Ahîlik meselesinde günümüzün genel temayülüne dair yapacağımız bir diğer eleştiri de işçi & işveren ilişkilerine dairdir.
İsmet Uçma'nın kitabında “Sendika, İşçi Hakları, İşçi-İşveren İlişkileri” başlıklı bölümde “teoride işçi haklarını korumak gibi iyi amaçlarla kurulmuş olsalar da, belli grup ve ideolojilerin güdümüne girerek siyasallaşan ve işçi haklarını yeterince savunup koruyamayan sendikalara” vurgu yapılmaktadır. Uçma'ya göre sendikalar 1) İşverenin işçilerin haklarını gönüllü vermemesine, 2) İşverenin işçileri sömürdüğü düşüncesini perçinlemesine, 3) Hakkın ancak zorla alınabileceği yargısının oluşmasına, 4) Güçsüzlerin hakkı aramaya hakkı olmadığına inanılan bir yapı kurmasına sebebiyet verirler ve bir iş alanında olması gereken sevgi-saygı gibi randıman artırıcı güven duygusunu zedelerler. İsmet Uçma, işçi-işveren arasındaki menfaat çatışmasının ahîlik müessesesi tarafından çözüleceğine işaret etmektedir: “Oysaki Ahîlik kurumu, halkın ve toplumun hizmetine adanmış olup işçi-işveren münasebetlerini en hakkaniyetli ve adil bir şekilde çözüme kavuşturmuş ve bu tür problemlere meydan vermemiştir. İşçinin hakkını alnının teri kurumadan ve tam olarak vermeyi şiar edinen böyle bir yapının, işçinin hakkını vermemek için her yola başvuran, istenileni ancak grev vs. gibi zorlamalarla lütfen kabul etmek durumunda kalan; işçinin işvereni acımasız ve sömürücü, işverenin ise işçiyi açgözlü ve nankör olarak algıladığı günümüz sistemine tercih edileceği meydandadır” (İsmet Uçma, Bir Sosyal Siyaset Kurumu Olarak Ahîlik, İşaret Yayınları, 2011: 166-167).
Akademik çalışmalarda da sıklıkla Ahîliğin günümüz sınıf karşılaşmalarını/çatışmalarını yumuşatan bir işlev kazandığına vurgu yapılmaktadır. Bu yaklaşıma örnek olarak Kasım Tatlılıoğlu'nun 2012 yılında yapılan II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu'nda verdiği tebliği gösterebiliriz: “Ahilik sisteminde, fakir ile zengin, üretici ile tüketici, işçi ile patron, usta ile çırak, işgücü ile sermaye, birey ile toplum, millet ile devlet arasında sağlıklı ilişkiler kurulması esas alınmıştır (…) Anadolu Selçuklu Devleti zamanında, bu birlikler mesleklere ait problemleri hallederek, devlet ile olan münasebetleri düzenlemekteydiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti bu birliklerin asli görevi idi. Teşkilata yeni girenlere, “çırak” veya “yiğit” denirdi. Mesleğin geleceği açısından, çırakların yetiştirilmesine çok özen gösterilirdi (…) Çıraklar, mesleği çok iyi öğrenmedikçe, dükkân açamazlardı. Birlik içinde yükselmek için, mesleki ehliyet ve liyakat şarttı” (Kasım Tatlılıoğlu, Bir Kavram Olarak Ahilik: Sosyal Psikolojik Bir Yaklaşım, 2. Uluslar arası Ahilik Sempozyumu-19-20 Eylül 2012, Bildiriler: Cilt I, Ahi Evran Üniversitesi Ahilik Kültürünü Araştırma Ve Uygulama Merkezi, Yayın No: 7, 2012).
Alıntı yaptığımız bildiride hem modern topluma dair kavram çiftleri (üretici-tüketici, işçi-patron, işgücü-sermaye, birey-toplum) kullanılmakta, hem de ahîliğin gerçek kavram çifti olan usta-çırak'tan bahsedilerek “çırakların mesleği çok iyi öğrenmedikçe dükkân açamayacağı”ndan bahsedilmektedir.
Araştırmacılar ahîliğe giren, “yiğit” veya “çırak” adını alan kişilerin aslında “işçi” statüsünde olmadığını bilmektedir. Çırağın hayatı boyunca “çırak” kalmayacağı konusunda ihtilaf bulunmadığı hususu da yazarların “çıraklar, mesleği çok iyi öğrenmedikçe, dükkân açamazlardı” ifadelerinden anlaşılmaktadır. Osmanlı toplum sisteminde kapitalizmin gelişmediği, esnaf ve zanaatkârların mesleğe girerken çıraklığı kabul etmelerinin asıl sebebinin dükkân-tezgâh açmak olduğu da ortadadır. Osmanlı iktisadî düzeninin büyük oranda tarımsal üretime bağlanarak yapılandığı da reddedilemez gerçekliktir. Tarımsal üretimde dahi toprak, çift/dirlik sistemine göre düzenlenmiş olup, çiftlikler, patron&ırgat ilişkisi üretmemekte, işletmeler toplumu zihniyetine göre yapılanmaktadır. Bu durumda ahîliğin inşa ettiği iktisadî-toplumsal yapının, kapitalist toplum yapısının sınıfsal-ekonomik ayrışmalarına (üretici-tüketici, işçi-patron, işgücü-sermaye, birey-toplum) bölünmüş gibi kavranması çelişki üretmektedir.
Toplumun ekonomik yapılanmasında bin yıllık Ahîlik fikrinden (marifetinden) yararlanmak istenmekte, ancak bu konuda yapılan çalışmalarda Ahîliğin “büyük işletme”, “fabrika kuran fabrika”, “yüksek teknoloji”, “sermaye”, “metrekaresi büyük mağazacılık”, “yoğun emek gücüyle üretim” gibi kavramlardan uzak durduğu göz ardı edilmektedir. Ahîlik Anadolu'da esnaf örgütlenmesi şeklinde tecelli ettiği durumlarda günümüz imalat ve ticaret anlayışına göre üç hususta farklı duruş sergilemiştir: 1) Her ahî sadece bir kalem malın imalatçısı ve/veya satıcısı statüsüyle pazara girebilir; 2) Her ahî sadece bir ya da en fazla iki çırak kabul edebilir; 3) Her ahînin dükkânı/imalathânesinin bulunduğu çarşının mülkü bir vâkıfa aittir.
Günümüzde işletme mantığı ahî felsefesinden hayli uzak bulunmaktadır. Örneğin bir ticari müessese ticaret sicil gazetesine “(…..) Elektronik İnşaat Tekstil Otomotiv Gıda Medikal Orman Ürünleri Plastik Matbaa ve Yayıncılık Sanayi Tic. A.Ş.” adıyla tescil edilebilmekte ve bütün bu faaliyet alanlarında işlem yapabilmektedir. Günümüzde ticaret her dalda oyun kurmaktadır.
Oysa ahîlik felsefesinde “çırak” sadece bir mesleğe intisap edebilir ve o meslekte “usta” konumu kazanabilir. Diğer taraftan ahîlik sermaye hareketi de değildir. Ahîlikte meslek sahipleri, sermayeyi tedarik ettiler diye pazara giremezler. Ahîler seri üretim mantığıyla emtia üretmemekte, çoğunlukla kol işçiliği, üstün meslekî bilgi ve/veya göz nuru ile manifaktür üretime önem vermektedir. Esnaf zümreleri de küçük sermaye ile çalışmakta ve satışa arzettikleri emtialarda ihtisaslaşma karakteri göstermektedir.
İddiamızı ispat için 1978 yapımı “Neşeli Günler” filmini örnek verebiliriz. “İyi turşu suyu limonla olur” diyen esnaf (Münir Özkul) ile “Hayır, sirkeyle olur” diyen esnaf (Adile Naşit) ihtisaslaşmanın, başka bir esnafın pazara mal arzına müdahale etmemenin timsali olur. Böyle bir pazar sisteminin “tüketim toplumu”na kapı açmayacağı, her mal/ürün/mahsulün kendine mahsus müşterisine hitap edeceği açıktır.
Batı kapitalizminin endüstriyel ve seri imalat zihniyetini, geleneğimizin geçimlik işletmeler toplumu sistemi ile karıştırmak nedeniyle küresel dünya sisteminin karşısında kendi kavramlarımızla konuşamıyoruz. Ahînin işçisi, ırgatı, kulu, marabası olmadığını artık idrak etmenin zamanı geçiyor. Ahîler bereket peşindeydiler; modern insan ise -kabul etmese dahi- birikim (tekasür) peşinde kapitalistleşmiştir.