“Fütüvvet şeddi”-“vefâ şeddi”nin Âdem'den başlayıp Ehl-i Beyt'e ulaştığı ve temiz/zina etmeyen, nikâh-ev-hane-ahit nedir bilen bir soyun belini bağladığı şöyle anlatılır: “Âdem cennetten çıkıp Havva ile Arafat dağında kavuştuğunda, Havva, Âdem'i tanımayıp kaçtı. Çünkü Âdem'in yüzünü saçları örtmüştü. Havva onu tanıyamadı. O zaman Âdem, Allah Teâlâ'ya secde etti ve niyazda bulundu. Derhal Hz. Cebrail (as) indi. Allah Teâlâ'nın emriyle ustura, makas ve bileki getirip Âdem'in başını tıraş etti ve tüyden arındırdı. Bunun üzerine Havva, Âdem'i tanıdı. İşte o zaman Hak Teâlâ Hz. Âdem'e şöyle hitap etti: Ya Âdem, senin ve zürriyetin üzerine ahd almak isterim. Sonra da Âdem'in arkasını kudret eliyle sığadı. Böylece Âdem'in zürriyeti sayısız bir şekilde çoğaldı. İzzet ve kudret sahibi şöyle nida eyledi: Elestü birabbikum / Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da, Kalu belâ / Evet, dediler. O zamandan Âdem ve zürriyetinden ahd alınmış oldu. Bu ahid, o ahiddir. Ama o ahdin ahdi, Hak Teâlâ'yı bilmektir. Üstada lâzım olan da nefsini bilmektir (…) Ahdin temeli şerîattir ve göğü tarikattir. Yaprağı ma'rifettir ve meyvesi hakikattir. Kıyamete değin asla yok olmaz. Ahd ne artar ve ne de eksilir. Nuru kıyamete dek eksilmez. Ancak ahdin temeli şudur: Ne zaman ki, Hak Teâlâ nurundan bir miktar alıp, “Habibim Muhammed Ol” dedi. O nurun her katresinden bir nebi yaratmayı ahd etti. Yüz yirmi dört bin peygamber yarattı. İşte ahdin temeli budur. Lâkin ahdin binası, Âdem'den Şit'e, Nuh'a, hatta Muhammed Mustafa (asv)'ya gelinceye kadar, oradan da İmam Ali'ye ve Salman Farisi'ye ve diğer üstatlardan bugüne gelinceye kadar olanlardır. Ahdin kapısı ise Hz. Cebrail (as), Arafat dağında Âdem ile Havva'nın arasında olanı bildirdiği zamanda Havva'nın elini Âdem'e verdiği zamandır. O zamanda nikâh akdini yaptı. O günden bugüne gelinceye kadar akid olmadan nikâh caiz değildir” (er-Radavî, 2011: 201-203).
Ahîlikte “şed bağlama” Hz. Âdem'den gelir: “Şedd bağlamak, Hz. Âdem'den kaldı. Ondan İbrahim'e, ondan İsmail'e, ondan Yakub'a, ondan Şamalun'a ve ondan da Hz. Resulullah (asv) aldı. Risale tamam oldu (…) Eğer sana ilk olarak kimin kuşandığı sorarlarsa, cevap Hz. Cebrail kuşanmıştır. Bundan sonra Hz. Cebrail, Hz. Muhammed Mustafa'yı kuşattı. Hz. Muhammed, Hz. İmam Ali'yi kuşattı. Sonrasında Hz. Muhammed'in ruhuna salâvat edelim (…) Şedd Hz. Ali'nindir ve ahd Hz. Muhammed Mustafa'nındır” (er-Radavî, 2011: 233).
Buna göre ahîliğe girmek bir esnaf loncasına girmek gibi olmamaktadır. Fütüvvetnâme bu hususa işaret etmektedir: “Bunlar okumak ve yazmakla değil, aksine üstadından almakladır (…) Sana kimin huzurunda kuşandığını ve kimin huzurunda yola girdiğini sorarlarsa, şöyle cevapla: Sizin gibi tarikat ehli ve erkân edenlerin ve hakikat ihtiyarlarının huzurunda yola girdim. Sana kemerinin nerede bağlandığını sorarlarsa, cevabı şudur: Sofranın kenarında, çerağın altında, Hz. Muhammed Mustafa'nın ilmi altında bağlandı” (er-Radavî, 2011: 206-207).
