En son “Hz. Âdem'den başlayarak bütün peygamberler fütüvvet ve ahîlik programlarını biliyor ve uyguluyorlardı” dedik.
Bu söyleyişle Mikail Bayram Hoca'nın savunduğu tezden zarurî olarak ayrılmak durumunda kalıyoruz.
Mikail Bayram'ın tezini hatırlayalım: “Türk fütüvvet hareketi diyebileceğimiz Ahîlik, dinî ve siyasî bakımdan Abbasi Halifesi en- Nasır li-Dinillah'ın (1180-1225) kurduğu fütüvvet teşkilatına bağlı olarak kurulmuştur (…) Abbasi Halifesi en-Nasır li-Dinillah, İslâm dünyasındaki dağınık dinî ve siyasî birlikler halinde bulunan Fütüvvet hareketini, yeniden organize ederek, İslâm dünyasına şâmil bir teşkilat kurdu (…) 1204 yılında ikinci defa Anadolu Selçukluları Devletinde tahta geçen I. Gıyasü'd-Din Keyhüsrev, hocası Malatyalı Şeyh Mecdü'd-Din İshak'ı bu halifeye göndererek onunla siyesi ve kültürel ilişkiler içine girdi (…) Şeyh Mecdü'd-Din İshak (…) dönüşünde (…) Fütüvvet Teşkilatına mensup bazı şeyhleri (…) Anadolu'ya celbetmiştir (…) Anadolu Ahî Teşkilatı'nın kurucuları olan Ahî Evren, onun hocası Evhadü'd-Din-i Kirmanî, Kirmanî'nin halifesi Şeyh Zeynü'd-Din Sadaka ve diğer Fütüvvet erbabı şeyhler ve Fütüvvet Teşkilatı mensupları, görevli olarak Anadolu'ya gelmişlerdir (…) (Şeyhü'ş-şuyuhi'r-Rum) olarak bizzat halife tarafından ta'yinen Anadolu'ya gönderilen (…) Şeyh Evhadü'd-Din'in kurmuş olduğu Evhadiyye tarikatı mensubu (…) Türkmen dervişler, Fütüvvet ülküsüne iman derecesinde gönül vermişlerdi (…) Türkler, İslâmiyetten önce kendi kültürlerinde bulunan ve ‘Akılık' adı verilen kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik ülküsünü İslâm Dini'ni benimsedikten sonra İslâmî ahlâk ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Arap kültüründe ideal kahraman, sehavet (cömertlik) ve şecaat timsali olan fütüvvet erinin adı ‘Feta' (çoğulu Fityan), İran kültüründe ‘Cevan-merd', Türk kültüründe ‘Akı'dır (…) Türklere mahsus Fütüvvet olan Ahîlik, işte bu Türk Akılığının İslâmîleşmiş şeklidir (…) İslâmî dönemde Akı'ların birbirine karşı kardeşçe muamelelerinden veya birbirlerine karşı kardeşçe hitaplarından dolayı, ‘Akı' kelimesi, zamanla yerini Arapça'daki ‘kardeşim' anlamına gelen ‘Ahî' kelimesine bıraktığı gibi, ‘Akılık' kelimesi de yerini Arapça'nın ‘Uhuvvet' (kardeşlik) kelimesine bırakmıştır. Ancak bu değişmenin zamanını tesbit edememekteyiz” (Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı'nın Kuruluşu, Konya, 1991: 129-131).
Bu tespitin yapılması bu paradigmayla mümkün değildir. Çünkü dikkat edilirse Mikail Bayram Hocamız, bazı konularda parçacı bir teori ileri sürmektedir.
Birinci olarak: Ahîliği Abbasi Fütüvvetçiliğine ve Türk ‘Akı'lığa bağlamakta, sufi silsilesini ise Sühreverdî-Kirmanî-Ahî Evren zincirine sıkıştırmaktadır. Oysa fütüvvetnâmelerde silsile Cafer-i Sadık-İmam Ali-Hz. Peygamber-Hz. Nuh-Hz. Âdem (as)'e gitmektedir. Cafer-i Sadık fütüvvetnamesine göre üç peygamber, Hz. Cebrail (as) tarafından tıraş edilmiştir. Demek ki silsile Sühreverdî-Kirmanî-Ahî Evren zincirinden gelmemektedir.
