuz bir gün Or Han'ın kızını cariyeleriyle gezintide gördü. “Oğuz onların arasına gizlice varıp o kıza şunları söyledi: Amcalarının kızlarından uzak durup onları dost tutmadım (…) İstedim ki Gök Tanrı'ya iman getirsinler. O'na dost olunuz, dedim. Benim sözümü dinlemediler ve inkâr eden yani dinsiz oldular. Bundan dolayı onları kendimden uzak tuttum. Eğer Tanrı'yı tanır bilirsen, onun birliğine iman getirirsen seni eş olarak alayım, seninle evleneyim ve dost tutayım. Kız şöyle cevap verdi: ‘Ben Tanrı'yı hiç işitmedim. Hem bildiğim de yok. Velâkin senin sözünden çıkmam ve bütün kurallarına uyarım, itaat ederim. Sen ne dersen ben onu yaparım' dedi (…) ‘Senin sözünü kabul ettim. İman getireyim' dedi (…) Sonra Oğuz o kızı kabul etti (…) Öncekiler bilmiyordu. Çünkü Tanrı'yı bir bilen O idi. Ulu Tanrı'ya dua eder yalvarırdı. Onların babaları, ataları ve bütün akrabaları kâfir idi. Oğuz onlardan başka farklı yürür, farklı yaşardı. Günlerden bir gün Oğuz yaylaya çıktı. O gizli bir dil biliyordu. Büyük Tanrı'nın adını gönlünde söyleyerek yürür dururdu. ‘Allah' derdi. Fakat kimse onun manasını bilmezdi” (Necati Demir, Oğuzname, H Yayınları, 2016: 68-70).
İslâm, tevhid ve aile kavramı üzerinden çağlara gönderilmiştir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler de din olarak İslâmı bu iki kavrama dayanarak anlatmıştır. İbn Haldun, aile'den değil “asabiyet”ten hareket etmeyi “ilim” saydı ve Farabi'yi “menzil” fikrine bağlandığı için eleştirdi. Türk düşüncesinin de İbn Haldun'u izleyerek asabiyet kavramı etrafında toplandığı görülmektedir.
Türk tarihini asabiyet teorisiyle açıklayamayız. İbn Haldunizm eğer asabiyet teorisini kullanacaksa Çaka Bey ile damadı I. Kılıcarslan arasındaki davayı izah etmelidir. Malazgirt Savaşı ertesinde Anadolu'nun fethiyle görevlendirilen Çaka Bey, Homeros'u okuyup anlayacak kadar dil biliyordu. Denizciliği de öğrenmişti. Çaka Bey'in, kırk gemi inşa ettirerek oluşturduğu ilk açık deniz Türk donanması, kısa zamanda sahil şehirlerinden Urla ve Foça'yı fethetti. Daha sonra Midilli ve Sakız'ı zaptedip Sisam ve Rodos'a kadar uzandı. Hedefi Gelibolu yarımadası ve Trakya idi. Midilli, Sakız, Sisam ve Rodos'ta hâkimiyet kurdu. O'nun İstanbul'a yaklaştığını gören Bizans İmparatoru, Çaka Bey ile I. Kılıcarslan'ı birbirine düşürmek üzere harekete geçti. Kılıcarslan Çaka Bey'i tertip ettiği bir ziyafet sırasında öldürttü. Çaka Bey'in öldürülüş tarihi 1095, Haçlıların İznik'i aldıkları ve Kılıcarslan'ın Anadolu içlerine çekildiği tarih 1097'dir (Mücteba İlgürel, Çaka Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 8, 1993: 186-188).
Kılıcarslan'ın asabiyet kavramından zerrece nasibi olsaydı Bizans'a karşı Çaka Bey'i desteklerdi. İnsan atasını (kayınpederini) nasıl katleder, hem de sofrada. Bu töreye ihanettir.