Fütüvvet, Ehl-i Beyt'e verilmiş bir marifet bilgisidir. Şedd, “sofra” ve “çerağ” gibi iki alametin delaleti ile bağlanmaktadır. Ehl-i Beyt sulbü (nesebi), Arap zulmünden kaçıp Horasan'da Türklerin yaşadığı bölgelere sığınmıştır. Onlar, Türkmenler tarafından saygı gördüler, Türkmenlerle evlendiler. Türkmenler içinde Anadolu'ya geldiler.
Nitekim Koyun Baba Velâyetnâmesi'nde “Koyun Baba (ks) Hazretleri'nin mevludi şerifleri, Horasan'dan İmam Ali (kv) Hazretleri'nin evlatlarından İmam Heştim yani sekizinci İmam Rıza evladı olub, pak silsile-i mutahhardan zuhur ve südur bulmuştur” (Muzaffer Doğanbaş, Koyun Baba Velâyetnâmesi, Dört Kapı Yayınevi, 2015: 65-66) ifadesiyle şecere Ehl-i Beyt'e bağlanmaktadır.
Koyun Baba, “zühdi takvası kemâl mertebeye irişdi”ği (Doğanbaş, 2015: 66) vakit bir gece Hz. Peygamber (asv)'in “Eyleküm şimden sonra hicret idüp Beytullah'ı hac idüp beni gelüb ziyaret idesin ve sana nice dürlü nasîbler verilmiştir, anları arayub bulub tahsil eylemek lazım gelmişdir” emrine tabi olarak Kerbelâ'yı ziyaret edip Bağdat'a yönelir ve hacılar ile Kabetullah'ı tavaf eyler. Nihayet Ravza-i Şerif'ten bir nida gelerek: “Eyle kim, Diyar-ı Rum'a çık; iznullah birle sefer eyle; Hak Teâlâ hazretlerin müşahade eylesin” dedi. Koyun Baba bunun üzerine Menemen vilayetine gelüb koyun gütmeyle meşgul oldu (Doğanbaş, 2015: 66).
Horasan ve Türkmen marifetinin temelini Ehl-i Beyt'e emanet edilen fütüvvet-ahî şeddi oluşturmaktadır. “Marifet” bilgisi nedeniyle esnaf olmakla “ahî” olunması mümkün değildir. Kaldı ki Gaybî'nin Fütüvvetnâmesi'nde fütüvvet-ahîlik esnaflığı değil peygamberlerle irtibatı olan bir ahlâkı işaret eder: “İmdi ol on dokuz amel diyelüm kim ol amelleri kılmak, birle şeddi kendüden reddideler. Ahî, ahîlığından; şeyh, şeyhliğinden düşer” (Mehmet Şeker, Türk-İslâm Medeniyetinde Ahîlik ve Fütüvvetnâmelerin Yeri: Seyyid Hüseyin el-Gaybî'nin Muhtasar Fütüvvetnâmesi, Ötüken Yayınları, 2011: 256).
Gaybî'ye göre ahîliği düşüren on dokuz amel şunlardır: 1) Hamr içmekdür; 2) Zinâdür. Ehl-i fütüvvet zinadan sakınalar. Yusuf Peygamber zina kılmadı, Hak Teâlâ anı fütüvvetle itdi; 3) Livata itmeklikdür; 4) Gammazlıktır; 5) Münâfıklıkdur; 6) Tekebbürlükdür; 7) Yavuz gönüllü kişiden (kimseye) vefâ gelmez, hayır gelmez, şefekât gelmez; 8) Hasûdlıkdur. Hased marazdır; 9) Buğz, kin dutmakdur; 10) Kasdla yalan söylemekdir; 11) Va'deye kasdla hilaf kılmakdır; 12) Emanete hıyanet eylemekdir; 13) Na-mahreme, yani Müslimanların ehl ü iyaline şehvet nazarıyla ve hıyânet fikriyle bakmakdur. Zira bu dahi zinadır; 14) Kimsenün aybını istemekdür; ki, anın ırzı yıkıla; 15) Katl-i nefs itmekdür; 16) Kumar oynamakdur; 17) Buhldür (eli dar, cimri, tamahkâr, pinti); 18) Uğrulıkdır (yolkesicilik, soygunculuk, hırsızlık, haydutluk); 19) Bühtan kılmakdur (İftira atmak) (Şeker, 2011: 257-263).
Ahîlik, Hakikat-ı Muhammedî ahlâktan çıkarılıp “iş- esnaf ahlâkı”na dönüştürülerek marifetten koparıldı.
Lütfi Bergen
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter