Lütfi Bergen

Ahilik: La feta illa ali!

21.09.2016 00:05:44

Hz. Ali'ye üç nedenle ittiba edilecektir:

Birincisi: Hz. Âdem (as) fütüvveti Hz. Şit'e teslim etmişti. Hz. Şit'ten diğer peygamberlere geçen fütüvvet bilgisi Hz. Peygamber (asv)'e verildi. Hz. Peygamber (asv) de fütüvvet şeddini Hz. Ali'nin beline bağladı.

İkincisi: Hz. Peygamber (asv) Veda Hutbesi'nde “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah / Kur'an, biri Âl-i Beytim” ( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3: 14, 17, 26) buyurdu. Böylelikle “Sünnet”in hak aktarıcılarının “ilmin kapısı” Hz. Ali (ra) ve ehl-i beyt'i gözeten âlimler olduğu söylenebilecektir. Allah'a ve Resulüne iman eden, Hz. Ali (ra) ve ehl-i Beyt'i sevecek, koruyup kollayacaktır.

Üçüncüsü: Hz. Peygamber (asv), Hz. Ali (ra) ile muâhat/musâhiblik bağı kurdu ve kardeş (ahı-ahî) oldu. Peygamber (asv) Medine'ye gelince sahabeleri birbirine ikişer ikişer kardeş yaptı. Hz. Ali (ra) kendisine kardeş yapılacak kimse kalmayınca hüzünlendi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv) “Seni sona bırakmakla kendime kardeş yapmak istedim. Senin, benim yanımdaki halin, Harun'nun Musa'nın yanındaki hali gibidir ve sen benim varisimsin” dedi.

Böylece Hz. Peygamber (asv)'in Yesrib'i “Medine=şehir” yapan tasavvurunun Hz. Musa (as)'nın “Sünnet”inden alındığı ortaya çıkmaktadır. Ehl-i Beyt'in Horasan'da Türkmenleri “oba / oymak / aşiret / boy” halinde örgütlemesinin kaynağının, Mısır'da Hz. Musa (as)'ya gelen vahye dayandığı da söylenebilecektir. Bilindiği üzere Hz. Musa ve Hz. Harun İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarmak için gönderildiler. Allah, Hz. Musa (as) ile kardeşi Hz. Harun arasında ahîlik tesis etti.

(10 Yunus 87) ayetinde Allah'ın hikmeti gereği “AHİ” kelimesi geçmektedir: “(Ve evhaynâ ilâ Musa ve ahîhi) Musa ve kardeşine vahyettik, (en tebevveâ li kavmikumâ bi mısra buyûten vec'alû) Mısır'da kavminize yerleşmek için evler hazırlayın; (buyûtekum kıbleten ve ekîmus sâlate) evlerinizi namazgâh edinin, namaz kılın (ve beşşiril mu'minîn) ve iman edenleri müjdele.”

Bu emir gereğince Hz. Musa (as) ve Hz. Harun'un İsrailoğullarını kabileler halinde örgütlediğini anlıyoruz. Ancak Allah, İsrailoğulları'nın kabileler halinde örgütlendiğini başka bir ayette bildirmiştir. Şimdi zikredeceğim ayette gökten “menn” ve “selva” indirildiğinden de bahsedilmektedir ki, böylelikle “Fütüvvet İrfanı”nda “sofra açmak” dediğimiz “geleneğin”, ilahî bir bağış olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere Hz. Meryem'e de “gökten rızk indirilmekte”ydi ve Hz. Zekeriyya buna hayret etmekteydi. “Sofra indirilmesi”nin önemi Hz. Musa (as) vesilesiyle Hz. Peygamber (asv)'e ve ahir zaman Müslümanlarına öğretilmektedir.

“Biz, israîloğullarını on iki kabileye-kola-sıbta (esbâtan), o kadar ümmete (umemen) ayırdık. Mûsa'ya, Tih çölünde susayan kavmi kendisinden su istediği zaman: Asânı taşa vur, diye vahyettik. Vurunca, o taştan hemen on iki göze kaynayıp akmağa başladı. Her kabile, su alacağı yeri bildi ve belledi. Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık, kendilerine kudret helvasıyle bıldırcın indirdik. Onlara: size rızık olarak verdiğimiz en temizlerinden yeyin, dedik” (7 Araf 160).

Ayette geçen “menn”, “kudret helvası”dır; Fütüvvet erkânında gördüğümüz “helva” buradan gelmektedir.

