Ansiklopedi'de şöyle anlatılmıştır: “Arapça ‘kardeşim' manasındaki ahî kelimesinden gelen bu adın Türkçe'deki akıdan (cömert) türetildiğini ileri sürenler de vardır (…) fütüvvet teşekkülleri içinde hicrî III. (IX.) yüzyıldan itibaren (…) esnaf birlikleri ortaya çıkmıştır (…) mensuplarına civanmerd, ayyâr (ayyârân), fetâ (fityan) gibi isimler verilen fütüvvet ülküsünün, İslâm'ın yayılmasına paralel olarak Suriye, Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısır'da esnaf ve sanatkârlar arasında yaygın olduğu bilinmektedir (…) Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh (1180-1225) (…) devletin otoritesinin yeniden kurulmasında ve içtimaî huzurun sağlanmasında fütüvvet birliklerinin büyük bir güç olacağını düşünmüş(tür).
Halife Nâsır fütüvvet birliklerini yeniden teşkilâtlandırırken fütüvvetnâmelerde bu birliklerin ilke ve kaidelerini tanzim etmiş, diğer müslüman hükümdarlara da elçi ve fermanlar gönderip kendilerini fütüvvet teşkilâtına girmeye davet etmiştir. Bu faaliyetin bir parçası olarak ilk defa Anadolu Selçuklu Devleti'yle I. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında temas kurmuştur (1204).
I. Gıyâseddin Keyhusrev, hocası Mecdüddin İshak'ı (Sadreddin Konevî'nin babası) Bağdat'a Halife Nâsır'a elçi olarak göndermiştir. Mecdüddin İshak dönüşünde, Sultan I. Gıyâseddin'in isteği üzerine Halife Nâsır tarafından gönderilen Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Şeyh Nasîrüddin Mahmûd el-Hûyî gibi büyük mürşid ve mutasavvıfları Anadolu'ya getirmiştir.
Bundan sonra Anadolu'nun her tarafında irşad faaliyetlerine başlayan Evhadüddîn-i Kirmânî ve halifeleri için çok sayıda tekke ve zâviye yapılmıştır. Daha sonraları I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad'ın da fütüvvet teşkilâtına girmeleriyle Anadolu'da Ahîliğin kuruluşu tamamlanmıştır.
Özellikle I. Alâeddin Keykubad zamanında Halife Nâsır'ın meşhur mutasavvıf Şehâbeddin Sühreverdî'yi Anadolu'ya göndermesinin Anadolu'da ahî teşkilâtının kurulmasında önemli bir yeri vardır. Anadolu'da Ahîliğin kurucusu olarak bilinen ve İran'ın Hoy şehrinde doğan Şeyh Nasîrüddin Mahmûd (ö. 1262), sonraları Ahî Evran ismiyle anılmıştır (…) Ahîliğin Anadolu'da kurulup gelişmesinde Ahî Evran'ın büyük rolü olmuştur” (Ziya Kazıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ahîlik, c: 1, 1988: 540-541).
Bu anlatıda problem bulunmaktadır. Türkiye'de Ahîlik literatürünün hemen tamamı yukarıdaki anlatıya benzer bir tarihsel geçmiş kurgulamaktadır. Anlatı Ahîliği nihayette Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh'dan başlatmakta ve fütüvvetin Anadolu'ya geçerek “Anadolu fütüvvetçiliği” haline dönüşmesinin adının Ahîlik olduğuna işaret etmektedir. Türkçe'deki akı (cömert, civanmerd) kelimesinde (k) sesinin (h) sesine dönüştüğü de iddia edilmektedir. Anadolu fütüvvetçiliğini kuran Ahi Evran'ın, teşkilatı “fütüvvet” yerine “ahilik” ismiyle yürüttüğü de ifade edilir.
Kur'an'daki “feta” kavramından hareketle fütüvvetin daha eski tarihe sahip olduğu ifade edilebilecektir. Örneğin Ashab-ı Kehf hakkında Kur'an “feta” terimini kullanmıştır: “Gençler/fityetu mağaraya sığındıkları zaman şöyle dediler: Rabbimiz, bize Senin katından bir rahmet ver. Ve bize emrimizden (içimizden) mürşidi tayin et” (18 Kehf 10). Kur'an, Hz. İbrahim'e (as) de “feta” demiştir: “Ona İbrâhîm denen gencin/feten, onları (putları) zikrettiğini işittik, dediler” (21 İbrahim 60).
