Ayette “Onda “sükun bulmanız” için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması Allah'ın ayetlerindendir” (30 Rûm 21) buyuruldu. Ayette geçen “li teskunû” kavramı ile “mesken” arasında irtibat var.
1982 Anayasası 41. Maddesinde “aile”den bahsedildiği halde kavramın tarif edilmediğini görürüz: “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.”
Eski Medeni Kanun'da “Koca birliğin reisidir” (madde 152) hükmü vardı.
4721 sayılı TMK'da bu ifade kaldırılmıştır. Dolayısıyla mevzuat “aile” kavramının içeriğini belirlemekten ısrarla kaçınmaktadır.
Ailenin geçimi, çocukların bakımı, eşlerin ev işlerini görmesi 4721 sayılı TMK'unun 196. maddesinin “Eşlerden birinin istemi üzerine hakim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler” hükmü gereği her iki eşe de yüklenmiştir.
Bu maddenin ikinci fıkrasında: “Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır” hükmü vardır.
Bu kanunla “kadın eş” de aile birliğinin giderlerine iştirak etmekle mükellef kılınmıştır.
Bunun mânası şudur: Erkek, karısına “yediğin içtiğin bedava değil, maliyetleri bölüşelim” deme hakkına kavuşmuştur. Kadın “param yok” derse mevzuat bunu da düşünmüştür.
Kadınların çoğunun belirli geliri bulunmadığından giderlere iştirakın parayla olması gerekmeyip “emek” de söz konusu olabilecektir.
Yani parasız eşin evdeki çalışması “ücretlendirilecek”tir. Nikâhla, parasız eş emekçiye dönüşmektedir.
TMK 196/2. maddesi ev işlerini gören, çocuklara bakan eşin emeğinin dikkate alınacağını ifade etmiş olduğundan eşler arasındaki katılım yükümlülüğü mutlak eşitlik ilkesine göre değil, hakkaniyete ve kadın-erkek eşitliğine uygun olarak sağlanmıştır.
6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'da da “aile” tanımı yapılmamıştır.
Kanunun “Tanımlar” başlıklı bölümünde [Bakanlık, Ev içi şiddet, Hâkim, Kadına yönelik şiddet, Şiddet, Şiddet mağduru, Şiddet önleme ve izleme merkezleri, Şiddet uygulayan, Tedbir kararı] kavramlarına yer verilip bırakılmıştır.
Türkiye'de mevzuat aileyi toplumun temeli görmekle beraber tarifsiz bırakmış ve sadece “ailenin-müşterek çocukların muhafazası, geçimi” ile ilgilenmiştir.
Farabi ve Nasreddin Tûsî, aileyi oluşturan beş unsurdan bahseder: “Aile ve evlerin temeli baba, ana, evlatlar, hizmetçi ve erzak olmak üzere beş kısma ayrılır” (Nasreddin Tûsî, Ahlâk-ı Nâsırî, Fecr Yayınları, 2005: 204).
“Ev” kavramının beş bileşeni, kadın-erkeğin “iskân, meslek, say'u gayret, maişet” amelinde vüdd arayışıdır.
Zamanımızdaki konut, heva, hırs, sermaye ve tekebbür kuleleri biriktirmeyi temsil eder.
Sokrates, “ailesini yönetemeyen bir kimsenin devleti de yönetemeyeceğini” söylemekteydi. Türkiye'de mimarînin ve konut siyasetinin insanımızı “evlendirdiği”ni söyleyemiyoruz. Evsizlik, yönetimsizliktir.
Her ev, aile-hane demektir, ev varlığın zırhıdır. Sükûn, meskendedir.
Aile kurmak tesettürdür. Bekar kalmak uryanlıktır. Çırılçıplaklıktır.
Müslümanların aileyi tanımlamamak direnci nedeniyle kapitalizm, dindarlara fare hücrelerinin üst üste dizilmesinden oluşturulmuş gökdelenleri yutturabiliyor. Mimar artık 10 çocuklu aile varlığı düşünemiyor. Böyle bir aile akıl-dışılık sayılıyor. Konutlar, “akıllı”, az nüfuslu ve “kısır” varlıklar için inşa edilir.
Yeni nesil dindar gençler aileleriyle yaşamayı reddediyor.
Mimari, biyo-iktidardır. Konut, bir mekân ve metalaştırma siyasetidir.
Mülkiyet hakkının “toprak mülkiyeti” olarak değil “konut mülkiyeti” olarak beşere tanındığı dünya kurguluyoruz. Beşerin toprağı dilediği gibi kullanma, toprak üstünde dilediği büyüklükte “aile kurma”, “ev inşa etme” imkânı, kentleşmeyle kısıtlanmıştır.
“Aile Bakanlığı” aileyi temsil etmiyor. Gördük, mevzuatta “aile” tanımlanmamıştır.
Şehir, evsizlik buhranıyla yıkılıyor.