Hz. Ali (ra) Hz. Peygamber (asv)'in fetası/musahîbi/ehl-i Beyt içinde olması gereğince hareket etmiştir. Hz. Peygamber (asv) ölüm tehlikesi altındayken O'nun yatağında yatarak müşriklerin kılıçlarla yatağı delik deşik edecek saldırılarını beklemiş, kaçışa yardım etmiştir.

Anlaşılacaktır ki Ahîlik, bu yaklaşımımızda “esnaf teşkilatı” şeklinde görülmemektedir. Anlattığımız “fütüvvet-ahîlik”, günümüz esnaf-sanatkâr odalarının her sene pilav yiyerek hayata geçirmeye çalıştıkları bir “iş ahlâkı” teorisi değildir.

“Ehl-i beyt” ile “sünnet” arasında kopmaz bir ilişki bulunmaktadır.

Bunun “şehir teolojisi” olduğu, Hz. Musa (as) ve Hz. Harun'un Mısır'da inşa ettiği evlerin oluşturduğu “şehir=medînetî=medine”den de anlaşılmaktadır.

Nitekim “Ahîler (Hz. Musa ve Hz. Harun)” Mısır'da evler inşa edip İsrailoğullarına “fütüvveti” ve “musahîpliği” anlatırken kavimlerinden bazıları “Sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık” derler. Bunun üzerine “Derken şehirden (medînetî-medine) bir adam (raculun) koşarak geldi; dedi ki: Ey kavmim! (Bu) elçilere uyun! dedi” (36 Yâsîn 20). Ayette koşarak gelen adamın “racul” terimi ile tanımlanması da üzerinde durmaya değer bir konudur, fütüvveti işaret etmektedir.

“Fütüvvet-ahîlik”, Hz. Ali (ra) tarafından toplumu irşad etmek maksadıyla anlatılıyordu. Seyyid Hüseyin el-Gaybî'nin Muhtasar Fütüvvetnâmesi'nde bu tespitimiz şöyle anlatılıyor: “Ve İmâm Ali keremellâhü vechehû, Resûl Hazreti'nün mekârim-i ahlâkını fütüvvet tarîkınde irşâd iderdi ve hem ehl-i kesble bu yoldan sohbet iderdi. Ve hem sohbetlerde nesâyih ve letâyif ki İmâm Ali söylerdi; anı eshâb ve Hasan, Hüseyin radıyallâhu anhüma yazarlardı” (Mehmet Şeker, Türk-İslâm Medeniyetinde Ahîlik ve Fütüvvetnâmelerin Yeri: Seyyid Hüseyin el-Gaybî'nin Muhtasar Fütüvvetnâmesi, Ötüken Yayınları, 2011: 210).

Ehl-i Beyt imamlar vasıtasıyla Horasan'a taşınan ve Türkmenlerce kabul edilen bu “marifet”, Şiîliğin ideolojik aygıtı değildir.

Şiîliğin şeyhlik-şahlık iddialarının malzemesi yapmak istediği bu marifeti, Osmanlı geç-toplumunda tarikata çevirenler ahîliği de “esnaf loncası”na dönüştürmek istediler.

Fütüvvet-Ahîlik, ne Şia'ya ne de esnaf loncalarına bırakılamayacak bir marifettir, musahîpleşmedir.

Mehmet Şeker, “ahîliğe katılma” bahsinde bu esası şöyle anlatır: “Bir kişinin ahîliğe, yani fütüvvet ehli arasına katılabilmesi için onu diğer fütüvvet ehline takdim edenlerce tanınmış olmasının yanında, yol atası ile iki de yol kardeşinin kendisini tezkiye etmesi önemlidir. Bu nedenle fütüvvet adayı olan kişi, önce bütün insanlarla helalleştirilir, karşılıklı rızalar alınırdı (…) Fütüvvet ehli ahîlerin (…) sohbet meclislerinde iki önemli nokta üzerinde durulmaktadır: İlki, ahî topluluğuna dâhil olanların birbirleri ile kardeş olmaları; ikincisi de gerek ahîlerin gerekse içinde yaşadıkları toplumun diğer fertlerinin birbirleri ile dost kabul edilmeleridir. Nitekim fütüvvetnâmenin şu ifadesi dikkat çekicidir: Şerîatten murâd, İslâm içinde cemaatle müttefik olmaktır” (Mehmet Şeker, 2011: 190).

Fütüvvetnâmelerin kaynağı Ehl-i Beyt'tir.

Bunu tekke-tarikat olmaktan çıkarıp “marifet” belleyen bir topluluk için medet ya Allah!

Gökten hareket, yerden bereket ola. Hü.

YORUM YAP