İkinci olarak: Mikail Bayram'ın paradigmasının aksine fütüvvetnâmelerde ‘Ahî', ‘Akı' değildir. Fütüvvetnâmelerde açıkça ve ısrarla sahabe arasında ikişer ikişer kardeşleşme (musâhip tutma-muahatlaşma) anlatılmaktadır. Hz. Ali (ra), tüm sahabeler kardeşleşince kendisine kardeş bulamamanın hüznü ile Hz. Resul (asv)'e başvurunca onun Hz. Resul (asv)'e ahî olduğu beyan edilmiş ve tıraş edilmiştir. Fütüvvet meselesini fütüvvetnâmelerdeki anlatıya dayanmadan ele almak nedeniyle Ahîliğin anlamı günümüzde silinmektedir.
Üçüncü olarak: Mikail Bayram Hocamız, Ömer Lütfi Barkan'ın Kolonizatör Türk Dervişleri makalesinde yer alan ‘Ahî'lerle kendi paradigmasındaki ‘Akı'ları da bağdaştıramamaktadır. Ömer Lütfi Barkan'ın makalesi açısından ‘Akı'ları kabul etmek mümkün görünmemektedir. Barkan makaleyi yazma gerekçesini beyan ederken bahsi geçen konuyu şöyle izah etmektedir: “Ahîlikle Babaîliğin ve burada muhtelif mümessillerinin isimlerini zikrettiğimiz muhtelif tarikatların yekdiğerleriyle olan münasebetlerini tayin edememekle beraber, bu tarikatlar mümessillerinin Türkmen kabileler üzerinde telkinâtta bulunduğunu, Türkmenlerle birlikte onları temsil eden bu dervişlerin ve tarikatların da Orta Asya'dan gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Diğer tarikatlar gibi Ahîliğin de yalnız şehirlerdeki burjuva sınıflarına has bir teşkilat, meslekî zümrelere ait teşekküller olmadığı ve birçok Ahî rüesâsının köylerde yerleşmiş olduğu da nazarı dikkati celb etmektedir. Biz burada (…) gerek Ahîlerin ve gerek diğer tarikat müessislerinin köylerdeki faaliyetleriyle, bilhassa köylerde tesis ettikleri zaviyeler ile memleketin imar ve iskânı ile dinî propaganda işlerine yaptıkları yardım bakımından ve tamamen hususî bir zaviyeden tetkik edeceğiz” (Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 2013: 60). Barkan'ın da işaret ettiği üzere ahîleri, sadece esnaf zümreleri olarak değerlendirmek erken dönem Türkmen topluluklarını anlamlandırmakta problem oluşturmaktadır. Mikail Bayram Hocamız, bu problem nedeniyle“Ahîlerin Köylere Yayılması” başlığını açmak zorunda kalmıştır (Bayram, 1991: 155). Ancak bu başlık altında yaptığı izah, “Özellikle 1260'dan sonra Moğolların ya da Moğol yanlısı yöneticilerin baskısı nedeniyle teşkilatın ücra yerlere ve köylere göçmesi” şeklinde olmuştur. Bu izah, Türkmenlerin Anadolu'da çok daha önce “göçer evli” olarak gelmeleri ve musahipli fütüvvet toplulukları olmaları nedeniyle tutarlı değildir. Ayrıca Anadolu'nun temel üretim biçimi manifaktür değil ziraat ve hayvancılıktır.
Dördüncü olarak: Mikail Bayram Hocamız “Ahîlerin Kayseri'de sanayi sitesi kurduğu”nu ifade ettikten sonra buradan İstanbul'a, diğer Rum beldelere halı ve kilim ihraç edildiğini yazmaktadır (Bayram, 1991: 153). “Sanat” kelimesi Arapça'da “san'a” kökünden gelmekte olup amel, iş, manifaktür (kol kuvveti ya da el becerisiyle sürdürülen bakırcılık, duvarcılık, oymacılık, halıcılık gibi üretim faaliyetleri) anlamına gelmektedir. O halde sanat-meslek sahiplerinin toplandığı çarşı, günümüzdeki manada sanayi sitesi değildir. Ayrıca halı-kilim gibi üretimler ahîlerin “göçebe evli” topluluk yapılarını ve hayvancılıkla meşguliyetini kanıtlamaktadır. Ahîliği günümüzün endüstri-ticaret yapılanmasıyla anlamlandırmak doğru değildir.
Beşinci olarak: Mikail Bayram Hocamız, ahîleri kabile / boy / oymaklara mensup değilmiş gibi ele almaktadır. Ahîler bu yaklaşımda sınıflaştırılmaktadır. Bu paradigma doğruysa Anadolu niçin kapitalistleşmemiştir.
Ahîlik “kardeş/musâhip/muâhat” anlamına kavuşmadan bu çelişkiler aşılamaz. Ehl- Beyt'i Arabistan'dan çıkaran Arapların başı beladan eksik olmadı. Ehl-i Beyt Türkmen içinde, Anadolu'dadır.