Ahilik (yani akılık) eğer yiğitlik, cömertlik, civanmertlik anlamına gelmekteyse, bu kavramın ahîlik (kardeşleşme-muâhat-musâhip tutma) ile ilgisi olmasa gerektir. Ahi-akı fütüvvetçiliğiyle Ahî-muâhat-musâhip fütüvveti arasındaki fark idrak edilmelidir. Ahi-akı fütüvvetçiliği elbette Ahi Evran tarafından kurulmuş esnaf teşkilatıdır. Ancak Anadolu'da Fütüvvet-i Cafer-i Sâdık, Fütüvvetnâme-i Tarikat (Radavî) gibi fütüvvetnâmelerdeki ilkelerle mezraları, izbeleri şenlendirerek köy, kasaba, şehir kuran ahîlik (kardeşleşme-muâhat-musâhip tutma) başka bir harekettir. Bu hareketin Ahi Evran'ın programını da, esnaf teşkilatı tasavvurunu da büyük oranda aştığı, başka mecrada aktığı fikrindeyiz.
Ahîlik (kardeşleşme) ile Ahilik (akı=cömert-civanmerd) başka başka programları yürütmekteydi. İkisinin de şehre yönelen teorisi, topluluğa katılanlara “kardeş” (ahî) adını vermesi, programlarının birbirine karışmasına sebep olmuştur. Buradaki problem şudur: Mademki ahilik hakkında yazılan metinler fütüvvetnâmelere referans vermektedir; o halde 1) Niçin fütüvvetnâmelerdeki anlatıdan hareketle bu yapı hakkında anlamlandırma yapılmamaktadır? 2) Hangi fütüvvetnâmeler Halife Nâsır'ın teşkilatlandırdığı akılık-ahilik anlatısına delil olmaktadır.
İster esnaf teşkilatı ahi-akılar, isterse muâhat-musâhip toplulukları anlamındaki ahîler olsun Anadolu'da varlık bulan bu tasavvuru anlamlandırmak ancak 1) Fütüvvetnâme, 2) Velayetnâme, 3) Menâkıbnâme, 4) Buyruk-Fakrnâme-Postnâme gibi isimlerle gün yüzüne çıkarılan metinlerin referans sayılmasıyla mümkündür. Ziya Kazıcı'nın alıntıladığım metninde de görüleceği üzere Ahilik (akılık=cömertlik-civanmerdlik) müessesesinin referans metninin de fütüvvetnâme olduğu ifade edilmiştir. Ancak Ziya Kazıcı TDV İslâm Ansiklopedisi'ne yazdığı “AHÎLİK” maddesinde herhangi bir fütüvvetnâmedeki anlatıya yer vermemiştir. Türkiye'de ahi-ahî meselesi üzerine yazılan kitap ve makalelerin büyük kısmında anlatı, fütüvvetin Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh tarafından teşkilatlanan ve Şehâbeddin Sühreverdî- Evhadüddîn-i Kirmânî- Ahî Evran silsilesiyle yürütülen bir hareket olduğu fikrine yaslanmaktadır.
Oysa ismini zikrettiğimiz fütüvvetnâmelerde zikri geçen yaklaşımı besleyen bir anlatı bulunmamaktadır. Örneğin Fütüvvetnâme-i Cafer-i Sâdık'ın anlatısı tıraş ile başlamaktadır: “Hazreti İmam Cafer-i Sâdık (Aleyhirrahmeti ve'r-Rızvan) buyurur ki; Ehl-i tıraş olan kişiye gerekdir ki, bile tıraş ehli nedir ve tıraş kime indi ve ehli tıraş olan kimseye şeddi kim bağladı ve tıraş kimden kaldı ve tıraşın öni nedir ve ardı nedir ve zahiri nedir ve batını nedir, şeriatı nedir ve tarikatı nedir, hakikati nedir ve marifeti nedir.
”Fütüvvetnâmeye göre tıraş üç kişiye geldi: Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. Muhammed (asv). Şöyle dendi: Ta Hazret-i Rasûl (asv) Emiru'l Mü'minin Ali'nin başını tıraş eyledi” (Mehmet Saffet Sarıkaya, Fütüvvet-i Cafer-i Sâdık, Horasan Yayınları, 2008). Yine bu fütüvvetnâmede ahi-akılık değil ikişer ikişer kardeşleşme (muâhat-musâhipleşme) anlamında ahîlik hususan zikredilir.
Diğer taraftan elimizde Ömer Lütfi Barkan'ın Kolonizatör Türk Dervişleri, Derviş Ahmet Âşıkî'nin Aşıkpaşaoğlu Tarihi gibi metinler bulunmaktadır. Bu ikinci grup metinlerdeki şehir kurucu anlatı, fütüvvetnâmelerdeki anlatıyla bağdaştırılabilecektir.
Anadolu irfanı, esnaf teşkilatlarıyla değil marifet topluluklarıyla anlamlandırılabilir. Onu marifetten tarikata dönüştürenler anlamı kaybetmektedir.